Sinif Mucadelesi

Küresel krize ve sınıf mücadelesine yakalanan Çin

Perşembe 3 Kasım 2016

Son zamanlarda Çin ekonomisinin gerçekten sağlıklı olup olmadığına ilişkin sorular katlanarak arttı. Burjuva yayınların gazetecileri, Çin ekonomisini bu güne kadar “ekonomik mucize” olarak nitelendiriyordu. Ekonomistler, Şanghay borsasının çöküşü ile Çin parası Yuan’ın devalüasyonu arasında, Çin ekonomisinin büyümesindeki yavaşlama ve azalmanın sonuçları hakkında kendilerini sorguladı. Bu zorlukların, Çin ekonomisinin ani çöküşünün habercisi olup olmadığını, beraberinde bütün dünya ekonomisini kargaşaya, yıkıma götürüp götürmeyeceğini, ya da Çinli yöneticilerin fazla ısınıp patlamaya hazır duruma gelen Çin ekonomisini, yumuşak inişle yatıştırıp yatıştıramayacağını bilmek için uzunca tartıştılar.

Çin yıllardır, bütün rakiplere kafa tutan brüt gayrisafi yurt içi hasıla (GSYİH) büyüme oranları açıklıyor. Ancak öncelikle, bu rakamların herhangi bir eleme yapılmadan, değerli bir niteliği, önemi olmayan neredeyse her şeyi kapsadığını söylemek gerek. Örneğin, rejimin köylülerden çaldığı, başka hiçbir değişiklik yapmadan fiyatı piyasa değerine değişen topraklar, büyüme rakamlarını şişiriyor. Gayrimenkuller için de aynısı söz konusu. Spekülasyonun etkisi altındaki fiyatları, büyük şehirlerde hiç durmadan yükseliyor. Yani, resmi büyüme rakamının yansıttığı ekonomik gerçeklik, tartışmaya açık. Üstelik iktidar, gerçeği değil, istediği rakamları veriyor. Rejimin, 2015 yılında, enerji tüketimi durgunlaşmışken, büyüme oranını %7’nin üzerinde açıkladığı hatırlanmalı. Çin’in büyümesi resmi olarak, her durumda bu yıl %7’nin altında kalacak. Ayrıca, büyüme, 2007 yılında rekor düzeyi olan %14’e yükselmişken, 2009’dan 2011’e kadar, dünya mali krizi ve ekonomik gerileme ile karanlığa gömüldüğünde Çin’in %9’dan fazla büyüdüğü açıklanmıştı. Bu yıl, son 25 yılda kaydedilen resmi büyüme rakamlarının en kötüsü olacak.

Çin’in gerçek büyüme oranı ne olursa olsun, az gelişmiş bir ülke olarak kalıyor. Eğer kişi başına düşen resmi GSYİH düşünülürse, 1.3 milyar insanın yaşadığı devasa ülke, dünya sıralamasının başlarında değil, 80. sırada, Dominik Cumhuriyeti ile aynı düzeyde. Son aylarda Batılı ekonomistlerin ve Batı piyasasının, Çin ekonomisinin sorunlarına bunca duyarlı olmasının nedeni, insanlığın %20’sini barındırması ve ekonomisinin, dünya ekonomisinin 2008 yılından itibaren karanlığa gömülmesini kısmen engellemesinden. Ayrıca küresel kârın yabana atılamayacak, gözardı edilemeyecek önemli bir bölümü Çin’de, Çin işçi ve köylüsünün sırtından gerçekleştiriliyor. Son olarak, hammadde vurguncuları doğal olarak, dünyada üretilen metallerin %40’ını ve diğer hammaddelerin %20’sini, hatta %30’unu tüketen bu ülkeden gelen en ufak bir haberle harekete geçiyor.

