“Sıfır sorun” politikası ekseninde Türkiye-Suriye ilişkileri
Suriye’deki isyan artarak devam ediyor. Bu isyanın etkileri sadece Suriye, Ortadoğu ile sınırlı olmayıp başta ekonomik ve siyasi açıdan olmak üzere farklı açılardan Türkiye’ye de dokunuyor.
Son yıllarda AKP’nin izlediği komşularla “sıfır sorun” ve iyi lişikiler çerçevesinde, Suriye ile geçmişten gelen su ve sınır sorunu bir kenara bırakılıp Beşar Esad rejimi ile dostça ilişkiler geliştirildi. Geçmişteki savaş aşamasına bile gelen gerginlikler unutuldu.
Önce sınırdaki mayınlı arazilerin temizlenmesi gündeme geldi. Ardından müsteşarlar karşılıklı gidip geldi. Erdoğan ve Esad, kardeşmiş havalarına girdiler. Sık sık ziyaretler, telefon konuşmaları yapıldı. Hatta birkaç yıl önce ortak bakanlar kurulu bile yapıldı.
Tüm bu ilişkilerin ardında, artan ticari ilişkiler de vardı. 2009 yılında vizeler kaldırılmış çok sayıda ticari anlaşma imzalanmıştı. Türkiye’nin Suriye ile olan ticaret hacmi 800 milyon dolardan geçtiğimiz yıl başlarında 2 milyar dolara çıkmıştı.
Elbette demokrasi havarisi Erdoğan’ın bu yakın “arkadaşının” ülkesinde 48 yıldır olağanüstü hal uyguladığı, halkını baskı altında inlettiğinden hiç söz edilmedi. Görülüyor ki “sıfır sorun” politikası, gerçekte, her ülkenin mevcut diktatörünün desteklenmesi demek.
Bu baskıya Suriye halkının isyanı, rejimin tehlikeye girmesi, devlet, hükümet ve sermaye çevreleri için bir kayıp olarak gözüküyor.
Kaygı sadece Türkiye ile sınırlı değil, daha geniş kesimleri kapsıyor. Nitekim CIA Başkanı, geçtiğimiz haftalarda gizlice Türkiye’ye gelip, günlerce kaldı. ABD’nin ne planladığını bilemeyiz ama Erdoğan, onların planına ev sahipliği yapmada sorun görmüyor.
AKP hükümeti, Ortadoğu ve Afrika ülkeleriyle iyi ilişkiler geliştirdiğini söyleyerek, bunu siyasi malzeme olarak kullanıyor. Kitlelerin isyanı gösterdi ki, iyi ilişikiler geliştirilen tüm rejimler, kendi halklarını inim inim inleten diktatörlerdir.
Başbakan her konuşmasında, her ülkenin “toprak bütünlüğüne” saygılı olduklarını açıklıyor. Sanki çok doğru gibi görünen bu siyaset de aldatmacadır. Ortadoğu ve Afrika’da devletler, sınırlar, halkların isteğiyle değil, emperyalist devletlerin ve yerli diktatörlerin çıkarlarına göre biçimlendirilmiştir. Tıkpı Türkiye-Suriye sınırında olduğu gibi.
Bu sınır nedeniyle aileler bölünmüş, parçalanmış, akrabalar ayrı devletlerde, ayrı koşullarda yaşamak zorunda bıkarılmıştır. Bu sınırlara saygı duymak, aslında, mevcut çıkar ilişkileri düzenine saygı duymak demektir. Yoksa halkların ne yaşadığı başbakanın fazla umurunda değil.
Bir de “Libya’nın zenginlikleri Libya halkınındır” demesi gibi, milliyetçi bir liderin söyleceği sözler sarfediyor. Ancak bu sözleri, bazı ülkeler ve bölgeler için söylüyor; yani Türk patronların çıkarlarının olduğu yerler için. Asıl koruduğu budur. Örneğin “Kürt illerinin zenginliği Kürtlerindir” demiyor.
Erdoğan, halkların çıkarlarını öne alan bir siyaset izlemiyor. Özellikle Ortadoğu sözkonusu olduğunda, büyük güçlerin, özellikle de ABD’nin denetimi altındadır. ABD’den aldığı emirleri iletmekten öteye gidemiyor.
Tıpkı Libya’da olduğu gibi, Kaddafi, kesin olarak Batı’nın desteğini yitirmediği sürece “gitmesini” istemedi. Suriye için de aynı durum sözkonusudur.
Bizler Suriye’deki kitlelerin Esad diktatörlüğüne karşı ayaklanmalarını destekliyoruz. Her türden diktatörlerle değil, emekçilerle birlik olduğumuzu ve en kısa zamanda sınırların kalkması ile ortak bir emekçi iktidarından yana olduğumuzu hatırlatıyoruz.(05.05.11)