Katargate: Sıradan bir skandal
Katar’daki Dünya Kupası sona erdi. Ancak Belçika yargısının, çıkarlarını desteklemek için Avrupa Parlamentosu üyelerini satın aldığından şüphelendiği Katar ile davaya bakan yargıç arasındaki çekişme devam ediyor.
Yargıç, kaynağını kanıtlayamadan 1,5 milyon Avro nakit para bulunduran Avrupa Parlamentosu Başkan Yardımcısını tutukladı. Bu bir yolsuzluk kanıtı mı, yoksa bazı seçilmiş temsilcilerin ve Avrupalı yetkililerin bu tür eylemleri artık saklamayacak kadar umursamaz olduklarının bir kanıtı mı?
Neredeyse oybirliğiyle tepki gösteren Avrupa Parlamentosu, silah ve enerji sektörlerindeki büyük Avrupalı şirketlerin çok iyi müşterileri olan Katar vatandaşlarına tanımayı planladığı vize muafiyetini askıya almaya karar verdi. Başkan, Doha’daki Dünya Kupası finaline katılmayı reddetti.
Katarlı yetkililer, kendilerini suçlayan Avrupalı liderleri kınayan bir açıklama yayınladı. Ve dünyanın en büyük ikinci sıvılaştırılmış gaz üreticisi olan ülkelerinin, kendilerini suçlayan devletlere teslim etmeyebileceğini öne sürüyorlar.
Bir olay işleri aksattığında ellerinden geldiğince durumu kurtarmaya çalışırlar, ancak önemli olan yine de iştir.
Bazı politikacılar ve yorumcular, Katargate konusunda aşırı öfkeli, çünkü Avrupa kurumlarında bir dizi lobici iyi bir şekilde yerleşmiş durumda. Sözde şeffaflık sicilinde listelenen bu kişilerden yaklaşık 50 bini Brüksel’de ticari kuruluşlar, çok uluslu şirketler, STK’lar, etki ajansları vb. için çalışmakta.
Bunların 1.594’ü Avrupa Parlamentosu’na ve 705’i Avrupa Parlementosu üyesine doğrudan erişime sahip. Her oylamadan önce, savundukları başlıca grupların veya ekonomi sektörlerinin ne istediğine bağlı olarak reddetmeleri, onaylamaları veya çekimser kalmaları için onlara bir puan tablosu sunarlar. Ve eğer bir şekilde onlardan bekledikleri faydaları elde edemeselerdi, tüm bu lobicileri onlarca yıldır ellerinde tutmazlardı.
Avrupalı seçilmiş temsilcilerin büyük bir kısmı ve özellikle de Avrupa Komisyonu’nun üst düzey yetkilileri, yasalara uygun bir şekilde kişisel olarak ilgilenmek zorunda olmaksızın, siyasi ve sosyal olarak büyük şirketlerin davasına içtenlikle bağlı.
Yüzyılın başında Doğu Avrupa ülkeleri olarak adlandırılan bazı ülkelerin Avrupa Birliği’ne entegrasyonu söz konusu olduğunda, Katargate’ten tamamen farklı bir ölçekte bunun bir örneğini yaşadık.
Komisyon ve Parlamento, Batı Avrupa seviyesine yükselmelerine ’yardım etme’ kisvesi altında, her yıl on milyarlarca dolarlık sözde yapısal fonları serbest bıraktı.
Bu fonlar otoyollar ve lojistik altyapılar inşa etmek, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Slovakya ve Macaristan’da büyük otomobil, kimya ve gıda işleme gruplarının fabrikalarını veya iştiraklerini kurmak, tedariklerini ve ihracatlarını kolaylaştırmak ve nihayetinde hissedarlarının kârını artırmak için kullanıldı.
Aynı şeyin Brüksel’in Avrupa Birliği’ne adaylık statüsü verdiği Balkan ülkeleri için de geçerli olacağına bahse girelim.
Seçilmiş temsilcilerin ve üst düzey Avrupalı yetkililerin, ulusal meslektaşları gibi, büyük şirketlerin çıkarları tarafından şımartıldıklarını gösteren bu tür örnekleri çoğaltabiliriz; içgüdüsel olarak, sınıf ruhuyla ve adalet sistemi onlara kusur bulmadan. (LO, 21.12.22)