Öncelikle Batılı tröstlerin hizmetindeki ihracat ekonomisi

Çin’in ekonomik büyümesi, işçilerin sömürüsüne ve köylülerin topraksızlaştırılmasına, topraklarına el konulmasına ve kamulaştırılmasına dayanıyor. Çin ekonomisi, 2000’li yıllarda dünyanın atölyesi olmasa da, en azından mamul mal üretim merkezlerinden en önemlilerinden biri olmaya başladığında, gerçekten harekete geçmeye, kalkınmaya başladı. Kuşkusuz gözalıcı olan bu dönüşüm temel olarak, düşük ücretlere; 2000’li yılların başında dünya çapında uygulanan en düşük ücretlere dayanıyor. Çin, Batılı kapitalistlere açılarak, son derece merkezileşmiş devleti, onların hizmetine vererek, Batılı ve Japon sermayesini kendisine çekti; bu ülkelerin tröstleri hesabına üretim yapan fabrikalara yatırım yaptı.

Çinli liderler, öncelikle Pekin, Şangay, Şenzhen ve Hong Kong arasındaki doğu kıyısındaki serbest bölgelerde, sanayi bölgeleri yarattı. Çinli işgücünü, el emeğini buralarda neredeyse hiç pahasına sattılar. Her zaman gündemde olan, uygulanan ve temel ticari değişim şeması şöyle: Çinli taşeronların ya da yabancıların ellerindeki atölyeler, hammadde, ara madde ithal ederek, el emeğinin maliyetin en önemli bileşeni olduğu işlerde, Apple, Honda, Nike ya da başka bir şirket veya sektör hesabına bunları birleştiriyor, üretim yapıyor. Çok uluslu şirketlerin sahip olduğu ürünler, daha sonra dünya pazarına doğru yeniden ihraç ediliyor.

Bu Batılı tröstler için en başından itibaren bütünüyle kârlı bir iş. Çin işgücü, kırsal kesimdeki devasa yedek işgücü ordusuyla, sayılamayacak kadar çok görünüyor. Bu durum Çin’deki çok düşük ücretlerin, sanayi gelişimin yedek emekçi ordusunu hızla tükettiği Güney Kore ya da Tayvan gibi ülkelerden daha uzun süre devam edeceğini düşündürüyor. Çin’de, Batılı şirketlerin istedikleri gibi kâr edip mutlu olmalarını sağlamak üzere uygun bir ortam oluşturmakla ve kurulu düzeni sürdürmekle görevli, polisiyle, ordusuyla, iktidarın emrindeki tek sendikasıyla, bir rejim var.

İşte Çin böylece, 2004’te mal ihracında Japonya’yı, 2007’de ABD’yi ve 2009’da da Almanya’yı geçerek dünyada ilk sıraya yerleşti. Çin’in küresel ticaretteki payı 2000’de %4’ten azdı; 2014’te %12 oldu. Çinli liderler, yeni oluşan ve sayıları on milyonları bulan, büyük ve küçük burjuva tabakası zenginleşmek üzere bu durumdan faydalandı. Rüşvet ya da başında oldukları fabrikalardan komisyon alarak, benzeri küçük kırıntıları toplayarak, hatta bazıları çok daha büyük kırıntılarla, çoğunluğu emperyalist ülkelerin tröstlerine giden emekçilerin sömürüsüyle zenginleşti.

Mali kriz ve yatırım politikası

2008’de küresel mali krizi, durumu değiştirdi. Dünya üzerinde durgunluk ve gerileme yaygınlaştı, buna bağlı olarak tüketim azaldı. Bu durum, Çin ekonomisi için gerçek bir sorun oldu. Rejim, krizin etkilerini bertaraf edebilmek için 2008’den itibaren, ABD’nin yaptığıyla kıyaslanabilecek düzeyde yeni ekonomik kararlar aldı. Rejim, sadece yeni burjuvazinin kârını desteklemek için değil, aynı zamanda Batılı sermayenin yatırım yapmak üzere gelmesini teşvik etmek için ülkenin altyapısını bütünüyle geliştirip iyileştirmeye başladı. Demiryolu hatları, havaalanları, yeni sanayi bölgeleri, aynı zamanda da tiyatro ve müzeler inşa etmek için trilyonlarca dolar harcandı. Gemi yapımı, güneş panelleri, kömür, çelik, çimento üretimi için ekonomiye milyarlar enjekte edildi. Tüm yatırımlar, Çin’in üretim kapasitesini geliştirdi. Öyle ki, 2013’ten itibaren, altyapı kapasitesinin ihtiyacı aşacağı, hatta gerekenden çok ilerde olduğu hızla netleşti.

