Sinif Mucadelesi

Yeni: 2015 Baharı - Metal emekçilerinin mücadelesi

Sınıf Mücadelesi - Aralık 2015
Pazartesi 1. Şubat 2016

Türkiye’de 2015 bahar ve yazından bu yana siyasi durum bir hayli gerildi. 7 haziran genel seçimlerinin sonuçları, intihar saldırıları, iktidarın baskıya yönelmesine yol açıp tutuklamaların, basın kuruluşlarına yapılan baskının artmasıyla ve en sonunda da Kürt bölgelerindeki savaşın yeniden başlamasıyla sonuçlandı.

Bu gerginlik ortamında, toplumsal kavgaları da unutmamak gerek. Bu mücadeleler gündemin ön planına daha az çıksa da, büyük yayın organlarının manşetlerinde yer almasa da, işçi sınıfının bulunduğu şartlar ve ruh halini anlatması açısından önemlidir. Daha iyi bir yaşam için mücadele kararlılığı ve bunun için gerekenleri oluşturması açısından da önemli.

Bu açıdan Mayıs-Haziran aylarında metal iş kolunda, özellikle de Bursa’daki otomobil fabrikalarında başlayıp tüm ülkeye yayılan grevler çok önemli.

Otomotiv fabrikaları şehri Bursa

Yaklaşık 3 milyon nüfuslu Bursa, Türkiye’de sanayinin, özellikle de otomotiv sanayisinin, çok yoğun olduğu bir kent. Bu alanda en önemli olan Fiat-Tofaş ve Oyak-Renault otomobil fabrikaları dışında bu sanayi kolu için Bosch, Delphi, Johnson Control, Çoşkünöz, Mako ve başka doğrudan taşeron fabrikaları da var. Sanayi bölgesi şeklinde bir birine çok yakın olan bu fabrikalarda, on binlerce emekçi yan yana çalışıyor.

Renault fabrikası, 1969 yılında kuruldu ve ilk üretilen Renault 12 tipi arabalar, 1971 yılında bantlardan çıkmaya başladı. Fabrika temel olarak kaporta ve montaj bölümlerinden oluşmasına rağmen motor ve vites kutuları da üretiliyor. Fabrika; %51 pay ile Grup Renault’a ve %49 pay ile Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK, generallerin denetiminde, subaylara ek emeklilik sağlıyor) aittir. OYAK bu fabrika dışında, ekonomik alanda bir sürü varlığa sahip. Bura Renault’da 5 bini işçi olmak üzere yaklaşık 6 bin kişi çalışıyor. Fabrikada 2014 yılında yaklaşık 320 bin araba, 240 bin motor ve 250 bin vites kutusu üretildi. Fabrikada üretilen arabaların satışı iç pazarla sınırlı olmayıp aynı zamanda Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Avrupa ülkelerine de ihraç ediliyor.

Renault Grubu, Bursa fabrikasına gittikçe çok daha fazla önem verdiği için burada çalışan işçilerin mesleki eğitimi için çaba harcadı. Birçok işçi, iyi bir mesleki eğitim almak üzere farklı ülkelere gönderildi ve bunların bazıları, eğitimci olarak hizmet verdi ve veriyor. Örneğin pres bölümünde makine ayarlayıcısı veya tamirci olarak çalışan emekçilerin bir kısmı; Fransa, İspanya, Japonya ve Fas ve de Romanya ve Rusya gibi ülkelerde eğitim gördüler ve çalıştılar. Sözü edilen bu emekçiler, farklı ülkelerdeki fabrikalarda, sadece sanayi mesleki eğitim görmediler. Aynı zamanda, farklı ülkelerde aynı patron tarafından sömürülen emekçi arkadaşları ile tanışma fırsatı bulup farklı fabrikalardaki çalışma şartlarını kıyaslama imkanına sahip oldular.

Bursa Renault fabrikasının üretime başlamasından bu yana emekçiler, yaşam ve çalışma şartlarını iyileştirmek için birçok mücadele verdiler ve bir sürü baskıyı göğüslemek zorunda kaldılar. Çoğunu 1980 askeri darbesinden sonra yaşadılar ama sonraları da, özellikle de 1998 ve 2012 yıllarında da yaşadılar. Fabrika içerisinde kök salıp sürekli bir şekilde faaliyet yürütmeyi hiçbir örgüt veya siyasi parti başaramadı. Ama yaşanan bu mücadeleler ve baskılar, boşa gitmedi. Emekçiler, birikim oluşturup bazı dersler çıkarıp bunları kuşaktan kuşağa aktarmayı başardı. Böylece toplumsal bir bilinç ve refleksler oluşturuldu ve bunlar sayesinde de 2015 baharında patrona kafa tutup, hem patronlarına hem de MESS’e (Metal işkolu patronlarının sendikası; Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası) geri adım attırmayı başardılar.

Sendikal durum

Fabrikadaki sendikal durumu anlamak için geçmişe bir göz atmak gerek. 1960’lı ve özellikle de 1970’li yıllarda Türkiye’de işçi sınıfı hareketinde önemli bir gelişme oldu ve birçok grev yaşandı. Çoğu zaman en solda yer alan en mücadeleci işçilerin katıldığı yeni bir sendika oluştu. Bu sendika DİSK (Devrimci İşçi Sendikalar Konfederasyonu) özel sektördeki birçok fabrikada da olduğu gibi Renault fabrikasında da kök salmıştı.

Eylül 1980’de General Kenan Evren’in başını çektiği bir askeri darbe Türkiye’deki parlamenter rejime son verdi. Yeni rejim, her şeyden önce istikrarsızlığa son verip istikrarlı bir siyasi iktidar kurmayı hedeflediğini iddia etse de esas hedefi, işçi sınıfı ve hak arama eylemlerine son vermekti. Sendikalar yasaklandı, birçok militan baskı gördü, ceza evlerine atıldı, işkence gördü ve bazıları katledildi. Kaçabilenler, Avrupa’ya kaçtı. Yıllar sonra askeri iktidar, yerini sivil bir rejime bırakmış olsa da, emekçilerin haklarını sınırlayan bir sürü yasa hazırlandı. Özellikle de işçilerin özgürce örgütlenme, mücadele ve grev haklarını kısıtlayan yasalar çıkarıldı.

Türkiye’deki sendika düzeni ABD’den esinlenmiş, closed-shop denen(sendikalı- tek sendikaca kapatılmış işyeri anlamında) sisteme bağlıdır. Bir iş yerinde sadece bir sendika, işçileri temsil etme hakkına sahip olabilir. Bunun gerçekleşmesi içinse bu sendika, emekçilerin en az yarıdan bir fazlasını üye yapmış olmalı. Bunu gerçekleştiren bir sendika, idarenin tek muhatabı olur ve emekçilerin hepsi sendika üyesi gibi sayılır. Üye olmak istemeyen emekçiler, sendikanın patron ile yaptığı toplu sözleşme haklarından “dayanışma aidatı” ödemeden yararlanamaz. (2007’de halkoylamasıyla bir işyerinde birden çok sendikaya üye olma hakkı tanındı ama işyerinde tek sözleşme olabilir ve sözleşme yapma hakkı yine sadece en büyük sendikaya bırakıldı).
Sendika, emekçileri temsil etme tekeline sahip olur ve patron her emekçinin ücretinden para kesip, genellikle aylık ücretin bir günü, bir yevmiye tutarındaki aidatı sendikaya verir. Bu yasa, sendikaları patronlara bağımlı kılar. Patronlar ise sendikacılara ayrıcalıklar tanır. Böylece de sendikacılar, işçi denetiminden uzak, işçilerin sorunları ve hakları ile ilgilenmeyen patron taraftarı sendikacılar olur. Grev hakkına gelince, uzun bir dönem boyunca görüşmeler yapılmalı ve de neticede karar tamamen sendika bürokratlarına bağlıdır. Emekçilerin söz hakkı yoktur.

Askeri darbeden sonra DİSK kapatıldığı için Renault fabrikasındaki sendika temsilciliği, Türk-İş konfederasyonuna bağlı Türk-Metal’e verildi. Önceleri Türk-İş’in fabrikalarda fazla gücü yoktu. Darbeden sonra, Türk-İş patronlarla işbirliğine hazır olduğu, grev kırıcılığı yapmayı kabul ettiği ve de komünist düşmanı olduğu için tercih edildi.

