Sinif Mucadelesi

Yeni iş yasasını geri çekme hareketinde ikinci dalga

Salı 19 Temmuz 2016

Mayıs genel eylem gününe katılım, 31 Marttaki kadar olmadı. CGT rakamlarına göre katılan sayısı 300 bindi (polise göre 153 bin). 19 Mayısta 400 bin (polise göre 128 bin). Paris’te, tahminen katılım, 19 Mayısa göre %50 daha fazlaydı. 26 Mayısta büyük işyerlerinin katılımı daha az olmasına karşılık bu defa, daha küçük ve taşeron işyerlerinde çalışan emekçilerin katılımı fazlaydı. Bunun anlamı; şimdiye kadar harekete katılmayan emekçilerden bazı yeni kesimlerin eyleme geçmesiydi.

Rafinelerde greve katılan emekçilerin eylemi sonucu akaryakıt kıtlığı başladı ve bunun yansımaları, hareketi güçlendirdi. Valls’ın gürültülü açıklamaları ve burjuva medyasının CGT’e karşı yürüttüğü karalama kampanyası da tepkileri arttırdı.
“Sosyal terörizm” başlığı, 24 Mayıs tarihli Le Figaro gazetesinin manşetiydi. Sağ kanadın ve özellikle Serge Dassault’nun yani, Mirage ve Rafale uçaklarının, Ortadoğu’da yapılan bombalamaların sözcüsü olan Le Figaro, terörizmi elbet iyi bilir! Bunun yanı sıra, CGT’ye karşı “Fransız ekonomisini yok etme” gibi suçlamalarda bulunmasını da iyi bilir.

Grevdeki işçilere karşı benzer ifadeler kullanan tek büyük yayın organı Le Figaro değil. Birçok yayın organı, akaryakıt depolarını işgal eden rafineri grevcilerine karşı Başbakan Valls’in tepinmelerini, hatta “Fransızları rehin alma” suçlamasını yazdı.
Sağ ise hükümetin zor durumda olmasından faydalanıp hükümeti, CGT’ye karşı hoşgörülü davranmakla suçluyor. Ancak, sosyalist bakanlardan sağ ve Ulusal Cephe’nin ileri gelenlerine kadar herkes “rehin alma”, “çoğunluğa iradesini dayatmak isteyen azınlık” gibi söylemlerde bulunarak harekete olan ortak düşmanlıklarını sergiliyor. Hatta Sosyalist Parti genel sekreteri Cambadelis, CGT’yi “kargaşalık düzenlemekle” suçladı.

Hükümet, uygulandığında kurbanı olacak çalışanların neredeyse tümünün ve halkın dörtte üçünün reddettiği iş yasasını dayatmaya çalışırken, kendi parlamenter çoğunluğunu takmadan, Anayasa’nın 49-3 maddesini (kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi ÇN) devreye sokup Meclisi es geçerek, kararı sadece yürütme erkine bıraktığı zaman demokrasi diye haykırıyorlar! İşçiler, alçak El Khomri yasasına ve onu istemeyen çoğunluğa dayatılma biçimine karşı çıkınca, o zaman terörizm ve düzensizlik oluyor!

Eskiden, burjuva basınının “iğrenç satılmışlığından” bahsedilirdi. Şimdi işçiler seslerini duyurmaya başladıkları anda, basın, bütün gücüyle ona emir veren burjuvaziyi koruyor.

İş yasası, emekçilere yeni bir saldırı

İş yasasının ne olduğuna yeniden değinmeyeceğiz, sadece yapılan tüm değişikliklere rağmen en temel saldırının devam ettiğini hatırlatacağız: Tüm emekçileri koruyan iş yasasının özü yok ediliyor. Bu kararın esas hedefi; emekçilerin toplu şekilde haklarını savunmalarına son verip, patron karşısında bölmek, yani patronların keyfi davranışları karşısında örgütsüz bırakmak.