Taşınmaz gayrimenkuller, emlak sektörü, düzenlenmesi gereken ilk alan oldu. Bu sektörde bir yandan vurgunculuk, Pekin ve Şangay gibi büyük kentlerdeki gayrimenkul fiyatını aşırı derecede arttırdı. Aynı zamanda yerel yönetimler, gerekli altyapıyla birlikte milyonlarca lojman inşa ettiklerinden küçük ve orta büyüklükteki kentlerde, tamamıyla hayalete dönüşmüş mahalleler oluştu. Konutların büyük kısmı, alıcı bulunamadığından boş. Aşırı yatırım, sadece konut ya da bina inşaatıyla sınırlı değil. Financial Times’ın (İngiliz günlük ekonomi gazetesi) 2015’teki tahminine göre, 2008’den beri, 6 milyar 800 milyon dolar tutarındaki, devlet ve yerel yönetimler tarafından vaat edilen yatırımın yarısı, gereksiz, işe yaramaz yerlerde kullanıldı. Rakamlar kuşkusuz tartışılabilir ama ekonomiye enjekte edilen para, herkes için kayıp değil. Pek çok gayrimenkul yatırımcısı, inşaat patronu ve aynı zamanda Batılı sanayici veya yıllarca büyük miktarlarda ithal edilen hammadde, demir, petrol veya gıda üreticisi servet yaptı. Ülke, 2008’den sonra Batılı kapitalistlerin yeni cenneti oldu. Uçaklarını, metrolarını, havaalanlarını, makinelerini yerleştirmek için orada olmaları gerekiyordu. Yeni ekonomik hamle, sadece Çinli yönetici ve mülk sahibi tabakaların işine yaramadı, tüm dünya burjuvazisi de yararlandı: Öyle ki Çin, küresel büyümenin yegane motorlarından biri olarak kabul edildi.

Çin’in borcu ve sonuçları

İhracatın düşmesinden sonra, altyapıya büyük oranda yatırım yapma politikasının da durduğu açık. Bunun temel nedeni, finansman yani gereken para ve krediyi bulamama. Bu politika, önce kısmen köylünün sırtından finanse edildi. Çin’de, altyapı yatırımlarının çoğunluğuna yerel yönetimler karar veriyor. Onların ana gelir kaynağı, gayrimenkul sektörüne sattıkları arsalardan geliyor. Toprakları, işleyen köylülerden koparıp alma hakkını kendilerinde buluyorlar. Çin’deki bir üniversiteye göre, 1990’dan beri, Çinli ailelerin %16’sını oluşturan 200 milyon kişi, yetkililerin emriyle topraklarını terketmek zorunda kaldı. Yerel yönetimler, ayın sonunu böyle getiriyor ve Çin burjuvazisi ile birlikte dünya burjuvazisi, böyle zenginleşiyor.

Ancak bu, gerekli paranın sadece bir kısmı. Rejim, altyapı yatırımları için gerekli mali kaynağın geri kalan kısmını, borç alıyor. Çin’in borcu, 2003’ten 2008’e kadar, eğer kamu sektörü ve özel sektör birlikte hesaplanırsa, GSYİH’nın yaklaşık %150’si civarında gerçekleşerek, nispi olarak istikrarlı, fazla değişmeden kaldı. 2009’dan itibaren tam anlamıyla patladı ve geçen yıl GSYİH’nın %260’ına ulaştı. Tırmanışın duracağını düşünmek için hiç bir neden yok. Çin, dünya ekonomisinin 2008’de krize girmesinden sonra, kredi makinesini kullandı. Bu makine, her yanından çatırdamaya başladı. Les Echos’daki (Fransız günlük ekonomi gazetesi) 11 Mayıs 2016 tarihli “Çin’de tahvil borcu patladı” başlıklı makalede, tahvil borcunun her çeşidinin, faizle birlikte son 12 ayda iki kattan daha fazla arttığı ileri sürüldü. Çok sayıda şirket, emlak sektörü girişimcileri ya da şehrin kendisi, borç senetlerini ödeyemez hale geliyor ve bu durum yaygınlaşıyor. Borç ödemekte çok zorlananlar, devlet tarafından kurtarılsa da, borcun transferi yani devlete geçmesi, iptal edilmesi anlamına gelmiyor.