Gelinen yeni durumda, işçilerin tepkilerine karşı gelmek isteyen ilk güç sendika aygıtıdır. Türk-Metal, patronlara ve devlete bağlı olup aşırı sağ güçlerin elinde. İşçilerin ücretlerinden sendika aidatı olarak kesilip sendika kasasına aktarılan paranın bir kısmı, aşırı sağın güçlenmesi için kullanılıyor. Bu aidatların diğer bir kısmı ise emlak ve otelcilik alanlarına yatırım olarak gidiyor. Sendika yöneticileri ise kendilerine çok yüksek ücretler bağlayarak, lüks hayat yaşıyorlar. Örneğin ortaya çıkan son bir yolsuzluk yoluyla sendikanın parasıyla tek bir tanesinin değeri 13 bin 350 lira olan 12 tane Rolex saat satın alıp hediyeler dağıtıldığı ortaya çıktı. Bu Rolexlerin 4 tanesi genel sekreter Pevrul Kavlak’a verildi. Aidatlar konusunda bir işçi şunu söyledi: “İşe başladığımdan bu yana benden toplam 16 bin lira para kestiler ve bu parayı da biz emekçilere karşı kullandılar.”

Eylül 1998’de Türk-Metal, metal sektörü patronların temsilcisi MESS ile bir sözleşme imzaladı. O dönemde enflasyon oranı %90 civarında olmasına rağmen Türk-Metal, MESS ile enflasyonun yarısı bile olmayan bir miktarla, toplu sözleşme anlaşması imzalamıştı. Bu nedenle metal emekçilerinin tepesi attı ve Renault emekçileri, 18 Eylül 1998’de greve gidip kitleler halinde Türk-Metal’den istifa edip DİSK’e bağlı Birleşik-Metal’e geçemeye başladılar.

Ancak yeniden kurulan DİSK eski mücadeleci işçi konfederasyonuna benzemiyordu. 12 Eylül askeri darbesi öncesi eski mücadeleciğini önemli ölçüde yitirmişti. Grev, hemen yasaklandı. İdare, mücadeleye öncülük eden işçileri Türk-Metal yardımıyla işten attı. Bu sarı sendikanın kartını yırtmış olan bin 600 civarındaki emekçi, yeniden eski sendikaya dönmek zorunda kaldı.

Emekçiler, ihanete uğradıklarını gördüler, önce sarı sendika Türk-Metal’in ama aynı zamanda da Birleşik-Metal’in de. Çünkü Birleşik-Metal, Türk-Metal ile bir anlaşma yaptığı için iki sendikadan biri, bir işyerinde yetki alınca, diğer sendika ona karşı çıkmayacaktı. Bunun sonucu olarak Birleşik-Metal, Renault’ta işçilerin uğradığı baskılara seyirci kalıp onların yardımına koşmamıştı. İşte bu nedenden dolayı Renault emekçilerinin, kendine mücadeleci diyen ve hala daha devrimci etiketini taşıyan sendika aygıtlarına karşı bile fazla güvenmemeleri için gerekçeleri var.

Refah döneminden krize

2000 yıllarda, 2002’de Recep Tayyip Erdoğan’ın partisi AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte Türkiye bir ekonomik büyüme dönemi yaşadı. Başta büyük patronlar olmak üzere, burjuvazinin tümü bundan yararlandı. Bu zenginleşme temel olarak toplumun üst tabakalarına yaramış olsa da, toplumdaki en yoksullar da biraz olsun faydalandı. Siyasi önderler, Türk ekonomisinin çok iyi gittiğinden söz ederek memnuniyetlerini ifade ederek artık Türkiye’nin, Çin ve Brezilya gibi hızla kalkınmakta olan ülkeler arasına girdiğini söylüyordu. Emekçiler de böyle bir durumda, kendilerinin de hakları olduğunu ve ücret zamları gerektiğini görüyordu. Tüm emekçiler, bu büyümenin gökten düşmediğini, onların alın terine bağlı olduğunu, patronların onlara dayattığı zor çalışma şartlarından, yıpratıcı iş temposundan, uzun ve kötü çalışma sürelerinden kaynaklandığının bilincindeydi. Emekçilere istekleri konusunda, biraz sabretmeleri gerektiği ve “sonra onlara da sıra geleceği” masalı anlatılıyordu. Patronlar, ancak damla damla bir şeyler veriyordu. Ama yine de Renault gibi büyük fabrikalarda, biraz ücret zammı verildi.

Yine de fiyatlara sürekli zam yapıldığı için ay sonunu getirmek o kadar kolay olmuyordu. Her şeye rağmen ücretler artıyordu. Bu sadece, sürekli değer kaybeden lira ile sınırlı değildi, aynı zamanda dolar temelinde de artıyordu. Örneğin 2005 ile 2010 yılları arasında Reno’daki ücret neredeyse iki katına çıktı. Önceleri çok pahalı olan ithal ürünlerin bir kısmı göreceli olarak daha ucuza geldiği için emekçiler de yararlanabiliyordu. 1980’den bu yana emekçiler, ilk defa hayat seviyelerinde göreceli bir iyileşme olduğunu hissetti.

2007-2008 dünya mali krizinin etkileri Türkiye’de yavaş yavaş hissedildi. Ama 2012’den sonra, buna Ortadoğu’daki, özellikle de Suriye’deki siyasi olayların etkileri katıldı. Türk patronlarının, bölgedeki ülkelerde elde ettikleri pazarlar, gittikçe daraldı. Ekonominin büyüdüğü dönemde patronlar, emekçilere kolay kolay pay vermiyordu ama işlerin kötü gitmeye başlamasıyla patronlar hemen “kriz var” hikayesi anlatmaya başlayıp, emekçilerden anlayış göstermelerini, daha aza razı olmalarını ve açıkçası krizin bedelini emekçilerin ödemesi gerektiğinin kabulünü istiyorlardı.

2012, ilk mücadele

Emekçiler, ekonomik büyümenin etkilerini görüyorlardı ve ekonomik iyileşmeye rağmen kendilerinin sorumlu olmadığı kriz için neden bedel ödemeye devam etmelerini hiç de anlayamıyorlardı. Biriken hoşnutsuzluk; Türk-Metal ile MESS arasında yapılan toplu sözleşme görüşmeleri esnasında kendini ifade etmeye başladı. Bu sözleşme 2012 ile 2014 dönemini kapsıyordu ve iki yıl için 100 binden fazla emekçiyi ilgilendiriyordu. Farklı fabrikalarda bu görüşmelere karşı tepkiler gelişti. Bu fabrikalar arasında Otokar, Mercedes, BMC ve de Bursa’daki büyük otomobil fabrikaları olan Tofaş-Fiat (Koç grubu ve İtalyan Otomativ tröstü Fiat arasındaki ortaklık) gibi fabrikalar vardı. Tabi ki Renault ve Bosch fabrikaları da bunlara dahildi.

Öfke, her şeyden önce açıkça patron tarafını tutan Türk-Metal’e karşı ifade edilmeye başlandı. Bosch’ta emekçiler, bütün risklere rağmen hoşnutsuzluklarını ifade etmek için Türk-Metal’den istifa ederek, Birleşik-Metal’e geçmeye karar verdi. Renault’ta ise 9 kasımda Türk Metal temsilcileri, atölyeleri dolaşarak patron ile görüşmeler yapıldığını ve toplu sözleşmeyi imzalama aşamasına geldiklerini açıkladılar. Emekçiler ise bu sözleşmelerin ön gördüğü ücret zammının kırıntıdan ibaret olduğunu ve bunu onaylamadıklarını anlattılar. Emekçilerin çoğu, sözleşme sonucu iyi bir ücret alabilmek için en az %40’lık bir ücret zammı istemek gerektiğini düşünüyordu. Ama bunun tam aksine 12 kasım pazartesi günü, Türk-Metal bölge sorumlusu gelip önerilerinin tümünü savundu. Buna karşı verilen tepki ise grev oldu.

Aynı gün, saat 16 ile 24 arasında çalışan akşam vardiyası, saat 21’de işi durdurma kararı aldı. Grev, ilk önce kaporta bölümünde başladı ve grevciler montaj bölümüne gittiler. Ardından da bu bölümde çalışan bin 500 işçinin tamamı greve katılıp hep birlikte fabrika içerisinde yürüyüşe geçerek hem sözleşmeye hem de Türk-Metal’e karşı slogan atmaya başladılar. İdare, buna tepki olarak işçilere karşı, işi terk etme suçundan dolayı işlem yapacağı tehdidini savurdu. Çünkü idareye göre yetkili sendika grev çağrısında bulunmadığı için bu grev yasa dışıydı. İdareciler, grevin diğer vardiyalara da yayılmasını engellemek için gece vardiyasında çalışan bin 500 emekçiyle bağ kurdular ve onlara fabrikaya gelmemelerini söylediler. Ek olarak da, işçilerin büyük çoğunluğunu işe getiren servisleri de iptal ettiler.

