Ruhani, “reformcu” mu “Ayetullah”cı mı?
14 Haziran’da İran’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimini ilk turdan Ayetullah (molla) Hasan Ruhani kazandı. Böylece 2005 yılından beri iktidarda olan Ahmedinejat’ın yerine “ılımlı” olarak sunulan biri geçmiş oldu. Seçim, 2009’da reformcu aday Musevi’nin kaybettiği ve Ahmedinejat’ın kazandığı seçimin bir rövanşı olarak kabul ediliyor. Ahmedinejat, hile yaparak kazanmakla suçlanmış ve protesto gösterileri zor kullanılarak bastırılıp yüze yakın insan katledilmişti. Bu son seçimlerde Yüce Önder olarak kabul edilen Hameney’in desteklediği aday oyların sadece 11.39’unu alabildi.
İran İslam Cumhuriyeti tamamen dini bir diktatörlük rejimidir ve fikir özgürlüğü diye bir şey olmadığı gibi sendikal haklar yoktur ve de kadınlar ikinci sınıf vatandaş olarak kabul ediliyor. İnsanların nefes bile alamadığı bu toplumda “pasdaran” isimli “devrim muhafızları” baskıları üstleniyor ve cumhurbaşkanlığı seçimleri sadece sözde demokratiktir: Bir kişinin aday olabilmesi Devrim Muhafızları Konseyi üyesi mollalarının onayını almak zorunda. Üstelik seçilen başkan da ülke yönetiminin gerçek sahipleri olan Şii dini liderlerin atadığı, bugünkü Yüce Önder olan Hamaney’in denetimi altındadır.
Ruhani da bu şartlar altında süzgeçten geçirilerek seçildi ve o da bu sözü edilen düzenin bir ürünü. Ruhani, uzun bir dini geçmişi olan biri: 1980’li yıllarda Irak’la savaş yıllarında ordunun üst düzey yöneticileri arasında yer aldı. Yüksek Ulusal Güvenlik Konsey’i sekteri görevini üstlendi ve Ulusal Meclis Başkanlığı yapan biri olup hiç de düzene karşı değil. Ancak 2003 ile 2005 yılları arasında İran’ın nükleer heyetinin başkanı olarak, emperyalist ülkelerle olan görüşmelerde ılımlı bir tavır takındığı için, özellikle ABD karşısında uzlaşmacı olduğu nedeniyle ılımlı birisi olarak takdim ediliyor.
Ruhani, cumhurbaşkanlığı seçimleri süresinde rejimin sertlik yanlılarına göre ılımlı bir tavır takındı. Ekonomik yaptırımları yumuşatmayı sağlamak için Batılı ülkelere karşı daha anlayışlı davranılmasını savunup, toplumsal özgürlükler konusunda iyileştirmeler yapacağı vaatlerinde bulundu. Örneğin basın özgürlüğü olmamasını ve de internetin denetim altında olmasını eleştirdi.
Ruhani bir alternatif aday olarak ortaya çıktığı için aldığı oyların önemli bir kısmı, özellikle de son yıllarda kitleler arasında ekonomik kötüleşme nedeniyle, rejime tepki gösteren kitlelerin oylarıdır. Resmi verilere göre bile 2012 yılında enflasyon oranı yüzde 30 olarak açıklandı. Enflasyon oranı, temel gıda ürünlerinde ise daha da yüksektir: örneğin 2007 ile 2013 yılları arasında bir kilo sığır eti, 1 avrodan 5.9 avroya fırladı. Ortalama işsizlik oranı yüzde 25’e tırmandı ve bu oran gençler arasında daha da yüksek. İran nüfusunun yüzde 50’si yoksulluk sınırının altında olup kitlelerin satın alma gücünde 2005 ile 2013 yılları arasında yüzde 72’e varan bir düşüş yaşandı.
Bu son durum genel olarak uluslararası yaptırımlara bağlanıyor. ABD ve Avrupa Birliği, İran’ın nükleer programını engellemek için ona karşı çok sıkı bir ambargo uyguluyor. İran’ın en büyük dış geliri petrol ihracatına bağlıdır ve bu ihracat gelirlerinde çok büyük düşüşler yaşandı. Örneğin 2012’de petrol gelirleri yarıya indi. İran artık neredeyse hiçbir şey ithal edemez konuma geldi. Örneğin ilaç başta olmak üzere temel ihtiyaç maddelerinde büyük bir kıtlık var.
Tabi ki ekonomik durumun bu kadar kötüleşmesinin esas sorumlusu emperyalist ülkeler. Ancak ambargonun esas bedelini kitlelere yükletme siyasetini ve enflasyonun tırmanmasını uygulayan İran rejimidir. İran büyük burjuvazisine çok yakından bağlı olan mollalar ve pasdaranlar büyük şirketlerin çoğunu denetimleri altında bulunduruyor ve ABD’nin tehditlerini bahane olarak kullanıp esas bedeli emekçilere ödetiyorlar.
Ruhani’nin zaferi Ahmedinejad’ın inkarı olarak değerlendiriliyor. Seçim sonuçlarının halk kitleleri arasında ne gibi bir umut yarattığını kestirmek oldukça zor. Ruhani’yi desteklemek için yapılan yürüyüşlere katılanların çoğunluğunu öğrenciler ve kent küçük burjuvaları oluşturuyor gibi görünüyor.
Bu seçim kampanyasının ardından, toplumsal özgürlükler dahil, fazla bir değişiklik beklememek gerek. En son “ılımlı” olarak 1997 ile 2005 yılları arasında iktidarda olan Hatemi, 1999 yılında öğrenci yürüyüşlerini kanlı bir şekilde bastırmaktan hiç de çekinmemişti. Sıkı bir denetim altında gerçekleşmiş olan bu seçimlerdeki diğer bütün adaylar gibi Ruhani da burjuva çevrelerine, pasdaranlara ve özellikle de ait olduğu dini çevrelere bağlıdır. Üstelik Ruhani’nin seçilmesi Hamaney tarafından sorun olmadan kabul edildi.
Ruhani’nin başkanlığı döneminde İran ile ABD’nin ilişkilerinin iyileşmesi ve rejimin diğer ileri gelenleri ile Hamaney’in de bir tercihi olabilir. Ama böyle bir şey olsa bile, bu kitleler için ne iş olanakları ne iyi ücret ve büyük bir olasılıkla ne de daha çok fikir özgürlüğü getirmeyecek. LO (21.06.2013)