Hizmet ekonomisine doğru mu?

Rejim bir çözüm arıyor. İhracat artmıyor, hatta son sekiz, dokuz aylık sürede olduğu gibi azalma, gerileme eğiliminde. Altyapı yatırımlarına, artık daha önceki gibi avantaj sunulmuyor. İşte bunun için rejim şimdi, bütün ülkelerin kapitalistleriyle birlikte, yüz milyonlarca Çinliyi, yeniden devasa büyük bir pazar haline dönüştürme hayaliyle Çin ekonomisinin yönünü hizmet sektörü ve iç tüketime yönlendirmekten bahsediyor. Elbette söylemek, yapmaktan çok daha kolay. Daha gerçekleşmeden eski uygulamalar iş başında. Çin rejimi, ihracatı desteklemek, daha kârlı kılmak ve böylece Vietnam ya da Kamboçya’nın küçük rekabetine karşı koyabilmek için bu yıl parasını bir kaç kez devalüe etti. Bu politika, ithal edilen gıdanın fiyatını arttırarak, Çinli tüketicilere ödetmeyi içeriyor. Rejim, martta, işletmeler için Çinli ve yabancı kapitalistlere kendi kâr payları üzerinde güven sağlamaya yönelik, vergi indiriminden başka, altyapıya yeni bir dalga yatırım yapılacağını açıkladı: Demiryolu ve karayolu yapımına borçlanmayla finanse edilecek, ek 300 milyar avro ayrıldı.
Sonra da, Çin hükümeti ve burjuvazisi, ekonominin yavaşlamasının maliyetini, öncelikle işçi sınıfına ödetiyor.

Çin proletaryası

Çin’deki ekonomik yavaşlamanın siyasi sonuçlarını tahmin etmek zor olsa da, ülkenin dünyanın atölyesine dönüştüğü bütün bu yıllar boyunca, dünyanın en kalabalık ve hatırı sayılır proletaryanın gelişimi yadsınamaz bir gerçek olarak kalıyor. Çin’in devasa köylülüğü, daha şimdiden, büyük oranda işçileşti. Kırsalda, genellikle yaşlılar yaşıyor. Onların çocukları, kentlere doğru göç etti. 274 milyon Çinli, göçebe işçiye dönüştü. Mingongs yani “göçebe işçi” denilen bu işçiler, diğer milyonlar ve kent proleterleriyle birlikte Şanghay veya Pekin’de göz dolduran modern Çin’i inşa ettiler. Çin burjuvazisinin ve devlet aygıtının yönetici tabakasının servetini garantilediler. Çinli göçebe işçiler, ikinci, üçüncü sınıf vatandaş muamelesi gören ve en çok sömürülenler. Aktif nüfusun üçte birini oluşturuyorlar. Temelde inşaat ve imalat sektörlerinde, çoğunlukla özel ya da yarı özel şirketlerde çalışıyorlar. Üçte ikisinin iş sözleşmesi bile yok. Hukou sistemiyle (Hukou, Mao döneminde nüfusu kontrol etmeye yarayan bir kayıt sistemi. Kırlar ve kentler arasında kalıcı bir bölünme yaratarak statü sistemi getirdi ancak yurttaşlar kanunlar karşısında eşitti. Bu sistemin sürdürülmesi, yeni bir sosyal kategorinin oluşmasını; yedek el emeği ordusunu ve Çin ekonomisini ilerleten göçebe işçiler kategorisinin oluşmasını sağladı) köklerinin bulunduğu taşraya bağlı olan ancak kendilerine verilen ülke içi pasaportla kısıtlanan göçebe işçilerin, çalıştıkları kentlerde hiçbir kamu hizmetinden, hiçbir devlet okulundan ve hiçbir sağlık hizmetinden yararlanma hakları, genellikle yok. Maaşları ortalamanın altında, ancak gerçek ücretleri daha da düşük, çünkü her şeyi ödemek zorundalar. Başka bir deyişle borçla başı dertte olan devlet, maddi maliyete yol açacağı için bu sosyal ayrışmayla ilgilenmiyor.