Aslında patronlar, krizin büyümesini ve işsizliğin artmasını fırsat bilerek, zaten sınırlı toplumsal hakları adım adım yok ettiler. Geriye kalan, mevcut çerçeveyi de yok etmek. Sosyalist hükümet, şimdiye kadar bir sürü işçi karşıtı karar aldı ve 2017 genel seçiminde silinip süpürülmeden önce, burjuvaziye son bir hizmet daha vermek istiyor.

İşte bu son hizmet girişimi, bardağı taşıran damla oldu. Ek Khomri iş yasası girişimi, basına 17 Şubatta sızdı ve hemen, hedefte olanlar, yani hem emekçiler hem de öğrenci gençler yasaya karşı tepki gösterdi. Yasaya karşı yapılan ilk 6 Mart yürüyüşlerinden bu yana, ülkenin temel gündemi, yasaya karşı gelişen protesto hareketi oldu.

Aslında işçi sınıfının yeniden harekete geçmesinin daha derin nedenleri var. Yasa, mevcut birikmiş büyük hoşnutsuzlukların alevlenmesini sağlayan kıvılcım oldu.

Hareketin dinamiği ve sınırları

Esas tepkiyi, ücretlilerin oluşturduğu ve bazen de öğrenci gençlerin katıldığı ve hatta başlangıçta ilk ayak oldukları hareketin iki buçuk aylık tarihçesini yeniden yazmayacağız. Öğrenci gençlerin önemli bir kısmı, sonunda çalışma yaşamına katılacaklarını görüp bu yasanın geleceklerini belirleyeceğini anladılar.

İş yasasının geri çekilmesi isteğiyle, genel olarak, arada bir CGT, FO, Dayanışma ve FSU öncülüğünde tertiplenen bir günlük eylemler yapıldı. İlk eylem günü, 31 Marttı. Ülkenin 266 farklı kentindeki yürüyüşlere tahminen farklı kaynaklara göre 500 bin ile bir milyon katılım oldu ve birçok işyerinde grev yapıldı.
Mediapart yayın sitesi, bu hareketin temel olarak sendikalı emekçilerin yoğun oldukları işyerlerinde gerçekleştiğini ama genellikle eylemlere katılmayan küçük işyerlerinin, bürolardan, dondurulmuş ürün satan şirketlerden, temizlik şirketlerinde, otel ve restoranlarda, Conforama süpermarket gibi yerlerde çalışan emekçilerin de katıldığından söz etti.

İşçi sınıfı içerisinde açıkça patronları savunan CFDT, bazı üyeleri harekete katılmayı sürdürmesine rağmen, başlangıçtan kısa bir süre sonra hareketten çekildi.
Kabul etmek gerekir ki bu mücadeleye en çok katılan sendika konfederasyonları bile istemeye istemeye katıldı. Hatta 23 Şubatta CGT’nin, Montreuil kentindeki genel merkezinde toplanan yöneticileri, yasa girişiminin iptalini gündeme bile almadı. Sadece, utanç verici şekilde, yasanın bazı maddelerinin tartışılması gerektiğine vurgu yapmakla yetindiler.

Ardından CGT ve de FO ile SUD konfederasyonları, taban militanlarının bir kısmının tepkisi ve hatta öfkesi sonucunda, yöneticileri, yasanın tümünün geri çekilmesine ilişkin açıklama yaptı.

Hareketin ilk eylem günü 9 Mart, gençlik örgütlerinin çağrılarıyla gerçekleşti. Konfederasyonlar, bu eyleme yarım ağızla çağrıda bulunup çok başarılı olmaması için ellerinden geleni yaptılar.

Konfederasyonların kafa karışıklığına, aynı kentlerde çelişkili buluşma yerleri belirlemelerine ve hatta bazen sabotaj girişimlerine rağmen bir sürü emekçi ve militan yürüyüşlere katıldı.

Birkaç yüz bin emekçi ve militan “yeter artık” aşamasına gelmişti. Hükümetin uyguladığı işçi düşmanı siyasete karşı, en azından sokağa çıkıp hoşnutsuzluğu belirtmek gerekiyordu.

Farklı tarihlerde eylem günleri gerçekleşti: 26 Mayıs dahil toplam 8 eylem günü yapıldı ve en çok katılım 31 Martta oldu.