Tüm bu engellere rağmen, yüzlerce emekçi fabrikanın önüne gelmeyi başardı ve üstelik de onlara destek amacıyla komşu Bosch fabrikası emekçileri de katıldı. Emekçiler, karşılarında hem polisi hem de sendikanın fedailerini buldu. Kavga çıktı ve üç Bosch işçisi yaralınıp hastahaneye kaldırıldı. Olaylar ancak gece saat 1.30’da yatıştı.

Ertesi gün de işçiler, karşılarında polisi buldu. İdare 21 işçiyi işten attığını duyurdu. Aslında bu sayı sonradan 30’un üstüne çıktı ve idare baskı yoluyla tepkileri durdurmayı başardı. Bosch’da da durum aynıydı: İdare orda da işten atmalar yoluyla, tepkileri bastırdı ve bir sürü baskı sonucu emekçileri yeniden Türk-Metal’e üye olmaya zorladı. Ama yine de bu eylemlerden çıkarılan dersler ileride işe yaradı.

2014, kabul edilemez bir sözleşme

2012 sözleşmesinin 2 yıl ardından sonra 17 Aralık 2014’de Türk-Metal, patron ile yeniden bir sözleşme ama bu defa 2 değil 3 yıllığına bir sözleşme imzaladı. Hem üç yıllık süre hem de sözleşmenin şartları, bu defa çok daha büyük hoşnutsuzluğa yol açtı. Ön görülen ücret zammı, özellikle de düşük ücretler için, %3 gibi, gülünçtü. Tüm emekçiler, enflasyonun hangi yüksek seviyede olduğunu açıkça görüyordu. Emekçiler, birkaç ay içerisinde, özellikle de liranın değer kaybından dolayı %20’den fazla satın alma gücü kaybına uğradıklarını ve ailelerinin gittikçe zor durumda kaldığını görüyordu.

Ücret hoşnutsuzluğu bütün ülkeye yayılıyordu. Ama Türk-İş ve Hak-İş (İslamcı akımlara yakın) konfederasyonları, artık elden bir şey gelmediğini ve sözleşmelerin imzalanmış olması nedeniyle mecburen üç yıl beklemek gerektiğini, yani 2017’deki yeni sözleşmeleri beklemek gerektiğini söylüyorlardı.

Birleşik-Metal ise tabandan gelen baskılar nedeniyle 29 Ocak 2015 günü bir günlük bir genel eylem çağrısında bulundu. Bu çağrı, ülke seviyesinde 50 civarında fabrikayı kapsayan ve yaklaşık 15 bin metal emekçisinin katıldığı başarılı bir eylem ile sonuçlandı. Ama hükümet hemen tepki göstererek ertesi gün için “ulusal güvenlik” bahanesini öne sürerek grevi yasakladı. Ama yine de hem patronlar hem de hükümet, emekçilerden gelebilecek tepkilerden korktukları için işçilere 2 günlük izin vererek eylemi durdurdular.

Yine de tüm bunlara rağmen tepkiler dinmedi. Bu nedenle de Alstom, Schneider, Bekaert patronları, MESS’ten ayrılarak yerel seviyelerde olmak üzere anlaşmalar yaparak öfke ortamını yatıştırdılar.

Bosch fabrikasında, 2012’de Türk-Metal’den Birleşik-Metal’e geçme girişimleri olduğu için yasal süreç nedeniyle sözleşme imzalanmamıştı. Resmen yetki alan bir sendika olmadığı için hiçbir sözleşme imzalanamıyordu. Bosch emekçileri, hiç bir ücret zammı almadıklarından ötürü çok öfkeliydiler. Onların sadece bir ücret zammına değil, aynı zamanda geriye dönük ücret zammına da ihtiyaçları vardı. Uzun yasal süreçlerden sonra mahkeme Türk-Metal’e yetki hakkı vermeye karar verdi. Türk-Metal, yitirmiş olduğu itibarını kısmen de olsa kazanmak için hoşnutsuzluğu gidermek amacıyla grev çağrısında bulundu ve bunun sonucu olarak nisan 2015’te idare ile %12 ile 60 arasında, önemli bir ücret zammı içeren bir sözleşme imzaladı. Böylece kaybedilen satın alma gücünün önemli bir kısmı geri alındı.

Bosch idaresi, gerginliği gidermek için geri adım attı ve böylece patrona geri adım attırmanın mümkün olduğu görüldü. Otomotiv sektörüne üretim yapan Bosch fabrikası, Bursa’daki diğer birçok fabrikaya yakın olduğu ve farklı fabrikada çalışan emekçilerin gerek akrabalık gerek komşuluk ilişkileri dolayısıyla haber alma olanakları olduğu için, haber çok hızlı bir şekilde yayıldı. Bosch patronunun verdiği taviz, büyük bir eylem için kıvılcım oldu.

Ücretler konusunda, emekçiler arasında büyük bir hoşnutsuzluk devam ediyordu. Patronlar, Türk-Metal ile üç yıllık sözleşmenin yeni imzalanmış olduğunu ve artık üç yıl daha beklemekten başka bir çözümün olmadığını anlatmaya devam ettiler! Ama işte tam bu arada Bosch patronu, emekçilerin kararlı mücadelesi sonucu bir patronun nasıl geri adım atabileceğini gösterdi. Oyak-Renault ve Tofaş-Fiat emekçileri, bu yeni durum karşısında, Bosch patronu, taşeron bir şirket olarak emekçilerine zam verebiliyor da, ondan daha zengin olan patronları, neden zam veremiyor diye sordular.

Hoşnutsuzluk, yoğun olarak ücret konusunda yoğunlaşmış olsa da, bunun da ötesinde daha da geneldi. Emekçiler, artık her geçen gün çalışma şartlarının daha da kötüleşmesinden dolayı bıkmış usanmışlardı. Örneğin bir emekçi şöyle bir gözlemde bulundu: “Çalışma şartları 12 yıl öncesine göre çok daha kötüleşti. Hiç abartmıyorum bugün bir işçi eskiye göre 4 işçinin işini yapıyor. Sürekli baskılara maruz kalıyoruz.”

Birçok otomobil fabrikasında, iş temposunun sürekli arttığı ve sürekli aynı hareketler yapıldığı için emekçiler arsında kas ve adale hastalıkları, siyatik, beyin hastalıklarında önemli artış görülüyor. Zorunlu mesailer yüzünden, bazı günler iş süresi 16-18 saate kadar çıkıyor. Bunun sağlık ve hatta hayat için ne kadar kötü olduğu ortada. Örneğin genç bir işçi şöyle bir ifadede bulundu; “kız arkadaşımı bile görecek zaman, hatta onu düşünecek zaman bile bulamıyorum, böyle hayat neye yarar ki?”

Renault grevine doğru

Renault’ta 1998 ve 2012’de yaşanan deneyimlerde “öncülerin” nasıl hemen işten atıldıkları kıdemli emekçilerin hafızalarında canlıydı ve bunlardan dersler çıkarılmıştı. Emekçiler birleşmeliydi ve hatta hep birlikte hareket etmeli, sadece ve sadece kendi öz güçlerine güvenmeliydiler. Emekçiler, güçlerini ölçmek ve eyleme geçmek için ortak eylem hazırlıklarını başlattılar: Örneğin herkes sakal bıraksın. Başka bir eylem çeşidi ise kaporta bölümündeki emekçilerin yaptığı gibi yemek sırasında tabaklara topluca vurarak gürültü çıkarmaktı. Ardından nisan ayında emekçiler, vardiya sonunda fabrika içerisinde yürüyüş yaparak hep birlikte “satılmış sendika istemiyoruz”, “sendika istifa” veya “işi simit dağıtmak olan sendika istemiyoruz” gibi sloganlar haykırdılar. Bu gibi protesto yürüyüşleri, Renault dışında Tofaş ve diğer taşeron fabrikalarda da çoğalmaya başladı.