Çinli aktif nüfus, yani çalışabilen insan yaklaşık 800 milyon kişi. Fabrikalarda, 100 milyondan fazla işçi var. On milyonlarca işçi, madenlerde, bir o kadarı inşaat sektöründe çalışıyor. Bir 100 milyon, hizmet sektöründe istihdam ediliyor. Ve nihayet geri kalan on milyonlar, bulabildikleri ufak tefek işlerde, yapabildikleri kadarıyla geçinmeye ve yaşamaya çalışıyor. Tüm bunlar modern, genç, dinamik ve son yıllarda mücadele etmekten kaçınmayan bir işçi sınıfının doğup gelişmesini sağlıyor.

Grevcilerin mücadeleleri

Grev, Çin’de, emekçiler tarafından sıkça kullanılan bir silaha dönüştü. Bu silahı en iyi ücreti, en iyi çalışma koşullarını, en iyi sosyal güvenlik yardımını ve emekli aylığını kazanmak için mücadelede kullandılar. Ücretler ve sosyal güvenlik, sigorta sistemi temel sorun, çünkü ülkede, SGK gibi kurumlar yok ve emekli aylığı gibi dağıtılan fonları, çalışılan şirketlerin kendisi idare ediyor. Çin’de bir emekçi, fabrikalarda, net olarak söylemek gerekirse genellikle 40 yaşına kadar sömürülüyor. Bu yaştan sonra, çok yaşlı, yeteneklerini yitirmiş, daha az becerikli kabul ediliyor. Bu durumda ya inşaatlarda ya da hizmet sektöründe daha az ücret ödenen işlerle yetinmesi gerekiyor. 20 ile 40 yaşları arasında biriktirilen para, daha sonraki yıllarda yaşamın raslantısal olarak getireceği sorunlara güçlükle karşı koyulmasını, eğer hala çalışılıyorsa çok düşük ücreti, emekli olunduysa sefalet düzeyindeki emekli aylığını tamamlamayı sağlıyor. Aynı zamanda ücret artışı için mücadelede de hayati bir önemi var.

Çinli işçilerin maaşları, aylık 400 dolar civarında. Vietnam’da ya da Kamboçya’da ödenenden daha yüksek olsa da, Tayvan, Japonya ve Batılı ülkelerde ödenenden çok düşük. Çin her zaman düşük ücretler ülkesi oldu. Ancak Çinli işçiler, kendilerini dayatmayı bildiler ve 2008-2014 yılları arasında, asgari ücret çok sayıdaki kentte iki katına çıktı ve on yılda ortalama üç kat arttı. Ancak, enflasyon ve özellikle emlak fiyatının artışına oranla göreceli olduğunu belirtmek gerek. Maaş artışı, grevcilerin mücadelesinin meyvesi oldu. Bu bağlamda, resmi Çin medyası, özellikle de yabancı şirketlerdeki grev haberlerini veriyor. Grevler, oluşan atmosferin niteliklerini ortaya koyuyor. 2010 yazında Foshan’da, Japon grubu olan Honda’da yapılan grev, yedek parça kıtlığına yol açması nedeniyle, grubun Çin’deki bütün fabrikalarını felç etti. Honda yönetimi, maaşları ayda 1.600 yuandan 2.400 yuana yükselten %50 oranında, yani o dönemde 200-300 avroya varan ücret artışı yaptı. Bilindiği gibi grev dalgası, bütün ülkeyi sardı. Honda grevini izleyen aylarda, Kore yakınındaki Liaoning taşrasında, Dalian kentinde, 73 farklı şirkette çalışan 70 bin işçi greve gitti. 2014’te, başka bir dizi grev Çin’i sarstı. Grevlerin en ünlüsü baharda yapıldı. Hong-Kong yakınındaki, Çin’in temel sanayi merkezlerinden biri olan Dongguan’da Nike, Adidas ya da Asics’in taşeronu olarak çalışan, dünyanın en büyük ayakkabı üreticisi (dünyada satılan her beş çiftten birini üreten) Yue Yuen’deki 40 bin emekçi, daha iyi sosyal güvenlik hakkı talep ederek çalışmayı durdurdu.