Büyük işyerlerinde çalışan emekçilerin katılımı, genellikle militan çevreleri ile sınırlı kaldı. Yine de bu, hareketin bir kazanımı; militan çevreler solun iktidarda olduğu son 4 yıl içerisinde tamamen ihmal edilmişti ve bu eylemler sayesinde, yeniden harekete geçip moral bulup mücadele azmine kavuştu.

Daha da önemlisi, hareket; bu güne kadar emekçilerin çoğunluğunun, hatta harekete katılmayı düşünmeyenlerin de sempatisini kazandı.

Hareket ve onun temel isteği olan iş yasasının geri çekilmesine kazanılan destek, ilerisi için hareket açısından çok önemli. Diğer yandan, hareketin sınırlarını da ortaya koyuyor. Yani durum şöyle görünüyor; emekçilerin çoğu hareketi benimsiyor ama mücadeleyi kendileri yerine başkalarının yapmasını bekliyorlar.

SNCF’e (devlet demiryolları) gelince; emekçilerin eylemlere katılımı sınırlı oldu. Farklı zamanlarda, farklı bölgelerde ve farklı tarihlerde parçalanmış eylemler yaptılar. CGT konfederasyonunun grev çağrısında bulunduğu ilk tarih olan 31 Mayıstan bu güne kadar, sadece çok az demiryolu emekçisi, grevin büyütülmesini benimsedi.

İş yasasını geri çekme hareketi, hiçbir aşamada, çok kitlesel katılıma dönüşmemesine rağmen, süre açısından bayağı uzun bir zaman içerisinde varlığını korudu.

İşçi sınıfı ilk kez, kendisini temsil ettiğini iddia eden bir hükümete karşı açıkça tavır koydu. Esas hareketi gerçekleştiren militan emekçi çekirdeği, büyük iş yerlerinde sınırlı olmasına rağmen, bu çekirdek, sonuçta farklı tarihlerde daha geniş bir emekçi çevresini, grev ve yürüyüşlere katmayı başarabildi.
Yürüyüşlerin, farklı tarihlere ve zamana yayılması nedeniyle militan çekirdeği olmayan küçük kentlerdeki küçük ve orta boy iş yerlerinde, emekçilerin bir kısmının harekete katılması mümkün oldu.

Eylemlere katılan emekçilerin yanında binlerce genç ilk defa protesto yürüyüşlerine katılma, siyasetçilerin tavırlarını görme, polislerin coplarına ve gaz bombalarına hedef olma deneyimi yaşadı. İşte gençlerin yaşadığı deneyimleri, tıpkı geçmişte bazı gençlerin Villepin (eski bir başbakan ÇN) yasalarına karşı yapılan eylemlerde elde ettikleri deneyim gibi gelecek için önemli.

Hareketli ortam, aynı zamanda bazı medya kuruluşlarının “Gece Ayakta” gibi çevreler tarafından işgal edilmesiyle sonuçlandı. Bu gibi eylemler, çap olarak sınırlı ve daha çok aydın, küçük burjuva, üniversite çevrelerini, öğretmenleri harekete geçirdi. Toplumdaki sosyal ve siyasi krizin yansıması ve harekete katkıda bulunuyor; en azından harekete ilk başlarda cesaret verdiler.

Diğer yandan harekete yön verenlerin, hareketin kendileri olduğunu ve hatta bazılarının hareketin önderliği olduklarını iddia etmeleri gerçekten tuhaf.

“Gece Ayakta” hareketinin direk veya dolaylı olarak “doğrudan demokrasi veya katılımcı demokrasi” veya hareketin “dikey” olmasına karşı çıkılarak “yatay, siyaset dışı” gibi ifadelerin arkasına sığınmaları, aydın küçük burjuvazinin, tüm iyi niyetlerine rağmen, acizliğini ve emekçilere, düşünsel katkıda bulunup sınıf bilincine erişmesine yardımcı olmadığını gösterdi.