Ne idare ne de sendika yöneticileri, öfkenin büyüklüğünün farkındaydı. Örneğin bir emekçi bir sendika yöneticisine; “işiniz bizi satmak” deyince, cevap olarak küfür eder bir şekilde “eğer sizi satıyorsam, demek ki iyi pezevengim” diye karşılık almıştı.
Bu eylemlerden sonra, fabrikadaki bütün emekçiler yürüyüşlere katılmaya başladı ve özellikle de Türk-Metal’i hedef alıp toplusözleşmeyi yenilemesi için 5 mayısa kadar müddet verdiler.

Bu arada Renault idaresi, yürüyüşlerin geliştiğini görerek endişelenmeye ve önlem alıp son vermek için hazırlık yapmaya başladı. Hemen tehditler gelmeye başladı: Herkese tehdit içeren bir mektup dağıtıldı ve “yürüyüşlerin üretime darbe vurduğu ve de suç olduğu” belirtip “eylemleri devam ettirenlerin işten atılacağı” uyarısında bulunuldu.

Herkes, 2012’de sarı sendikayı protesto ettiği için bazı emekçilerin işten atıldığını hatırlıyordu. Bu defa önlem alıp tepki göstermek için hazırlıklı olmak gerekiyordu. Bu eylemler esnasında, sadece bir emekçi fabrika girişinde fabrika kimliğinin geçersiz hale getirildiğini gördü. Daha önceden alınan bir karara göre tüm emekçiler böyle bir durumda hep birlikte tepki gösterecekler, hiçbir emekçi içeriye girmeyecek ve herkes fabrika girişinde toplanacaktı.

Birkaç gün boyunca emekçiler, önce fabrika girişinde son servisin gelmesini bekleyip hep birlikte içeri girdiler. Her vardiya değişikliğide bin, bin 500 emekçi, toplanıp herkesin kimliğinin tamam olduğunu, hiçbir sorun olmadığını denetleyip sonra hep birlikte fabrikaya girip iş başı yaptılar.

Böylece eylemlerin her aşamasında emekçiler, güçlerini değerlendirdiler ve aralarındaki bağların arttığını ve birlikteliğin güçlendiğini gördüler. Renault’taki eylemlere paralel olarak, Tofaş başta olmak üzere, diğer Mako, Çoşkunöz, Ototrim, Delphi, Valeo gibi otomativ sektörüne çalışan fabrikalarda da yapılan sözleşmelere ve bunları savunan Türk Metal sendikasına karşı eylemler gelişmeye başladı. Birçok emekçi, interneti kullanarak bağ kuruyordu. Sosyal medya ağları sayesinde hem Bursa’daki hem de diğer kentlerdeki emekçiler, bağ kurmayı başardı. Böylece kendi aralarında haberleşip eylemler konusunda karşılıklı bilgi edindiler.

26 nisan pazar günü, sanayi bölgesindeki farklı fabrikalardan (Renault, Çoşkunöz, Mako, Delphi, Valeo, Rollmech ve diğerleri) gelen yüzlerce emekçi, Bursa’nın merkezinde buluşup Türk-Metal ile MESS arasında imzalanan toplu sözleşmenin yenilenmesini istedi. Birleşik Metal, eyleme katılma zahmetine bile katlanmamıştı! Ertesi gün, 27 nisan pazartesi günü emekçiler, Türk-İş merkezi önünde buluştuklarında sendikanın polis güçleri tarafından korunduğunu gördüler. Emekçiler, hoşnutsuzluklarını ifade ederek “her ay ücretlerimizden aidat parası alıyorlar ama sendika binasına bile girmemize izin vermiyorlar!” dediler. Sendika yöneticileri, işçileri içeri alıp onlarla görüşmek zorunda kaldı. İşçilerin istekleri çok netti: Sendika en geç 5 mayısa kadar, yani bir hafta içerisinde, MESS ile yeni bir toplu sözleşme imzalamalı. Aldıkları cevap ise böyle bir şey kesinlikle mümkün değil!!! oldu.

Diğer yandan Mako, Çoşkunöz, Tofaş ve Renault fabrikalarından gelen emekçiler, Bursa Ticaret ve Sanayi Odaları binası önünde başka bir yürüyüş tertipledi. Artık farklı fabrikalarda harekete geçmiş olan emekçiler, somut olarak güç birliği yapıyordu.

5 mayıs günü tanınan süre bitmiş olduğu için emekçiler, sanayi bölgesindeki cami önündeki meydanda toplanarak topluca Türk-Metal’den istifa etmeye karar verdiler. Sendikanın fedaileri, işçilere saldırdı ve bir işçi yaralanıp hastahaneye kaldırıldı. Ama bu olay emekçilerin öfkesini daha da artırdı ve sanayi bölgesindeki Türk Metal üyesi diğer fabrikalardaki emekçiler de öfkelerini ifade etmeye başladı. Sendikadan topluca istifalar daha da arttı. Tofaş emekçileri de fabrika önüne gelen kendi Türk-Metal temsilcisini, gidip Renault emekçilerine saldırdığı için protesto ettiler ve ona “cesaretin varsa gel bize de saldır” diye haykırdılar.

Renault idaresi, 2012’deki taktiğini yeniden uygulayabileceğini sanıp hareketi durdurmak için bazı işçileri işten çıkarma karı aldı. 5 mayıs akşamı, sendikadan istifa eden ilk işçileri işten atmak istedi. 23.30 sıralarında gece vardiyasına gelen emekçiler, iki işçinin fabrika kimliklerinin geçersiz olduğunu gördüler. Fabrikayı daha terk etmemiş olan akşam vardiyasının tümü anında işi bırakıp fabrika önünde toplandı. Diğer 2 vardiya emekçileri ve de sanayi bölgesindeki diğer fabrikadan başka emekçiler de onlara katıldı. İdarenin böyle bir şey yapacağını önceden tahmin eden emekçiler, buna dur demeye ve içlerinden bir kişinin bile feda edilmesine izin vermeyeceklerini belirtmek için “yasadışı” sayılsa da greve çıkmaya kararlıydılar.

Eylem sonucu fabrika felç oldu ve Renault idaresi paniklemeye başladı. Öyle ki fabrikanın müdürü, gece saat ikide fabrikaya gelmek zorunda kaldı. Toplanmış olan 2 bin işçi karşısında atılan iki işçinin yeniden işe geri alındığını, her emekçinin istediği sendikaya üye olup olmamakta özgür olduğunu ve bu gerekçeyle de hiçbir emekçinin işten atılmayacağını açıklamak zorunda kaldı. Ücret zamları konusuna gelince, Fransa’daki genel müdürlük ile görüşebilmek için 2 haftalık bir süre istedi.

Tabi ki böyle bir süre istemek zaman kazanmak için uydurulan bir bahaneydi. Ama emekçiler, artık bir zafer hissi ile ve de güçlerinin bilincine vararak iş başı yaptı. Atölyelere dönmüş emekçilerin çoğu hayallere kapılmadı ve ciddi bir mücadele için iyi hazırlanmak gerektiğini gördü. İdare ise emekçilerin moralini bozup duruma yeniden hakim olma peşindeydi. 14 mayıs perşembe günü idare bir erken saldırıya geçti ve 2 haftalık süre dolmadan, sabah vardiyasını toplayarak 17 aralık sözleşmelerinden geri adım atmayacağını duyurdu. Zammın artmasının söz konusu olamayacağını ama Renault cömert davranarak eğer üretim artarsa emekçilere bir verimlilik ikramiyesi verebileceğini belirtti.

Renault fabrikası işgal edildi

İdarenin yeni durumu hiç de kavramadığı açıkça ortadaydı. Hemen ertesi sabah, 15 mayıs cuma günü, fabrikadan çıkması gereken gece vardiyası iş yerini terk etmeyip, fabrikayı işgal etme kararı aldı ve diğer iki vardiya da fabrika önünde toplandı. Böylece 15 mayıstan itibaren 3 vardiya birlikte greve katıldı. İdare greve son vermek ümidiyle fabrikanın cumadan pazartesiye izin nedeniyle kapalı kalacağını açıkladı. Ama işçileri izine göndermek için artık geç kalmıştı! Artık emekçiler, hafta sonu da dahil, fabrikayı gece gündüz işgal ettiler.
Haber, hızlı bir şekilde bütün kente yayıldı ve aileler ile kent halkı, yardım ve dayanışma için fabrika önüne akmaya başladı. Şahsi ilişkiler ve fabrikalar arasındaki kişisel ilişkiler de etkisini gösterdi. Ek olarak bazı militan gurupların, örneğin Metal İşçileri Birliği veya başka internet siteleri çevreleri, grev boyunca bilgi verdi ve dayanışmada bulundular.