Çinli işçi sınıfı gençliği, son 15 yılda, acımasızca istismar edilmeyeceğini, sömürülmeyeceğini gösterdi. Çinli bir patron şunları söylüyor: “1990’dan sonra doğan gençliği yönetmek, yönlendirmek çok daha zor. Başka bir yerde daha iyi bir iş bulur bulmaz iş değiştiriyorlar. Ayrıca iyi ücret ödeyen işle ilgili bilgilerini hemen sosyal medyada paylaşıyorlar. 2000’de günde 14 saat kolayca çalışılırken, bu gençler günde 8 ya da 10 saati işte geçirmek istemiyor.” Patronlar, Çinli işçileri daha önce olduğu gibi sömürememekten şikayetçi!

Ekonomik yavaşlama ve krizin karşısında Çin işçi sınıfı

Bilindiği gibi Çin, 2015’in sonunda yeni bir dizi grevle damgalandı. Sosyal medya aracılığıyla, bildirilen grevleri sayan Hong Kong’daki Çin İşçi Bülteni Derneği’ne göre, Aralık 2015 - Ocak 2016’da, yani Çin yeni yıl şenliğinden önce, bir önceki yıla göre ortalama üç kat daha fazla grev yapıldı. Bu defa en çok gündeme gelen grev nedeni, maaş artışı değildi. Ocak ayında kaydedilen 503 grevin 439’unun nedeni, şirketlerin aşırı borçlanması ve ekonominin yavaşlamasının sonucu olan, ödenmeyen maaşların ödenmesi, ya da maaş azaltılmasına karşı koymak için yapılan mücadelerle ilgiliydi.

Çin işçi sınıfı için en büyük tehdit, başta kapasitesinin üstünde ya da aşırı borçlu şirketlerde çalışan emekçilere karşı sosyal savaş planı açıklayan Çin Hükümetinden geliyor. Çin, Çinlilerin “zombi şirketler” diye adlandırdığı, sadece kredilerle tutunmaya çalışan kamu işyerlerindeki milyonlarca işin yok edilmesine ve böylece milyonlarca işçinin işten çıkarılmasına hazırlanıyor. Bu durum, gelecek 5 yıl boyunca işten çıkarılacak olan madencilik ve demir çelik sektörlerindeki 1 milyon 800 bin işçiyi ilgilendiriyor. Kömür sektöründe de, Longmay’dan söz edildiği duyuldu. Yüzlerce emekçiden oluşan bir grup, geçtiğimiz martta Shuangyashan’da, geçmiş ücretlerini alabilmek için protesto gösterisi ve grev yaptı. 250 bin emekçinin bulunduğu Longmay’da 100 bin kişinin işten çıkarılması planlanıyordu. Tersanelerde, çimento üretiminde, özellikle de devlet işletmelerinde yüzbinlerce işin ortadan kaldırılması ve emekçilerin işsiz kalması bekleniyor. İnşaat sektöründe, devlet kararı olmaksızın işten çıkarmalar oldu ve olacak. Çünkü bu sektör, çok sayıda bağımsız kapitalistin elinde. Son aylarda üretimin gerilediği fabrikalarda olduğu gibi, önce iş sözleşmesi bile olmayan göçebe işçilere kapı gösterilecek, ilk elde işten çıkarılacak.

Çinli emekçilerin kısa süre sonra, daha önce geçmiş maaşlarını ödetmek için yaptıklarına benzer, konumlarını savunmak için mücadele etmeleri gerekecek. Belki de yeni çalkantılı dönemde, radikalleşerek ve kendisini lideri Şi Jinping’in kişiliğinde ifade ederek iktidara hazırlayacak!

