Devlet içindeki krizi ortaya koyan yargı krizi
Geçtiğimiz ayın ortalarında Türkiye’de, devlet içindeki çelişki ve çatışmaları yansıtır nitelikte bir hukuk skandalı gerçekleşti. Bunu bazı hukukçular « yargı darbesi girişimi » olarak nitelendirdi. Buna göre Yargıtay 3. Ceza Dairesi, 10 Kasım’da yaptığı açıklamayla, Türkiye İşçi Partisi Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında 25 Ekim’de « hak ihlali » kararı veren Anayasa Mahkemesi (AYM) üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Daire, Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi için kararın bir örneğini Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) gönderdi. Oysa AYM ülkenin en yüksek mahkemesi, en yüksek yargı organı. Yargıtay ise ceza mahkemeleri ve diğer adli mahkemelerin en yüksek temyiz yeri, yani yüksek mahkeme statüsüne sahip bir yüksek yargı kurulu. Anayasanın 153. Maddesine göre, AYM kararları yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri, Yargıtayı’da bağlıyor. AYM kararları kesin olarak kabul ediliyor. Yüksek dereceli yargı organları arasında üstünlük sıralaması yok ancak en üstün olan sadece Anayasa Mahkemesi ve onun kararları olarak belirlenmiş bulunuyor.
Süreç nasıl gelişti
Can Atalay, Gezi Parkı Davası’nda mahkum olduktan sonra 14 Mayıs’ta yapılan genel seçimde Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) listesinden Hatay Milletvekili seçildi. Atalay’ın adı mecliste okundu. Böylece milletvekili olduğu tescil edilmiş oldu. Odası tahsis edildi, danışmanları göreve başlatıldı ve İnsan Hakları Komisyonu’na da « bağımsız
üyeler » statüsünde seçildi. Bağımsız üyeler kategorisinde seçilmesinin nedeni, TİP’in Meclis’te 20 milletvekilinin olmaması ve grup kuramamış olmasıydı. Komisyonlarda ancak grup kuran partilerin temsil edilmeleri söz konusu. Bir miktar da bağımsız üye seçilebiliyor ancak bunun Millet Meclisi tarafından onaylanması gerekiyor. Millet Meclisi Atalay’ın İnsan Hakları Komisyonu’na üyeliğini de onayladı. Böylece onun milletvekilliği ikinci kez meşrulaştı.
Yargıtay Can Atalay ve gezi davası sanıkları hakkında verilen kararı oynayladığında Can Atalay « Ben seçilmiş bir milletvekiliyim ve milletvekili seçildiğim zaman henüz hakkımdaki karar kesinleşmemişti, dolayısıyla benim serbest bırakılmam ve verilen hükmün infazının ertelenmesi gerekiyor » diyerek « hak ihlali » gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.
Daha sonra AYM, 25 Ekim’de cezaevinde tutuklu bulunan Can Atalay’ın « seçilme hakkı » ile « kişi hürriyeti ve güvenliği » haklarının ihlal edildiğine 4’e karşı 9 oyla karar verdi. Milletvekillerinin dokunulmazlık hakları anayasa tarafından teminat altına alınan en önemli haklar arasında yer alıyor. Buna « yasama dokunulmazlığı » deniliyor ve bu yasama dokunulmazlığının bir gereği olarak da Can Atalay’ın bir an önce serbest bırakılması gerekiyordu.
Bu koşullarda Can Atalay’ın tahliyesi sabırsızlıkla beklenirken, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi’nin « hak ihlali » kararına karşı 8 Kasım’da, Can Atalay’ın mahkumiyet kararını onayan bir önceki kararın doğru olduğunu belirterek, AYM’nin ihlal kararına uymayı reddetti. Bu kararı tanımadığını, Anayasa Mahkemesi Yargıtay tarafından kesinleşmiş bir kararı bozamayacağını ileri sürerek Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında da suç duyurusunda bulundu. Böylece Atalay için yeni bir bekleyiş süreci daha başlamış oldu. Tabii bu süreçte avukatları da boş durmuyor. Can Atalay’ın avukatları, Yargıtay’ın 10 Kasım’da yaptığı açıklamaya karşı yazılı bir açıklama yayımladı. Atalay’ın 4 avukatı tarafından imzalanan açıklamada, Yüksek yargı organlarının birbirlerine karşı taraf olmadığı hatırlatılarak, « AYM kararını uygulayacak mahkeme arıyoruz » denildi.
Bu, Erdoğan’ın ve kendine göre yarattığı düzenin ilk hukuk tanımamazlığı, ilk keyfi uygulaması, ya da Anayasa kurallarının ilk defa ihlal edilmesi değil. Erdoğan, daha önce kendi ağzıyla « AYM’nin üyelerinin kararına karşı saygı duymuyorum, onları tanımıyorum » demişti. Damgasız oy pusulalarının damgalanarak AKP yararına sayılmasıyla seçim kazanılmasından, Cumhurbaşkanı olabilmenin koşullarına sahip olmadan (yüksek okul diplomasının olmaması gibi) başkan olmaya kadar uzanan onlarca örnek verilebilir. Yani ortada şaşılacak bir durum bulunmuyor. Burada önemli olan, seçimler için oluşturulan Cumhur İttifakı (Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli) arasında ve AKP’nin kendi içindeki çatırdama ve çatlakların artık durdurulamaz bir hale gelip bir çok alanda somut olaylarla ortaya çıkması. Bu AYM ve Yargıtay çatışması da bunun en güzel örneği. Erdoğan, tasfiyelerle ele geçirdiği, kimseye danışmadan kendi kararlarıyla yaptığı atamalarla istediği gibi biçimlendirdiği kurumlara artık söz geçiremiyor. O iktidarda kaldığı sürece de bu hukuksuzluklar, çalkantılar da böylece sürüp gidecek. Çünkü Erdoğan’ın karşısında ona « DUR » diyebilecek güçlü bir alternatif bulunmuyor. Çok uzun zamandan beri artık « yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin ise eskisi gibi yönetilmek istemediği » koşullardayız. Ancak işçi sınıfı henüz kendi gücünün bilincinde değil ve kendi öz örgütlerini, partisini de yaratmamış durumda bulunuyor. Önümüzdeki süreçte bu eksikliklerin giderilerek mücadeleye daha ciddi bir biçimde koyulmak gerekiyor.