İşte bu arada da emekçiler, hep birlikte Türk-Metal’den istifa ettiler ve seçtikleri temsilciler yoluyla resmen idareye bildirdiler. 15 mayıs günü 3 binden fazla emekçi Türk-Metal’den istifa etti. Renault emekçileri, artık köprüler atıldığı ve geriye dönüş olmadığı için bu mücadelenin sonunda bir kazananın ve bir kaybedenin olacağının bilincindeydiler. Farklı olanakları kullanarak bu mesajı diğer Renault fabrikalarına da iletmeyi başardılar ve şunu belirttiler: “Herkese şunu söyleyin, bundan sonra Türkiye’de üretilen arabalarda geri vites olmayacak!”

Renault grevi, çok hızlı yayıldı. 15 mayıs cuma günü saat 16’da 6 bin 500 kişinin çalıştığı Tofaş-Fiat fabrikası da greve katıldı. Saat 23.30 ise, metal kaplama ve karoser işleri yapan 2 bin Çoşkunöz emekçisi greve katıldı. Bir sonraki pazartesi ise başka bir otomativ taşeron fabrikası olan MAKO’daki bin 100 emekçi daha harekete katıldı. Böylece bu sanayi bölgesindeki 4 fabrika, sürekli olarak, gece gündüz grevde olup emekçilerin işgali altındaydı. Grevci sayısı, 15 bin 800 kişiye ulaşmıştı. Patron sendikası MESS ise bu durum karşısında bir açıklama yapıp grevin yasa dışı olduğun duyurdu. Ama bu arada Renault grevcilerinin talepleri, bütün fabrikaların taleplerine dönüştü. Özce bunları şöyle sıralayabiliriz: Hiç bir emekçi işten atılmayacak; yetkili sendika özgür bir şekilde belirlenecek; Bosch’ta imzalanan toplu sözleşme tüm fabrikalar için geçerli olacak.

Grev komitesi

Bu greve hiçbir sendika karar vermedi. Grev kararı alabilecek olan resmi sendika, greve karşıydı ama tüm bunlara rağmen yine de grev örgütlü bir şekilde gerçekleşiyordu. 1998 ile 2012’deki mücadelelerden ders çıkarmış olan bazı işçiler, kendi aralarında örgütlenip mücadeleye sahip çıktılar.

Bursa Renault fabrikası pres, kaporta, boya, montaj bölümleri şeklinde üretimin farklı aşamalarına göre 8 bölümden ibarettir. Ayrıca her bölüm farklı atölyelere bölünmüş olup, atölyeler de kendi aralrında UET diye adlandırılan alt bölümler şeklinde. Her UET’de 20 civarında işçi bulunuyor ve onların da başında bir şef var. Bu UET’lerin her biri, onları temsil eden bir işçi seçti.

Tüm fabrika seviyesinde 200 civarında temsilci vardı ve onlar fabrikadaki üç vardiyada, yani sabah, öğle ve gece vardiyalarında çalışan tüm emekçileri temsil eden ve bağ sağlayan 20 civarında üst temsilcileri seçtiler. En sonunda da fabrikadaki bütün emekçileri temsil eden ve fabrika yönetiminden valiliğe kadar farklı kurum ve kuruluşlarla ilişkileri sürdürmekle görevli 8 kişilik bir üst komite seçtiler. Üst komite, kendi başına karar alma yetkisine sahip değildi; bu komitede sürekli olarak toplanan emekçilerin görüşlerini almak ve gelişmeleri anlatıp oylamaya sunup onların istekleri doğrultusunda karar almak zorundaydı. Grev boyunca gelişmeler bu şekilde oldu ve kararlar, mücadeledeki emekçilerin el kaldırmaları, bazen de hep birlikte sesli oylamalarıyla alındı.

Başta bu 8 temsilci olmak üzere bütün temsilciler, farklı baskılara maruz kaldılar. Ama yine de grevdeki emekçilerin, temsilciler üzerindeki denetimi daha güçlü oldu. Örneğin 16 mayısta 8 temsilci, valilikte bir toplantıya katıldı ve vali onlar üzerinde baskı kurmak istedi: Vali “eğer siz işbaşı yaparsanız diğerlerinin de işbaşı yapacağını biliyoruz” deyip şunu ekledi “eğer işbaşı yapmazsanız ileride doğacak sorunlardan siz sorumlu olacaksınız.” Tehdit çok açıktı, ama temsilci buna karşı şöyle bir cevap verdi: “Bizim başımızı kesebilirsin, ama diğer başka başlar ortaya çıkacak”. Hükümet yetkililerinin tehditleri karşısında grevciler şöyle bir karar aldı: Artık bundan böyle valiliğin çağırdığı toplantılara katılmayacağız; eğer vali bizlere birşey söylemek istiyorsa fabrikaya gelsin.

Böylece Renault grevi bu 8 kişilik komitesi tarafından yönetiliyordu ve de bu temsilciler, grevdeki emekçiler tarafından sürekli denetleniyordu. Grevdeki diğer fabrikalarda da emekçiler, temsilcilerini seçtiler ama onların bu konuda fazla deneyimleri yoktu. Genellikle diğer fabrikalardaki emekçiler, Renault’ta alınan kararlara uymakla yetindi ve böylelikle de Renault’taki önderliği, bir nevi kendi hareketlerinin önderliği olarak kabul ettiler.

Fabrikayı işgal etmiş olan emekçiler, içeriye kendileri dışında kimseyi almamamaya karar verdiler. Gerek fabrika içerisinde gerek fabrika civarında yapılan toplantı ve eylemlere katılabilmek için istisnasız herkes fabrika kimliğini göstermek zorundadaydı. Ama yine de bazı şüpheler oluştu ve bu nedenle de grevciler somut bir denetim yapmaya karar verdi. Genel toplantıda alınan bir karar sonucu bütün bölümler ve alt bölümler, UET’ler ayrıca kendi aralarında bir toplantı yapacak ve böylece tanınmayan kişiler varsa konu aydınlanmış olacaktı. Bu toplantı sonunda hiçbir alt birime yani UET’ye bağlı olmayan ama fabrika kimliği olan 6 kişi tespit edildi. Bu 6 kişi sivil polis mi, fabrikanın gönderdiği ihbarcı mı idiler? Her ne idiyseler, grev gözcüleri onları fabrikadan uzaklaştırdı...

Hareketin ilk başından itibaren grev gözcüleri oluşturuldu, çünkü hem fabrika yönetiminin, hem polisin ve hem de sendika yöneticilerinin fedaileri veya provokatörü olay çıkarabilirdi. Bu nedenle işçiler tarafından denetim yapılıyordu ve fabrikaya giriş ve çıkışları onlar denetliyordu. Polis fabrikanın çok yakınlarında bekliyordu ve her an müdahele etme tehlikesi vardı. Hükümet yetkilileri, bütün tehditlerine rağmen, polis müdahalesine başvurmamayı tercih ettiler. Eğer polis zorla fabrikayı boşaltmaya karar vermiş olsa, fabrikadaki binlerce işçinin mücadele edeceği, karşı koyacağı ve bu işin de sanıldığı kadar kolay olmayacağı görülüyordu. Daha da önemlisi, haklarını almak için mücadele eden ve bütün çevre halkın sevgisini kazanmış olan ve de diğer metal fabrikalarındaki grevcilerin de desteklediği grevci emekçilere saldırmanın, büyük siyasi riski vardı: Polis sadırısı, zincirleme dayanışma eylemlerini ve de eylemlerin her tarafa hızla yayılmasını ve artık durumun denetiminin gittikçe daha da zorlaşmasını getirecekti.

7 Haziran genel seçimleri öncesindeki bir ortamda, ne yerel iktidar ne de hükümet yetkilileri böyle bir riski göze almak istemiyordu. Siyasi açıdan bakıldığında, hiçbir parti emekçilerin mücadelesini desteklemediği için emekçiler, yalnız başına kalmış gibi görünüyordu. Ama aslında öyle değildi, çünkü grevciler kitlelerin desteğine sahipti. Kitleler, fabrika önüne gelip mücadeleye destek veriyordu ve aileler de sürekli gelip grevcilere ihtiyaçlarını getiriyordu.