Çin Komünist Partisi, Çin’de tek parti ve yönetici konumunda. Merkezileşen ve yoğunlaşan parti içindeki herkes, son yıllarda zenginleşti. 2015’te, yerel bir gazete tarafından yayınlanan rakamlara göre, Çin’in ön sırada yer alan 100 zengininin üçte birinden fazlası, ya Çin Parlamentosunda ya da Ulusal Siyasi Danışma Meclisinde görev yapıyor. 36’sının zenginliğinin toplamı, Vietnam’ın GSYİH’ndan daha fazla 1 trilyon 200 milyar yuan yani 190 milyar dolara ulaşıyor. Listenin en üstündeki bin Çinlinin üçte biri resmi görevli. Parti ve devlet yöneticileri, avantajlardan ilk yararlanan oluyor. Şimdiki lider Şi Jinping bir “kızıl lider”, serveti 400 milyon doları buluyor. Bu serveti vergi cennetlerinde tutuluyor. Yani iktidara doğru ilerlerken yolsuzluğa karşı giriştiği mücadele, herşeyden önce kendi klanının iktidarını dayatma mücadelesi anlamına geliyor. Xi Jinping, ayrıca, hem ekonomik hem de askeri alanda, devlet aygıtının üst düzey bütün mevkilerini işgal ederek görev üzerine görev üstleniyor. Her şey sanki, politik açıdan hareketli olabilecek bir dönemde, kendini dayatma isteğine kapılarak, ortaya çıkabilecek bütün ekipleri, muhalifleri bertaraf edecek şekilde, Şi Jinping temizlik yaparak etrafını boşaltıyor gibi yaşanıyor.

Ülkeyi sarsan sınıf çelişkileri, Çinli işçileri kaçınılmaz olarak mücadeleye itecek. Hiç kimse durumun nasıl gelişeceğini tahmin edemez. Bütün feci sonuçlarıyla Çin’deki ekonomik durumun dönüşmesi, genç ve kalabalık Çin işçi sınıfını, 19. ve 20. yüzyılın işçi mücadelelerinden çok daha güçlü, daha yoğun ve geniş mücadelelere iteceği çok belirgin. İşte burada, Çin proletaryasının geçmişle bağlarını kuvvetlendirmesi önem kazanıyor. Yani, İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya’daki sınıf kardeşlerinin deneyimlerini özümsemesi, burjuvaziye iktidar konusunda kafa tutabilmesi için politik bilinç kazanması ve bu bilinci somutlaştırmak üzere bir parti kurması birincil, en önemli şart haline geliyor. Parti, 1925 ve 1927 yılları arasında yaşanan deneyimler gibi, Çinli işçilerin yaşadığı devrimci deneyimleri, yeniden bilinçlerde yaşatmaya çalışmalı. O dönem azınlıktaki genç işçi sınıfı, sonuçta ezildi. Çok yeni olan Çin Komünist Partisi’nin, Batılı emperyalistlere ve feodallere karşı geçici bir süre ittifak yaptığı ve daha sonra celladına dönüşen Kuomintang’ın burjuva milliyetçilerini izleyen kuyrukçu politikasını çok pahalıya ödedi. Bu tür deneyimlerin ileride yararlı olabilmesi için militanların bu bilgileri öğrenip içselleştirmesi ve bugün yüz binlere, milyonlara ulaşan güçlü işçi sınıfının bağrında yaşatmanın olanaklarını bulabilmesi gerek.

Kapitalist toplum içinde kendisini yok edecek güçleri barındırıyor. Er ya da geç bu gerçekleşecek. Geçmiş deneyimlerle kendini yenilemek ve sınıf bilincine yeniden ulaşmak, proletaryanın, deneme yanılmayla yolunu bulmasına son verip zamandan tasarruf sağlar. LDC (Lutte de Classe), N° 177, Temmuz – Ağustos 2016


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Güncel Yazılar   ?