Hareket, siyasi bir çizgide gelişti. İşte böyle bir ortamda, siyasete karşı çıkmak tamamen saçma. Hareketin dinamikleri bile bir sürü siyasi sorunu gündeme getirdi.
Örneğin en somut siyasi sorun; mücadele eden emekçilerle hükümet arasındaki ilişkinin nasıl olacağı. Emekçilerin tavrı mücadeleye katılmak oldu. Emekçiler, somut olarak kendine sol diyen burjuva partilerden en aşırı sağ partilere kadar, bütün partilerin aynı çizgide hareket ettiğini gördü. Ek olarak emekçiler, medyanın onlara karşı olduğunu gördü. Bir de sendika konfederasyonlarının tavırlarını görerek bir fikir oluşturdular.

Üstelik çok kısa süre sonrası için de bir sürü sorun gündeme geldi. Örneğin en çok karşı çıkan konfederasyonlar bile nereye kadar gitmeye hazırdı? İşçi sınıfının çoğunluğuna nasıl ulaşılabilir? Süren mücadeleye katılanlar, mücadele nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, nasıl daha güçlü ve bilinçli çıkabilir?
İşte emekçiler, tüm bu soruların cevabını laf kalabalığı yapmakla yetinen “Gece Ayakta” hareketine bağlı aydınlardan alamaz.

Konfederasyonların tutumu

CFDT yönetimi, El Khomri iş yasasını önce adaletsiz olduğu ve de “sendikaların yeteri kadar işe katılmadığı” gerekçeleriyle eleştirdi, şimdi “yasanın yeniden yazılmasını sağlamakla” övünüyor.

CFDT’nin birçok militanı, harekete katılmasına rağmen, sendikanın genel başkanı açıkça, patronların ve hükümetin safında yer alıyor. CFDT genel başkanı Laurent Berger, 25 Mayıs tarihli Parisien gazetesine verdiği demeçte “yasanın geri çekilmesi kabul edilemez”, deyip “böyle bir şey emekçiler için çok kötü olacak, çünkü yasadaki yeni haklardan mahrum kalacaklar” dedi.

CGT, hareket ilerledikçe daha da kararlı bir tavır geliştirdi. İlk başlarda CGT, tereddüt içindeydi ve sonraları tabanın ruh hali doğrultusunda hareket ederek önceden belirlenen tarihlerdeki eylemler için çağrıda bulundu ve böylece daha çok emekçi harekete katıldı. CGT, El Khomri yasasının geri çekilmesine karar verdikten sonra tabandaki militanlar, özellikle de yönetimin yalpalamasını ve suskunluğunu hoş karşılamayanlar, eylemlere daha gönüllü katıldı.

Paralel olarak sendika yönetimlerinin bilinen reformist tavrı gelişti; tabandaki emekçilerin, sendika yönetiminden bağımsız hareket etmelerine tepki gösterdiler. Örneğin emekçilerin işyerlerinde, kendi aralarında kalabalık toplantılarla karar almalarından memnun kalmadılar. Bu tavır, demiryolu iş kolunda açıkça görüldü. SNCF yönetimi, ilkin sadece iş koluyla ilgili sorunları öne sürmekle yetindi. Hareketin gelişimi sonrasında mücadeleye katılan grevci demiryolu emekçileri, tabanda yaptıkları toplantılarda, isteklerine yeni iş yasasının geri çekilmesini de kattılar.

İşte bu iki farklı durumun gelişmesi, CGT’nin siyasetine ikircikli ve çelişkili bir görünüm verdi. Bazı yerlerde, taban militanları hareketi hızlandırdı, bazı yerlerde frene basıp hareketi yavaşlattı.

Sonuçta CGT yönetiminin Marttan itibaren geliştirdiği siyaset çelişkili ve fiilen daha önce uyguladığı siyasetin bir tür eleştirisi. CGT fiilen yaptıklarıyla, kitleleri harekete geçirme imkanına sahip olduğunu gösterdi. İşte bu somut örnek şunu gösteriyor; eğer sol hükümet geldiğinde CGT, hükümetin siyasetine karşı tavır koyup mücadeleci tutum takınsaydı, daha genel olarak sınıf mücadeleci siyaset geliştirseydi, emekçilerin bilinçlenmesi çok daha çabuk olurdu. Emekçiler, patronların saldırıları karşında hükümete güvenmenin mümkün olmadığını ve hatta hükümetin siyasetinin, patronların saldırısının bir parçası olduğunun bilince hızla erişebilirdi.

