Ne kadar ekonomi o kadar demokrasi
Başbakanın, ODTÜ’deki olayları iki haftadan uzun süre gündemde tutmasını, üslubu ile açıklamak, yeterli değil. AKP hükümetinin, iddia ettiği gibi “ileri demokrasi” getirmediğinin bir göstergesi olarak görmek de yeterli değil. Başbakan, gençlere ve öğretim görevlilerine yönelik, abartılı ve yalan dolu saldırılarını, bilinçli olarak ilgili ilgisiz yerlerde, her kamera önünde tekrar ediyor. Böylece toplumun zayıf bir kesimi olan gençler ve korkak bir kesimi olan düzenin aydınları üzerinden, herkesi tehdit ediyor.
12 milyondan fazla çalışanı doğrudan, geri kalan çalışanları ise dolaylı olarak etkileyen asgari ücretin açlık sınırının altında açıklandığı, 12 milyon insanın borcunu borçla kapatarak yaşamını sürdürdüğü, Kürt ailelerin, devletin ordusu tarafından bile bile katledilen çocuklarının hesabını sorduğu günlerde başbakan, bir avuç gencin peşinde değil elbette. Ancak bu gençler üzerinden hak arayan ve gelecekte aramak isteyecekleri tehdit ediyor. Bana karşı gelmeyin, polisime karşı gelmeyin, kararlarıma itiraz etmeyin, sonunuz biber gazı, dayak, hakaret, hapis olur, demeye getiriyor. Hatta daha önce de söylediği gibi kendi kitlesini ileri sürmekle korkutuyor. Bir iç çatışmadan çekinmeyeceğini de ifade ediyor.
Demokratik bir ülkede, ekonomik ve siyasi olanakların geliştiği bir ortamda, sorun çıkaranlar, itiraz edenler, genellikle azınlıkta ve etkisizdir. Böylesi dönemlerde hükümetler de hoşgörülü görünür, devlet gücünün müdahalesi de nispeten yumuşak olur. Son aylarda olduğu gibi hükümetin ve devlet gücünün en küçük itiraza, karşı çıkış veya hak aramaya artan şiddeti, demokrasinin değil, otoriteleşmenin göstergesi. Baskıcı, otoriter yönetimler, aslında daha temel sorunların, ekonomik veya siyasi sorunların sonucunda oluşuyor.
Son olarak Ceyhan’da, binlerce kişiye hitap edip iş vaadi veren başbakan, kendisine itiraz eden bir kişiyi, konuşmasını kesip azarladı. Öfkesi iş derdindekilerin hoşnutsuzluğu açıkça ifade etmesine duyduğu öfkeden.
AKP hükümeti, hiçbir zaman demokratik bir yönetim oluşturmadı. Ancak başlangıçta geçmiş döneme göre görece bir iyileşme yaşanmıştı; hem yasalar hem de uygulama düzeyinde. Bu iyileşme kitlelerle “demokratikleşme” olarak algılanmıştı. Ancak bugün, ekonominin daraldığı bir döneme girildi, her tür olanağa ulaşmak, iş, ulaşım, ücret, sağlık, eğitim gibi sosyal olanaklardan da yararlanmak daha zorlaştığı için demokrasi iyici kağıt üstünde kaldı. Kendilerinin getirdiği haklar bile polisin fiili baskısı nedeniyle neredeyse kullanılamıyor. Büyük şehirlerin bazı kesimleri modernleştirildi ama insana gösterilen tutum açısından onlarca yıl geriye dönüldü.
Geçmişte bir süre devam eden ekonomik iyileşme nedeniyle toplumun bir kesimi belli bir refah seviyesi yükseldi. Olanakları artanlar bunu korumak ve geliştirmek isterken bu olanaklara ulaşmak isteyenler de var.
Söylendiği gibi devlet şiddeti, teröristlere, sorun çıkaranlara veya CHP’ye ya da kendini Kemalist kabul eden kesimlere veya Kürtlere karşı sınırlı değil. Genel olarak hükümetin tavrı da öyle. Polisin saldırısına maruz kalanlar, öğrenciler ve Kürtlerle sınırlı değil. Evine veya iş yerine sel suları dolan, ekmek tezgahını kaybetmek istemeyen pazarcı da, işinden atılmak istemeyen işçi de, yaşadığı yerde santral yapılmasını istemeyen de benzer şiddete maruz kalıyor. Hangi partiden, hangi görüşten olursa olsun, durum değişmiyor. Polis, adeta sinek öldürür gibi insanların yüzüne biber gazı sıkıyor, dövülüyor, sonra da polise karşı çıktıkları gerekçesiyle şikayet edip dava açıyor ve hapis cezaları geliyor.
Bu şiddet ve gözdağı, bilinçli olarak uygulanıyor. Düzen, ileride hakları için mücadele edebilecek emekçilerin bu günden önünü kesmek istiyor ama bunu başarmaları olanaksız. (01.01.13)