Marikana katliamının ardından grevler yayılıyor
Başkent Johanesbourg’a 100 km uzaklıktaki Marikana’da bulunan İngiliz-Güney Afrika platin maden şirketinde greve giden madencilere karşı, Güney Afrika polisinin 16 Ağustos’ta yaptığı saldırının geçici bilançosu 34 ölü, 78 yaralı ve 259 tutuklanmadır.
Grevler, Güney Afrika’da genellikle ölümlerle sonuçlanır. Ancak bu son katliam, ülkenin ANC (Afrika Ulusal Kongresi) başkanlığında 1994’de iktidarın oluşma döneminden ve hatta 1960’da ırk ayırımcı rejiminin gerçekleştirdiği Sharpville katliamından da kanlı.
Marikana grevi, 14 Ağustos’ta yeraltı madenlerinde çalışan 3 bin madencinin ücretlerinin 1.250 avroya çıkarılması (%200 zam) isteğiyle başladı. Sonra bu istek madende çalışan diğer 28 bin işçinin de eyleme katılmasıyla ortak bir isteğe dönüştü.
Madenciler dünyanın en değerli madenlerini çıkarmaları ve rejimin bütün vaatlerine rağmen, iğrenç bir ikiyüzlülükle “gayri resmi kamplarda”, yani elektriği bile olmayan ve 30 aileye bir tuvalet ve çeşme düşen gecekondularda yaşamak zorunda. Ülkedeki enflasyon nedeniyle temel ihtiyaç maddelerinin fiyatı, çoğu Avrupa ülkesini bile geçti.
Bir yandan Lonmin, Anglo-American, BHP gibi büyük maden şirketleri, 2010 yılı sonuna kadar, 2008 ekonomik çöküşünden sonra dünya pazarında maden fiyatlarının tırmanmasıyla rekor kâr elde ettiler. Diğer yandan, rejimin bütün vaatlerine rağmen işçi sınıfının yaşam şartları kötüye gidiyor. Bu durumda madenciler, maden şirketlerinin doymak bilmezliğine karşı ne ANC rejimine ne de maden şirketlerine bağlı satılmış sendika önderliklerine güvenebilirler. Örneğin Lonmin maden şirketinin yürütme kurulunda bir maden sendikası eski genel başkanı olup sonradan milyarder olan ve de sendika üzerinde etkisini sürdürmeye devam eden Cyril Ramaphosa bulunuyor.
Madencilerin öfkesi, sendika yöneticilerine rağmen, daha önce ve 2010’daki grevlerde olduğu gibi ansızın patlak verdi. Geçen Mayıs ayında Lonmin maden şirketinde, bir yerel sendika başkanı, çok mücadeleci olduğu iddialarıyla sendikadan atıldı ve madenciler bu nedenle greve gitmişti.
Marikanada’ki grev, sendika başkanlarının bütün baskılarına rağmen gerçekleşti ve bu nedenle de yasa dışı ilan edildi ve grevciler hem Lonmin komandolarının hem de polisin saldırılarına uğradılar. Grevin ilk haftası 6’sı madenci olmak üzere 10 kişinin ölümüyle sonuçlandı.
16 Ağustos’ta Lonmin yönetimi, görüşmeleri kabul etmediği için grevciler maden ocağına yakın bir tepeyi işgal edip istekleri yerine getirilinceye kadar burayı terk etmeyeceklerini duyurdular. Polis güçleri helikopter ve zırhlı araçların yardımıyla grevcileri abluka altına aldı. Ardından da yaklaşık 15 dakika süren bir yaylım ateşi sonucu katliamı gerçekleştirdiler.
Bu katliam karşısında Cosatu sendika konfederasyonu kimin saflarında olduğunu açıkça ortaya koyarak grevcileri suçladı ve çatışmaları ilk başlatanların grevciler olduğunu ve polise ilk saldıranların onlar olduğunu (polis hiç zayiat vermedi!) iddia etti. Güney Afrika devlet başkanı Jacob Zuma ise daha temkinli davranarak olayı aydınlatmak için bir komisyon kurulduğunu açıklamakla yetindi. Bunun nedeni rejimin platin madencilerinin (dünyada platinin % 80’i bu ülkede üretiliyor) ve özellikle de maden sektörünün tümünün tepki göstermesinden korkmasından. Çünkü maden sektöründeki bir sosyal patlama, ülkenin temel döviz kaynağını kurutur.
Terör uygulayarak madencileri susturabileceklerini sanan maden patronları tamamen yanıldı. Marikana’da, 16 Ağustos olaylarından sonra da madenciler grevlerini devam ettirdiler ve Lonmin yönetimi 20 Ağustos’tan itibaren iş başı yapmayanları işten atacağına dair yaptığı tehditlerden vazgeçmek zorunda kaldı.
Hareket yayılarak devam ediyor. Hatta 21 Ağustos’tan sonra grev dalgası, Rustenberg şirketine ait 12 kuyuda çalışan 58 bin madenciyi de eyleme geçirdi. Gittikçe daha çok sayıdaki madenci ayda 1.250 avro ücret isteğiyle greve katılıyor.
Bunlara ek olarak “gayri resmi kamplar” olarak adlandırılan gecekondularda da mücadeleye destek, eski siyah ayırımcılığı karşıtı marşlar eşliğinde yoğun şekilde devam ediyor. Bundan 18 yıl önce sadece görünüşte ırkçı yönetime son verilmesine rağmen sınıf ayırımcılığı devam ediyor ve esas yok edilmesi gereken de budur. LO (24.08.2012)