Patronların tavrı

Renault tröstü idarecileri, grevcilerin isteklerini yerine getirme eğilimindeydi. Çünkü Renault arabalarına yoğun bir talebin olduğu bir dönemde, Bursa’daki grev grubun bütün fabrikalarını etkiliyordu. Farklı ülkelerdeki fabrikalar, üretimlerini tamamlamak için birbirlerinin ürettikleri parçalara bağımlıdır. Her gün onlarca TIR Fransa, Romanya, Fas ve Türkiye arasında mekik dokuyor. Örneğin Paris bölgesindeki Renault Flins fabrikası, Bursa’daki grevden etkilendiği için alelacele “Antonov” kargo uçakları kiralayıp ihtiyacı olan “Clio” parçalarını tedarik etmeye çalıştı.

Renault, Bursa Renault emekçilerinin isteklerini kabul etseydi, sonuçta normal bir şey olurdu. Çünkü emekçiler, Türkiye’deki para değeri kaybının yol açtığı enflasyondan etkilendiler. Satın alma güçlerinin eski seviyeye gelmesi de gayet normaldır. Ancak bu durum, sadece Renault emekçilerini etkilemediği için, metal işkolu patronlarının birliği MESS bunu istemiyordu. Hem MESS hem de hükümet, aralık 2014’de imzalanan sözleşmeyle enflasyona rağmen ücretleri dondurdu ve bu kararın çiğnenmesini kesinlikle istemiyordu.

Yine de son gelişmeler karşısında MESS, bir istisnayı kabul ederek ilgili patronların bir defaya mahsus bin lira (350 avro) vermesini kabul etti. Ama bir şartla: Emekçiler hemen işbaşı yapmalıydı. Renault ve diğer fabrika grevcileri, bu teklifi kabul etmedi ve mücadeleyi sürdürdüler.

Bu arada patronlar, şefler aracılığıyla işçiler üzerinde bireysel baskılarını da giderek artırıyordu. İşçilerin greve son verip işbaşı yapmaları için onlara şahsen telefon ediyorlardı.
Örneğin 3 bin lira civarında maaş alan bir işçiye şefi telefon edip baskı yapmaya çalıştı:

Şef: “İşbaşı yapacak mısın?”

Grevci: “Hayır, UET’deki bütün yoldaşlar grevi devam ettirmek için oy kullandık.”

Şef: “Beni anlamadın; senden istediğim diğerleriinin ne yapacağı değil, SEN ne yapacaksın?”

Grevci: “Hayır, şef sen beni anlamadın, bizler grevi devam ettirmek için oylama yaptık!!!”

Yine bu konuyla ilgili şeflerden başka işçilere de telefonlar geldi. Örneğin bir şef ile bir grevci arasında şöyle bir konuşma oldu:

Şef: “Emekli olmana birkaç ay kaldı, bu grev seni hiç de ilgilendirmez, iş başı yap.”

Grevci: “Evet, doğru beni ilgilendirmez: Zaten ben de kendim için değil gençler için grevdeyim!”

Başka birçok işçiye benzer telefonlar geldi: “Seni hiç anlamıyorum, senin gibi aklı başında, belirli bir yaşa gelmış, çoluk çocuğu olan birisi, evli olmayan, çocuğu olmayan çoluk çocuğun peşinden gidiyorsun. Aklını başına topla ve yeniden iş başı yap.”

Emekçileri gençler ve yaşlı başlılar; kalifiye, düz işçi gibi farklı şekillerle bölmeye çalıştılar. Ama başaramadılar. Grev muazzam bir birliktelik sağladı ve herkes omuz omuza hep birlikte hareket etti.

İdare, grevcileri korkutmak için polisin müdahale edeceği haberlerini yaydı. Fabrikayı zor kullanarak boşaltmak oldukça zor görünüyordu çünkü birlikte hareket eden, kararlı binlerce emekçiyi dışarı almak kolay değil. Üstelik hakkını arayan emekçilere müdahale etmek iyi karşılanmazdı. Noterler gönderip fabrikayı işgal eden işçilerin tahribatta bulunup bulunmadığını tesbit etmeye çalıştı. Bunlar da hiç bir işe yaramadı. Çünkü işçiler, hiç bir tarafı kırıp geçirmedi! 22 mayısta idare, yalan bir şekilde Renault ve Tofaş grevinin bittiğini duyurdu. Büyük basın bunu hemen yaydı. Ama basın, mücadele ile ilgili hiç bir şey yazmamıştı. Aslında emekçiler buna fazla şaşmadı: Çünkü büyük medya grupları, büyük mali çevrelerin ve fabrikatörlerin ellerinde.

Renault taviz vermek zorunda kaldı

Grevcilerin kararlı mücadelesi karşısında 26 mayısta Renault’tan, MESS’in tavizlerine ek olarak başka tavizlerle geldi:

- Grev nedeniyle kimse işten atılmayacak

- Renault işçilere karşı açtığı davaları geri çekecek

- Renault bütün emekçilerine istedikleri sendikaya üye olma özgürlüğünü tanıyor

- Bir ay içerisinde en düşük ücret alan emekçilere önemli ücret artışları verilecek

- MESS’in önerdiği 1.300 lira (350 avro) ikramiye en geç hafta sonuna kadar tüm emekçilerin hesabına yatırılacak

- 2015 yılı sonunda, istisnasız herkese en az 600 lira (200 avro) üretim ikramiyesi verilecek.

- Emekçiler özgür bir şekilde temsilcilerini seçebilecekler ve grev döneminde seçtikleri temsilcileri, Renault resmi temsilci olarak kabul edecek.

- Bankada hesapları olan tüm emekçilere aynı gün 480 lira (170 avro) para yatırılacak.

- Renault mücadele esnasında uğradığı zarar ve kayıplarla ilgili her hangi bir işlem yapmayacak. Aynı şekilde işçiler de mücadele esnasında yaşananlardan dolayı Renault’a karşı her hangi bir yasal girişimde bulunmayacak.

Mücadeleye katılan emekçiler, Renault ile yaptıkları bu anlaşma ile ne istedikleri ücret zammını ne de saat ücreti artışını sağlayamadılar. Sadece bir ay sonra verilecek olan vaatleri elde ettiler. Tüm bu sınırlı tavizlere rağmen emekçiler, 27 mayıs sabahı yeniden iş başı yapmayı kabul etti.

Tabi ki bu durum bazı tartışmalara yol açtı. Bazı işçiler, özellikle en mücadeleci olanlar, mücadeleyi devam ettirmek istiyordu. Bu işçiler, oluşturulan yeni güç dengesi sayesinde esas istekleri olan saat ücreti zammını alabileceklerini düşünüyordu. Ayrıca iş başı yapılarsa, idare güç kazanarak işçileri geriletecek ve güç dengesini kendi lehine dönüştüreceğini düşünüyorlardı. Evet, idarenin hesaplarının arkasında bunlar vardı. Ama emekçilerin çoğu iş başı yapmak gerektiğini düşünüyordu. Çünkü onlara göre zaten belirli haklar alınmıştı. Diğer yandan, sanayi bölgelerindeki Fiat, Çoşkunöz, Mako gibi fabrikalar zaten iş başı yapmışlardı. Yine de işçilere göre mücadele burda bitmiyordu. Bu geçici bir ara sayılırdı.

Grev esnasında, birçok konuda ciddi tartışmalar oldu. Örneğin fabrikayı işgal etmek gerekir mi? İşgal esnasına farklı güvenlik birimleri oluşturup vardiyalar şeklinde nöbet tutmak gerekli mi? Yürüyüşler tertiplemek gerekli mi? Ama bütün bu tartışmaların da ötesinde en önemli şey, emekçiler patrona karşı hep birlikte mücadele edebileceklerini gördü. Yeniden iş başı yapılıp yapılmamasında belirleyici olan emekçilerin birliğiydi. Bu nedenle de emekçiler, hep birlikte iş başı yaptılar. İdare yeniden görüşme için bir aylık bir süre istedi. Bu nedenle de sorun bu bir ay boyunca oluşturulan birliği sürdürebilmek ve gerekirse patronun yeni önerilerine göre yeniden hep birlikte harekete geçmekti.

13 gün süren bir grevin ardından yeniden iş başı yapılınca şefler ile yeni ilişkilerin nasıl olacağı çok merak ediliyordu. Çünkü genellikle şefler, işçilere karşı hor görücü bir tavır içindeydi. İşte bu konuda, bazı bölümlerde sürpriz oldu: Şefler, çok nazik ve gülümser bir tavır takındılar: “Hoş geldiniz; iş başı yaptığınız için size teşekkür ederiz; şirket iş başı yapmanızı hiç unutmayacak “ gibi güzel sözler ettiler. Fransa’daki genel idare bu konuda çok daha fazla deneyimli olduğu için özel olarak bazı temsilcileri göndermişti. Bu temsilciler, şefleri ciddi bir şekilde uyardı: İşçilere karşı hor görüşlü ve kötü davranan şef anında işten atılacak! Renault grubu, arabalarına çok acil ihtiyacı vardı ve idare artık şunu iyice görmüştü: İşçilere karşı en küçük bir kötü davranış anında grevi yeniden tetikleyebilirdi.

