Ordu ve Müslüman Kardeşler rolleri paylaşıyor
Birkaç gün bekledikten sonra, Mısır seçim komisyonu, Adalet ve Özgürlük Partisi’nin, bilinen adıyla Müslüman Kardeşler’in adayı, Muhammet Mursi’nin başkanlık seçimini kazandığını açıkladı.
Mübarek’in düşüşünün ardından, Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi, on beş aydır “demokratik geçiş” olarak bilinen süreci yönetiyordu. Aslında Konsey, seçilenlerin kanadını daha önceden budamıştı. Anayasa Konseyi, aralık ve ocak aylarında yapılan ve içinde Müslüman Kardeşler’in yer aldığı İslamcı çoğunluğun aslan payını elde ettiği milletvekili seçimlerini iptal etmişti. Muhammet Mursi’nin seçildiği ilan edilmiş olsa da, iktidar yine askerlerin isteklerine bağımlı kalacak.
Tüm yorumculara göre, Müslüman Kardeşler’le askerler arasındaki ilişkiler, iktidarı paylaşan iki güç arasındaki ilişkiye dönüşerek yoğunlaşacak. Meclis yeniden toplanacak ancak Müslüman Kardeşler, sadece İslamcılardan oluşan bir hükümet kurmayacağına ve yasama da şeriat kurallarını esas almayacağına dair söz veriyor.
Sonuçta hangi uzlaşmada karar kılınırsa kılınsın, Mübarek’in gidişinden önce Mısır iktidarında olanlar devam edecek. Müslümanların çoğunlukta olduğu diğer ülkelerde olduğu gibi İslamcı partiler, camilerin çevresindeki mahallelerde etkilerini kullanarak ağ kuruyorlar ve devletin ilgilenmediği kitleler arasında, özellikle sağlıkla ilgili sosyal yardım rolü oynuyorlar. Müslüman Kardeşler, burjuva zenginler, doktorlar, mühendisler tarafından denetlenen birçok dinci militana dayanıyor.
Bu nedenle siyasi iktidarın kaldıracını elinde tutan ordu, gün geçtikçe Müslüman Kardeşler’e daha fazla göz yumabilir. Müslüman Kardeşler’in şehirlerde ve mahallelerde, bu şekilde tutunması, onları toplumsal denetimde bir güç haline getirirken kitlelerin mutsuzluluğun, kontrolden çıkmış bir patlamaya yol açmasına engel oluyor. Kriz, Mübarek’in gidişi ile birlikte, Müslüman Kardeşler’in daha da güçlenmesine imkan tanıdı ve bu kez siyasi iktidarda hak iddia ediyorlar. Onların bu talepleri, ancak iktidarı, ordunun yüksek hakemliği altında başkalarıyla paylaştıklarında kabul edilecek. Öte yandan, Müslüman Kardeşler, İslam’ın ilk dönemlerine geri dönmeyi amaçlayan Sünni hareketi ile de rekabet halindedir.
Askerlerin de ötesinde başta ABD olmak üzere emperyalist güçlerle de ilişkiler kurulduğu görülür bir şekilde ortada. ABD, orduya, kendisiyle işbirliği yapabilecek siyasetçileri sağlaması için bu dini partiye güvenebileceklerini ve Müslüman Kardeşler’in Mısır’da, çok eskiden, İngiliz gizli servisinin desteği sayesinde doğduğunu hatırlatıyor.
Askeri güç ile İslamcılar arasında, şimdilik az çok zıt olan işbirliğinin olduğu söylenebilir. Bu durum biraz Türkiye’deki duruma, Cezayir’in geçmişinde yaşananlara benziyor. Ordu laikliğin ya da Müslüman olmayan azınlıklara saygının garantörü olarak, kendini bir çeşit gericilik karşıtı kale gibi sunabilir. Ancak aynı zıtlık, Türkiye’de de büyük ölçüde yapmacıktır. Çünkü iktidardaki ordu, İslamcıların varlığını kolaylaştırıcı bir etkide bulunmuştu. Türkiye’de ordu İslamcıları, sol hatta devrimci fikirlerin gelişmesine karşı bir güvence olarak görüyordu.
Aslında, aynı durum; İslamcı partinin gelişmesine askerlerin yıllarca göz yumması, Mısır’da da yaşanıyor. Eğer askerler, bu partinin siyasi gücü tümüyle eline almasını karşı çıkıyorsa, partinin uzun zamandan bu yana toplumda iktidar olduğunu söyleyebiliriz. Bunun somut belirtisi Cuma günleri olanlardır: Cuma günü istisnasız bütün Kahire sokakları hoparlörlerle donanmış ve hatta bazı evlere yerleştirilen ses cihazlarından çok yüksek sesle camilerdeki dua ve vaizler aktarılıyor. Ek olarak son birkaç yıl içerisinde neredeyse bütün kadınlara başörtüsü dayatılmıştır. Buna tek istisna Hıristiyan kadınlardır.
İslamcıların adaylarıyla ordunun adayları arasında, Mübarek’in gidişinden bu yana geçen on beş ayda, başkanlık seçimlerinde çekişme yaşanıyor. İktidar, kendini modernliğin temsilcisi gibi tanıtan ordu ile demokrasi yoluyla seçilmiş ve kendini halkın sesi olarak gören gerici parti arasında paylaşılmış gibi görünüyor. Kitleler, bu iki taraftan hangisinin kendileri için daha korkutucu olduğunu sorup, seçeneğimiz nedir diye sorabilirler.
Çünkü gerçekten de bu taraflardan hiç biri, Mübarek’in iktidarına karşı 2011’in Ocak ve Şubat aylarında dile getirilmeye başlanan demokratik ya da toplumsal talepleri temsil etmiyor. Mısır devrim daha gerçekleşmedi ve öyle görünüyor ki bundan sonra devrim, emperyalizmin ve burjuvazinin iktidardaki her iki kanadına da meydan okumak zorunda. LO (29.06.12)