Sol, hükümete geldiğinden beri CGT sesiz kaldığı için bu yıllar, emekçilerin bilinçlenmesinde kayıp yıllar oldu. Çünkü CGT, hükümet, kendine “sol hükümet” dediğinden, saldırılarına suskun kaldı ve kafa karışıklığına yol açtı ve bu durumdan kurtulmak o kadar kolay değil!

Sınıf mücadelesi, sınırlı olduğunda bile, sendikal bürokratik aygıtların hesaplarından çok daha güçlüdür. CGT yönetimi, başlangıçta hükümet ile bilek güreşi yapmak istedi ya da istemedi; sonuçta kararları, militanların çoğu tarafından kabul gördü. CGT, bilek güreşini üstlenip, işi daha da ileri götürerek en güçlü olduğu iş kollarında militanlarını seferber ediyor. Ancak mücadelenin denetimini kaybetmekten korkuyor. Her şeye rağmen bugün CGT, hareketin devam etmesini isteyen en büyük güç olarak görünüyor.

Basının ve patronların hedefinde CGT ve daha somut olarak Genel Başkanı Phillipe Martinez’in siyasi çizgisinin olması rastlantı değil. CGT ile diğer konfederasyonlar arasında bir ayrılık yaratılmak isteniyor. Çünkü CGT’nin tüm ikircikli siyasetine rağmen, hareketin esas motor gücünü temsil edenin CGT etrafındaki militanlar olduğu görülüyor.

Hangi aşamadayız?

Hareket devam ediyor ve hatta bazı eylemler radikalleşiyor. Hatta şimdiye kadar eylemlere katılmayan bazı meslek kesimleri, eyleme katılmaya başladı veya katılmak için hazırlık yapıyor. Örneğin petrol ve kimya iş kolu, kamyon şoförleri, liman emekçileri, şehir ulaşım emekçileri (RATP) gibi hava limanlarında tüm sendikaların çağrısı üzerine 3 Haziran için grev karı alındı; EDF (gaz ve petrol) hizmetlerinde ve nükleer santraller için grev çağrısı yapıldı; 31 Mayıstan itibaren SNCF (demiryolları) ve 2 Hazirandan itibaren RATP (şehir ulaşımı) için yenilenebilinir grev çağrısı var.

Bu işkolları, sendikalı emekçi oranının en yoğun olduğu yerler ve CGT’nin tutumu belirleyici olacak.

Petrol rafinelerindeki grevler ve sonuçları, harekete, özel şirketler dahil, yeni bir nefes verdi. Elbette katkı, büyük şirket çalışanlarını da harekete katmak için yeterli olmadı. Yine de 26 Mayıs eyleminde büyük şirketlerden gelen katılımda artış oldu.

Önümüzdeki günlerde hükümetin, medyanın ve onlarla birlikte burjuvazinin “radikal” dediği eylemlere karşı yapılan saldırıların sonucu olarak, harekete katılanlar ile işçi sınıfının çoğunluğu arasında bir ayrışıma olup olmayacağını göreceğiz. Şu ana kadar sadece işçi sınıfı değil tüm kamuoyu, akaryakıt kıtlığından ve sonuçlarından sorumlu olarak hükümeti görüyor.

Büyük patronların, en azından bazılarının, kışkırtıcı tavırlarının hareketi durdurmak için etkili olup olmayacağını veya tam aksine hareketi büyütüp büyütmeyeceğini ileride göreceğiz.