Konuyla ilgili bir işçi şöyle bir yorumda bulundu: “Grevden önce kendilerini kral zanneden şefler, şimdi çok mütevazı davranıyor. Önceleri bize selam bile vermeyen şefler, şimdi iki elleriyle birlikte ellerimizi sıkarak merhaba diyorlar. Şimdi artık bize saygı gösteriyorlar ve bizden korkuyorlar.” Bir bölüm toplantısı esnasında bölüm şefi işçilere hitaben şunu açıkça söyledi: “Belki farkında değilsiniz ama sizler gerçekten bir devrim yaptınız.”

İdare, emekçilerin tepkilerini test etti. İlk test haziran ortalarında oldu. İdare, işe devamsızlığı gerekçesiyle bir işçiyi işten çıkarmayı denedi. İşçilerin tepki göstermeyeceğini sandı. Ama tam tersi oldu, işçiler anında işi durdurdu ve idare bir defa daha geri adım atmak zorunda kaldı ve bu işçiyi işten atmaktan vazgeçti. Emekçiler, temsilcilerin haberi ve onayı olmadan, hiçbir işçinin atılmasını kabul etmediklerini hatırlattılar. İdare de buna uymak zorunda kaldı.

İkinci test haziran sonunda yaşandı. İdare, grev esnasında seçilen 8 temsilciyi çalışmaya zorlama denemesi oldu. Onları teker teker görüşmeye çağırarak “iş başı yapmadınız” bahanesiyle cezalandırma tehdidinde bulundu. Bunun anlamı artık bu temsilciler görevlerini yerine getiremiyecek ve idare de onları artık temsilci olarak kabul etmiyordu. Renault şöyle bir açıklama yaptı: “Yasal olarak”, hem eski Türk Metal temsilcilerini ve hem de grev esnasında seçilen temsilcileri kabul etmek mümkün değildir. Bu olayda da Renault yönetimi, hemen geri adım atmak zorunda kaldı, çünkü anında emekçiler tepki gösterdi ve vardiya çıkışında işçiler hep birlikte muazzam bir protesto eylemi tertipledi.

Bu başarısız girişim sonunda Renault idaresi, çaresiz bir şekilde 26 mayısta verdiği sözü tutmak zorundaydı ve ücretler konusunu yeniden görüşmek zorunda kaldı. Haziran sonunda Renault ve metal sektörü patronlarının 11 bin emekçinin katıldığı metal grevinin ardından, 2014 aralığında MESS ile Türk-İş arasında yaptıkları toplu sözleşmeyi yeniden gözden geçirmeyi kabul ettiler. Buna göre üç yıl içerisinde toplam 3 bin 500 lira (1.200 avro) ikramiye, 2015’te 1.400, 2016’da 1.400 ve 2017’de ise 700 lira olarak verilecek. Bu önerileri çok yetersiz bulan Renault emekçileri, hemen tepki gösterdi. İdare grevin yeniden başlamasını hiç istemediği için hemen yeni önerilerde bulundu: Yeni öneri, somut olarak MESS önerisine ek 3 bin 500 liralık bir ikramiye anlamına geliyor. Bu yeni önerilerin ortalaması yapıldığında en yüksek ücretler için ayda 240 lira (80 avro) ve en düşük ücretler için ayda 350 lira civarında (120 avro) bir ücret zammı demek. Yani en azından bu dönem için enflasyon oranında bir ücret zammı demektir.

Her şeye rağmen idare, emekçileri bölüp morallerini bozma planından vazgeçmedi. Bu çabalarından birisi 8 merkez temsilcisini baştan çıkarma girişimleriydi. İlk önce bu temsilciler teker teker idareye çağrılıp “işinizi yapmadınız, yerinizde değildiniz” gibi uydurma bahanelerle tehdit edildiler. Ama buna ek olarak, onlara tatlı bir hayat isterlerse bunun mümkün olduğu ve bunun için Türk Metal’e geçip onunla hereket etmelerinin yeterli olacağı anlatıldı. İdare bu konuda kısmen başarılı da oldu. Çünkü 8 temsilciden 4’ünü kendine çekmeyi başardı ve Türk Metal’ı fabrikada korumaya çalıştı. Patrona teslim olan 4 temsilci emekçilerin güvenini tamamen yitirdi.

İdare emekçilere karşı gelemeyeceğini artık anladığı için geri adım atmak zorunda kaldı. 13 gün sürmüş olan grev Renault’a, başta en çok satılan ve esas üretimi Bursa’da ve Flins’da olan Clio 4 modelinden olmak üzere, 12 bin araba kaybına yol açtı. Fransa’da bu modelin üretimine 23 mayısta son verilmişti. Ama idare Fransa’daki Flins fabrikasında üretimi yeniden devam ettirmek için gece vardiyasını yeniden başlattı. Hem Bursa’da hem de Flins’da şefler, sürekli işçiler arasında dolaşıp fazla mesai yapacak adaylar arıyordu ama nafile, bulamıyordu. İşte bu somut şartlarda Renault, düzenine darbe vurabilecek kum taneciklerinden korunmak istiyordu. Bursa grevi, birkaç tane değil avuç dolu kum tanesi serpmiş oldu! Artık güç dengesi, Bursa’daki emekçilerden yanaydı ve onlar da bunun farkındaydı. Renault yönetimi bunu görmüş olmalı ki bundan belirli dersler çıkardı.

Eylemler bütün ülkeye yayıldı

Grev, Bursa sanayi bölgesinden sonra ülkenin dğer bölgelerine de yayıldı. İzmit’deki Ford Otosan fabrikasında çalışan 8 bin emekçi de 18 mayıstan itibaren Renault emekçilerinin istekleri temelinde greve gidip kendi temsilcilerini seçip Türk-Metal’de istifa ettiler. 21 mayısta ise Ankara’daki 2 bin Türk Traktör emekçisi greve gidip temsilcilerini seçti ve grevi, yemekler dahil, bu temellerde sürdürdü. Bu fabrikada da işçiler üzerinde bir sürü baskı uygulandı. Örneğin gece geç saatlerde bile işçilere telefon edip; “dikkat edin aranızda teröristler var” gibi tacizlerde bulunup gözdağı vermeye çalıştılar. Ama bu fabrikadaki emekçiler de çok kötü şartlarda çalıştıkları için, satın alma güçlerinde önemli kayıplar olduğu için, zorla mesaiye kalma veya geçinebilmek için kaçak olarak ikinci bir işte çalışma zorunluluğu öfkeyi iyice artırdığı için grev 12 gün aralıksız devam etti.

Başka fabrikalarda da grevler oldu. Örneğin İstanbul’a yakın Mercedes ve Hyundai fabrikasında, İzmir’de petrol rafinelerinde ve başka bazı küçük fabrikalarda da grevler oldu. Artık giderek patronlar grev dalgasından korkmaya başladı. Örneğin CMS jant fabrikasında, greve gidilecek diye bir bildiri dağıtılması patronun hemen işçilere bin lira ikramiye vermesine yetti. Bu grev dalgası, orta boy kentlerini de etkiledi: Eskişehir’deki beyaz eşya fabrikası Arçelik işçileri 26 mayısta greve gitti, ardından da polis fabrikayı boşalttı. Grevin bu fabrikalara yayılmasının ardından MESS taviz verdiğini açıkladı ve bunun üzerine yeniden iş başı yapıldı. Patronlar birçok yerde iş başının hemen ardından baskı yaptı ve duruma yeniden hakim olabilmek için tensikatlara bile baş vurdular. Bu grevler esnasında bin 500 civarında emekçinin işten atıldığı söyleniyor. Tıpkı 2012’de Renault’ta olduğu gibi. Ama yine de baskılara rağmen bir sürü büyük fabrikada önemli mücadeleler yaşandı. Örneğin Renault grevinin bitmesinden bir hayli gün sonra bile Enpay, ORS (rulman üretiyor), Gürmak (amortisör üretiyor), Senkromeç gibi fabrikalarda grevler yaşandı...

