Kürt ulusal sorununda tartışmaya devam
Kürt ulusal mücadelesinin 29’uncu isyanı PKK’nin 1984 yılında Eruh, Şemdilli’ye silahlı saldırısıyla başladı. Bu isyanı öncekilerden ayıran; daha geniş bir taban bulması, Marksist-Leninst olduğu iddiasında olmasına rağmen pratikte her zaman ulusal örgütlenmeyi ön plana çıkarıyordu. Kürt işçilerini, emekçilerini ve yoksullarını koruyacak ve sınıf temelli kazanımların elde edilmesi Hiçbir zaman ön planda olmadı. Bu durum Marksist bakışın ikinci planda olduğunun göstergesidir.
1991’de Irak’ta Çekiç Güç ile başlayan fiili durum, Irak Kürdistanının bugünkü aşamaya gelmesine gerekli altyapıyı hazırladı. Bunun etkileri, Türkiye Kürtlerine yansıyor.
PKK belli aralıklarla, hükümetleri görüşme masasına çekmek için ateşkesler yaptı. Tek yanlı olsa da iktidardaki hükümetlerden beklenti içine girdiği oldu ancak sonuç alamadı.
Bunlar gibi AKP’nin de “Kürt açılımı” çerçevesinde Oslo’da PKK ile MİT arasında görüşmeler yaptığı ortaya çıkmıştı. Böylece “Kürt açılımı” ismiyle başlayan süreç zaman içinde isimler değiştirerek ilerliyor. Ne zaman doğru isme gelinirse o zaman sorunu anlama süreci başlayacak.
21 Mart’ta, Diyarbakır’daki newroz kutlamalarında PKK lideri Öcalan’ın açıklamalarının sonrasında tartışmalar yeniden gündemin birinci konusu oldu. Aslında tartışmaların ayrıntıları, BDP heyetinin Öcalan’la görüşmesi sonrasında Milliyet gazetesinde yayınlanan metinle, önemli oranda, açıkça ortaya konmuştu. Taraflar, birbirlerine karşı sorumluluklarını kabul ettikleri de ortaya çıkmıştı.
Hükümet açısından, “anneler ağlamasın, ekonomi büyüsün, kardeşlik olsun, tek bayrak, tek dil, tek vatan” temaları işlenmeye devam ediyor. Farklı olarak sadece, PKK militanları, silahlarını ülke içinde bırakarak yollarına devam etsin deniyor. Belki ileride anayasa çerçevesinde durumun halledileceği varsayımı da var.
PKK açısından ise “istediğimiz aşamaya geldik” açıklaması var. Artık silahlı mücadele etmeden, siyasi alanda mücadele ile hakların alınacağı ve üniter devlet içinde sorunların çözüleceği fikri yaygınlaşıyor, işleniyor.
Oysa Kürt sorununda çözüm sürecinde oyun içinde oyun var. Hele kirli çıkarlar çabucak kendini gösteriyor. Özellikle uluslararası sermayenin çıkarları ön planda. Bunun içindir ki uluslararası sermaye; Türkiye ile Irak Kürdistanı arasında 10-15 milyar dolara dayanan ticari ilişkileri de kullanarak, hem Türk devleti hem de PKK tarafına, sorunun aşama aşama çözümünü dayatıyor. ABD de süren Irak işgali nedeniyle başlı başına, fiili bir taraftır.
Tüm bu zorlayıcı güçler, Türkiye hükümeti ile sermayesine zorlayıcı kararlar dayatıyor. Benzer şekilde PKK için de bu söylenebilir. Çünkü dayatılan süreç düzen içinde sınırlı kasa da küçük belli başlı ilerlemeler, haklar, özgürlükler sağlayabilir.
Oysa Kürt sorunu ulusal olduğu kadar sınıfsal bir sorun. “Önce ulusal sorunu çözelim”, sözü, Marksist bir içerik taşımıyor. Ulusal sorunun ne kadar kültür, dil ve bireysel özgürlük parantezine alınırsa alınsın; özünde toprak, su, doğal hakların mülkiyeti, üretim ilişkileri ve bunun alacağı biçimlerle ilgilidir. Eğer düzen işçi sınıfının iktidarına dönüşmüyorsa, sorun sömürü düzeni ekseninde devam edecek.
Kardeşlik, barış sözleri inandırıcılıktan çok uzak gözüküyor. Gündemi belirleyenlerin havasıyla hareket edilirse önümüzdeki günlerde ciddi sıkıntıların başlayacağını söylemek zor değil. (01.04.13)