PSA-Peugeot-Citroen tröstünün idaresi, sözde daha iyi şartlar sağlama bahanesiyle toplu sözleşmeyi üç yıla çıkararak, daha rekabet edebilir konuma gelmek için emekçilere karşı büyük saldırı planlıyor. PSA, son yıllarda kârını önemli ölçüde artırmış olmasına rağmen son üç yıl içerisinde Fransa’daki çalışan sayısını 17 bin azalttı. Devam edip, zorunlu fazla mesai ücretini ödememek ve emekçiler aleyhine başka saldırılar yapmak istiyor.

PSA Genel Müdürü Carlos Tavares, bu stratejiyi uygularken diğer büyük şirket patronları da, hükümetin El Khomri iş yasası saldırısını fırsat bilerek, yasadaki bir sürü saldırıya başlamak isteyebilir. Sonraki seçimde sağ, yeniden hükümete gelebilir ve eğer emekçilere karşı yapılan saldırı planlarının önemli bir kısmı, şimdi gerçekleşirse, sağ için daha iyi!

Saldırı planlarının ve kışkırtmaların ters etki yaratıp, bunları hazırlayanların aleyhine dönmesi mümkün. Buna örnek vermek gerekirse, PSA var. PSA’nın saldırı planları ters tepki yaratıp başta Mulhouse kentindeki fabrika olmak üzere birçok fabrikada emekçilerin eylem ve grevlerine yol açtı.

Boyalı basın, olayları iyice çarpıtarak hareketi, hükümet ile CGT’nin “radikalleri” arasında, hatta bazıları Valls ile Martinez arasındaki kişisel kavgaya indirgemekten çekinmiyor.

Aslında isimlerin ve sendika etiketlerinin ötesinde, üç aydan fazladır yaşananlar, krizin ve kârın savunmasını isteyen ve bu amaçla emekçilere saldıran büyük burjuvazi ile onun emrindeki hükümet arasındaki mücadele ve de işçi sınıfının, çıkarları için kendini savunması gerektiğinin bilincine varmaya başlamasıdır.

Bu satırları yazdığımızda Valls, büyük pozlar takınıp keskin duyurularla iş yasasını yürürlüğe koyacağı ve CGT’nin ahkam kesemeyeceğini ilişkin büyük laflar ediyor. Geçmişte defalarca, “dediğim, dedik” deyip sonra geri adım atmak zorunda kalan bir sürü bakan, hatta başbakan gördük!

Belki de hükümet ve CGT, kendi deyimleriyle taviz vererek “onurlu bir uzlaşma” yapacak. Ancak CGT ve hükümet arasındaki bilek güreşinin de ötesinde sınıf mücadelesi, büyük patronlar ile işçi sınıfı arasındaki kavga var. İşte bu kavgada “onurlu bir uzlaşma” mümkün değil. Burjuvazi, kârını korumak ve arttırmak için elindeki tüm olanakları seferber ederek işçi sınıfına saldıracak, ücretleri düşürmeye, tensikatlara ve de çalışma şartlarını geriletmeye devam edecek.

Sürmekte olan hareket, nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, önemli olan, harekete katılanların bunu yapmakta haklı oldukları bilincine varmaları!

Bu mücadele, işçi sınıfının burjuvaziye ve onun hükümetine karşı verdiği bir kavga. İleride bunun gibi çok kavga kesinle olacak. İşte üç ay boyunca yaşanan kavga deneyimi ileridekiler için çok kıymetli.

Süren hareketin veya işçi mücadelelerinin yeniden canlanmasını sağlayacak olan patronların ve hükümetinin hangi kışkırtması olacağını önceden kimse tahmin edemez. Ancak, büyük patronlar ile hareket arasındaki güç dengesinin değişmesi için hareketin daha geniş emekçi kitlelerin katılımını, daha bilinçli ve burjuvaziye karşı daha tehditkar olması gerektiği net bir gerçek.

Mücadeleye şimdiye kadar işçi sınıfının küçük bir azınlığı katılmasına rağmen, diğer emekçilere örnek olabilir.

Önemli olan bu mücadeleye katılan emekçi ve militanların; mücadelenin gerekli olduğu ve zafer kazanmanın mümkün olduğu sonucuna varabilmeleridir. (27.05.2016) LDC, Sayı 176


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi-Yazılar   ?