Kapitalist ekonomik kriz üzerine yeni bir kitap!
İkinci Dünya Savaşı boyunca yapılan büyük katliam ve yıkımların ardından kapitalist düzen, 1974 yılına kadar neredeyse sürekli bir büyüme gösterdi. 1970’li yılların ortalarından itibaren kapitalizm yine yavaş yavaş ekonomik krize doğru sürüklenmeye başladı. Niçin? Kapitalist düzeni yönetenlerin beceriksizlerden, hatalarından dolayı mı? Aslında krizin gerçek nedenini, kapitalist düzeninin doğasında aramak gerekiyor.
Kapitalizmin bütün tarihi, sanayi devriminden başlayarak krizlerle doludur. Her krizi, yavaş yavaş yeniden bir atılım dönemi başlamadan önce, az çok uzun süren gerileme ve duraklama dönemi izler.
Yeniden gelişme, ekonomik patlamaya dönüşerek bir sonraki krize kadar devam eder ve böylece krizler birbirini izleyip gider. Eğer Troçki’nin bir tahlilini yeniden ele alırsak, bu ekonomik devirler “kapitalizmin yaşamında, kan dolaşımının canlı bir varlığın yaşamında oynadığı rolün aynısını oynar”.
Kriz, kapitalist ekonominin ne bozukluğu, ne de hastalığıdır. Aslında kriz, üretim sistemi tarafından yaratılan bütün dengesizliklerin düzenlendiği, benzeri olmayan tek andır.
Ancak, Troçki’nin söylediği gibi “kapitalizmin hızlı geliştiği ilk dönemlerde krizlerin süresi kısa ve düzeysel idi” hâlbuki “yozlaşma döneminde, çok daha uzun sürer ve krizden çıkış uzun sürmediği gibi, yüzeysel olup spekülasyon yoluyla sağlanıyor.”
Mevcut kriz, henüz başlangıç aşamasında olsa ve hiç kimse gelişiminin ne yönde olacağını öngöremezse de, bütün yorumcular bu krizi, 1929 kriziyle kıyaslıyor. Uluslararası durum aynı olmasa, tarih kendisini asla aynı biçimde tekrarlamasa da, günümüz krizini getiren zincirleme olayları, 1929 krizinin ışığında incelemek öğreticidir.
Ekonomik krizler, kapitalizmin iğrençliğini en çıplak şekilde; kitlelerin bir bölümünün nasıl aniden yoksulluğa sürüklendiğinin ve diğer yandan sermayenin hızla daha az sayıda elde merkezleştiğinin açıkça gözler önüne serildiği anlardır. Şimdi yaşanan kriz ise mali sermayenin ekonomik yaşama tamamen el attığını ve onun üzerinden asalakça geçinip onu boğduğunu gösteriyor.
Ne mali faaliyetlerin yeniden canlanması ne sanayi ve banka gruplarının kârını koruması ve hatta artırması ne de bütün bunların borsadaki hisse senetlerinin değerini arttırması, krizin bittiği anlamına gelmiyor.
Kapitalist düzenin hakim olduğu iki yüzyıldan fazla sürede, dönem dönem krizler yaşanıyor, insanlığı dönem dönem açlığa, savaşlara sürükleyen bu düzen dışında başka bir düzen kurulamaz mı?
Bu kapitalist düzende fiili bir tekel oluşturmuş medyanın bu düzenin sömürüsünü, tahribatlarını, muazzam sanayi, tarım, gıda, bilim ve teknolojik olanaklara rağmen neden her yıl yaklaşık 6 milyar nüfustan bir milyarının yoksulluk ve açlıktan öldüğüne doğru dürüst bir açıklama getirmesini beklemek saflık olur!
Bu küçük kitabın amacı yukarıda sözü edilenlerin doğru bir şekilde anlaşılmasına, az da olsa, bir katkıda bulunmaktır.