Renault’ta emekçiler, idarenin yeniden eski duruma dönme isteğinin getireceği tehlikelerin bilincindeydi ve buna karşı gelmek gerektiğini görüyorlardı. İşte bu nedenle grev esnasında oluşturdukları örgütlülüğü devam ettirmenin ve tetikte olmanın gerekli olduğunun farkındaydılar. Bunun için yaz tatiline çıkmadan bir gün önce, 11 ağustosta idareye bir uyarıda bulundular. Hep birlikte fabrikanın içerisinde bir yürüyüş yapıp şunu haykırdılar: “Hep birlikte gidiyoruz, hep birlikte geri geleceğiz.” Ardından işbaşı günü olan 24 ağustosta, önce hiç bir kişinin eksik olmadığını tesbit edip sonra hep birlikte iş başına gitmek için buluşma kararını aldılar.

Verilen mesaj çok açıktı: Eğer idare yaz tatilini fırsat bilerek tensikatlarda bulunursa emekçiler buna cevap olarak yeniden hep birlikte eyleme geçecek. Tatil dönüşünde ilk işbaşı yapacak olan vardiya, bin 500 kişilik gece vardiyası, hep birlikte fabrika önünde toplandı. Ardından birer birer içeri girip herkesin girmesini beklediler ve her hangi bir işçinin giriş kimliğinin geçersiz olup olmadığını denetlediler. Diğer iki vardiya da aynı yöntemi uyguladı ve bu eylem, işçilere öyle bir cesaret verdi ki, kimsenin işten atılmadığı ve şu sıralar idarenin böyle bir girişime cesaret edemeyeceği ortada olmasına rağmen ertesi gün de tüm emekçiler aynı eylemi tekrarladılar. İlk defa bu 2015 yaz tatilinde hiçbir işçi işten atılmadı. Bu bir istisnadır!

Ne Renault’ta ne de Türkiye’nin diğer fabrikalarında sınıf mücadelesi bitti. Bazı söylentilere göre idare emekçiler arasında ajanlık yapmak için işe üç sivil polis aldı. Kasım ayı sonunda bazı Türk-Metal temsilcileri, atölyelerde dolaşıp tepki gelir mi diye test yaptılar. Emekçiler, bunu bir kışkırtma olarak algılayıp 3 vardiya da tepki gösterip fabrika içerisinde protesto yürüyüşü gerçekleştirdi. Bu da şunu gösteriyor ki, grevden bu yana 6 ay geçmesine rağmen emekçiler, tetikte beklemeye devam ediyor.

Bursa Renault fabrikası emekçileri, kazandıkları zaferler ve oluşturdukları birliktelik nedeniyle kalıcı bir şekilde istedikleri gibi örgütlenme haklarını, çalışma ve yaşam şartlarını iyileştirmek için mücadele etme kararlılıklarını koruyorlar. Renault’taki bu mücadele ve zafer o kadar büyük bir örnek teşkil etti ki, artık farklı bir fabrikada mücadele olduğunda emekçiler “biz de Renaulttakiler gibi yapacağız” demekten çekinmiyorlar.

Bir işçi demokrasisi deneyimi

Gerek Oyak-Renault fabrikasındaki emekçilerin gerek Türkiye’nin diğer yerlerindeki emekçilerin sorunları, sadece ücret, çalışma ve yaşam şartları değil. Emekçiler, en küçük bir hak arayışında hemen karşılarında sendika aygıtını buluyor. Türkiye’deki yasalar, sendika aygıtlarına emekçiler konusunda bir tekel hakkı verdi ve bir sürü engel oluşturulduğu için grev hakkı neredeyse yok edildi. Emekçiler, en küçük hakkı elde etmek veya korumak için engellerle karşılaşıyor. Bu nedenle de örgütlenme hakkına sahip olmaya ve birlikte hareket etmeye ihtiyaçları var. Patronlar, mevcut yasaları kullanarak emekçileri bu temel haklardan mahrum tutuyor. Patronlar, bu uygulamaları sendika bürokrasisinin de yardımı ile yapıyor, çünkü sendika bürokratları emekçilerin hakları için değil, kendi ayrıcalıklarını korumak için uğraşıyor.

Bursa Renault emekçileri, yıllarca bu gibi sorunlarla karşı karşıya geldiler ve en nihayet kendileri bir çözüm buldu. Sorunlarına çözüm bulmak için iyi niyetli bir siyasetçinin yasaları hazırlamasını beklemedi. Ya da sol veya devrimci sol çevrelerde yaygın olan “daha mücadeleci bir sendikaya geçelim” veya sendika olmadığında “önce sendika kuralım” gibi takıntılarla boşu boşuna uğraşmadılar. Onların hep birlikte greve çıkmaları, defalarca dayanışma içinde olmaları, büyük bir güç oluşturmalarını sağladı. Bu güç sayesinde patronun tüm manevralarını boşa çıkardılar. Örgütlenme haklarını kullanarak, kendi öz temsilcilerini seçtiler ve karar verdikleri anda greve gidip en azından belirli hakları elde edebildiler. Böyle bir işçi demokrasisi deneyimini yaşamış olan emekçiler için bu istisna bir şeydir ve yaşam boyu bunu kesinlikle unutmayacaklar.

Hem fabrika idaresi hem sendika bürokratları emekçilere “greviniz yasa dışı”, “böyle temsilci seçimi yasal değil” gibi tehditler savurup karşı çıkmaya çalıştılar. Ama grev gerçekleşti, emekçiler istedikleri temsilcileri seçti ve idare de kabul etmek zorunda kaldı. (Aslında 2007’deki halk oylamasıyla kabul edilen Anayasa değişikliğinde, sendika olmayan işyerlerinde işçilerin kendi aralarında seçtikleri temsilcilerin, işveren tarafından tanınması bir hak olarak kabul edilmişti. Ancak, aradan geçen bunca zamana rağmen hala ilgili yasalarda gereken değişiklikler yapılmadı.)

Fabrikada, arabaları üreten emekçilerdir ve fabrikanın zenginlikleri, sağlıklarını yitirme pahasına ve bazen de hayatlarını kaybeden işçiler tarafından sağlanıyor. İşte bu nedenlerden dolayı emekçiler, şartlarını tayin etme haklarına sahiptir.

Renault emekçileri, bugün elde ettiklerini, bundan sonra da korumaya devam etmeli. Bunun tek güvencesi ise mücadeleciliklerini, birlikte hareket etme alışkanlıklarını ve daha da önemlisi eriştikleri bilinç seviyelerini her ne pahasına olursa olsun korumalarıdır. İdare ve sendika aygıtları, emekçilerin gücünü yıpratmak ve onları bölmek için sürekli manevralarını sürdürecekler. Emekçiler, buna her gün ve sürekli olarak karşı koymalı.

Renault’ta bir sorun, en azından bugün için çözüldü. Ama bu sorun ülkedeki diğer emekçiler için gündemde. Emekçiler kötü çalışma şartları, düşük ücretler, idarenin baskı ve aşağılamayı yaşıyor, haklarını istemeye karar verdiklerinde, başta, sendikal ve örgütlenme özgürlüğünün olmadığı gerçeğiyle karşılaşıyor. Bursa Renault grevi çok önemlidir, çünkü emekçilerin hangi yollarla, hangi yöntemlerle haklarını elde edebileceklerini somut olarak gösteriyor. En azından metal iş kolundaki diğer fabrikalardaki emekçiler de bu deneyimden esinlenerek mücadeleye geçtiler ve “bizler de Renaulttakiler gibi mücadele edeceğiz” dediler. İşte bunun somut anlamı; bu mücadelenin hem onlar için hem de tüm Türkiye emekçileri için ne önem taşıdığını gösteriyor.

Renault deneyimi daha da derinleştirilmeli, defalarca tekrarlanmalı ve bütün emekçilerin ortak mirasına dönüştürülmeli. Ama böyle birşey ancak bu deneyimlerin tüm ülke seviyesine yayılarak, sömürü düzenine ve patronların hüküm sürdüğü düzene karşı işçilerin temel çıkarlarını savunan gerçek bir işçi partisinin oluşturulması ile mümükündür. İşte böyle bir durumda, Bursa Renault fabrikasındaki grevden sonra bir atölye şefinin vurgu yaptığı “devrim” bütün ülke seviyesinde gerçekleşebilir. Böylece de yaşamımızı gerçekten değiştirmek mümkün olur.


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Yeni broşürler var, ilgini çekebilir   ?