İki uçurum arasındaki kapitalist ekonomi (II)
Kamu borç krizine doğru mu?
Faiz oranındaki artış, devlet borçlarını daha pahalı hale getiriyor. Uzun zamandır halkın yararına olan tüm hizmetlerde ciddi kesintileri, kamu borcunu arttırmama gerekçesiyle açıklayan devletler, covid döneminde kapitalistlere milyarlarca dolar ödemek, ardından enerji fiyatındaki artışı hafifletmek, enerji dönüşümünü teşvik etmek veya yeniden silahlanmayı finanse etmek için muslukları açtı.
Fransa’nın toplam kamu borcu 3 trilyon avroyu aşacak. Toplam kamu borcu 2,5 trilyon avro ve GSYH’nin %68’i olan Almanya, bu yıl 579 milyar avroluk rekor borç yapmayı planlıyor. Yükselen faiz oranı, tüm borçları artırıyor. Fransız hükümeti Ocak 2022’de %0,2 ile borçlanırken, bir yıl sonra %3’ün üzerinde borçlanıyor. Bir yıl içinde borç faizi olarak ödenen meblağ 38’den 52 milyar avroya çıktı; Fransız eğitim bütçesine yakın. Devasa borç burjuvazinin yararına, ancak tamamını emekçiler sınıfı ödüyor.
Faizdeki artış, devletlerin borcu üzerindeki spekülasyonu artırıyor, çünkü mali piyasalar İtalya gibi daha borçlu devletler yerine Almanya gibi ödeme gücü yüksek, az borçlu ve daha güçlü ekonomik büyümeye sahip devletlere daha düşük oranda borç veriyor. Geçtiğimiz ekimde başbakanın büyük vergi indirimi açıklamasının ardından, finans piyasalarının Birleşik Krallık borçlarına ve sterline saldırması, piyasanın her zaman tetikte olduğunu ve vurgun yapmak için her türlü boşluğu kullanmaya hazır olduğunu hatırlattı. Finans piyasası, iktidardaki politikacılara karşı acımasız.
Vergi indirimi talep eder, kamu parasının her şekilde kendilerine iade edilmesini ister, sonra bunu yapan hükümeti çok acımasızca cezalandırır. Kamu borcundan sonuna kadar yararlanır ancak çok borçlu olanlara tefeci borcu verir. Macron, finans piyasası tarafından işçi emekliliğine saldırmaya çağrılır, ancak bunu yaparken siyasi ve sosyal bir krizi tetiklerse cezalandırılır.
Bankacılık çöküş tehdidi ve borç krizi riskiyle birlikte kapitalist ekonominin krizi derinleşmeye devam ediyor. Kriz, yükselen faiz oranlarıyla birleştiğinde ekonomik durgunluğa, yani maddi üretimde düşüşe ve şirket kapanmalarına yol açabilecek sürekli enflasyon biçimini de alıyor.
Enflasyon ve tetikleyicileri
Enflasyon ve durgunluk her zaman doğal, ekonominin maruz kaldığı tehlikelerin az ya da çok mekanik sonucu olarak sunulur. Ekonomi dergileri, enflasyonun dönemsel ya da yapısal nedenlerine ilişkin analizlerle dolu. On beş yıl boyunca kolay paranın neden enflasyona neden olmadığını anlayamayanlar, bugün bunu açıkladıklarını iddia ediyor. Açıkçası, hiç bir şey bilmiyorlar.
Enflasyon, durgunluk gibi doğal değil. Ekonominin kilit sektörlerinde tekel sahibi olan en güçlü kapitalistlerin kararlarıyla kışkırtılır ve güçlendirilir. Ukrayna’daki savaş, enerji krizi, enerji dönüşümü, Çin’in uzun süredir kontrol altında tutulmasının neden olduğu kıtlık, Avrupa ve ABD arasında hızlanan ekonomik rekabet ve diğer pek çok faktör, kesinlikle enflasyona katkıda bulunuyor.
Enerji fiyatı, Ukrayna’daki savaşın patlak vermesinden ve Rusya’dan gelen gaz boru hatlarının kapatılmasından çok önce yükselmeye başlamıştı. Covid sonrası toparlanma döneminde konteyner sıkıntısı ve deniz trafiğinin aksaması, armatörlerin Şanghay’dan Le Havre’a seferin fiyatını, yedi hatta on katına çıkarması için bahane olduysa da, iki yıl sonra fiyatlar, salgın öncesine dönmedi. Bu artışın arkasında, 2022 yılında 200 milyar dolar kâr elde eden dünyanın en büyük beş petrol şirketi ya da Fransız CMA-CGM (25 milyar avro) veya Danimarkalı Maersk (27 milyar avro) gibi deniz taşımacıları gibi güçlü patronların yaptığı seçimler var.
Dev perakendeciler ile gıda kapitalistleri arasındaki son görüşmeler, perdenin bir köşesini kaldırdı. Tüketici savunucusu rolünü oynayan süpermarket patronları şunu söyledi: "Üreticiler haksız fiyat artışı isteyerek durumdan faydalanıyor." Alman ekonomi enstitüsü IFO’nun endişeleri aktarıldı: "Bazı şirketler, özellikle ticaret, inşaat ve tarım sektörlerinde kârını keskin bir şekilde arttırmak için enflasyonu bahane olarak kullandılar. ECB (Avrupa Merkez Bankası) nazikçe kaşlarını çattı: "Kâr artışı çok güçlü kalmaya devam ediyor, bu da artan maliyetlerin satış fiyatlarına geçişinin sağlam kaldığı anlamına geliyor."
Başka bir deyişle, merkez bankalarının para politikası, kolay para ya da kredi kısıtlamaları ne olursa olsun, en güçlü kapitalistler her zaman işçiler tarafından yaratılan zenginlikten aslan payını almayı başarması ara kapitalistlerin ve zincirin sonundaki işçi sınıfının zararına olur.
İşçi sınıfı, düşük faiz oranından faydalanamadı, ancak oranının yükselmesinin bedelini ağır bir şekilde ödeyecek.
Ücretler, her zaman fiyatların gerisinde kaldığından, durgunluk işten çıkarmalara ve artan işsizliğe yol açtığından, işçiler için enflasyon, yoksullaşma demek. Durgunluğu hızlandıran 2008 bankacılık krizine ek olarak, ülkenin borcunu azaltmak ve mali piyasalara güven vermek bahanesiyle emeklinin, memurun ve işçi sınıfının dramatik bir şekilde kanının dökülmesini tetikleyen 2010 Yunanistan borç krizinin hayaleti de var. Selanik-Atina hattındaki trajik tren kazasıyla sembolize edilen, ulaşım, sağlık, eğitim, fahiş fiyatlar, sefalet ücretleri ve emekli maaşları gibi kamu hizmetlerinin başarısızlığından muzdarip Yunanlıların kaderi, burjuvazinin iktidarına meydan okumadıkları takdirde tüm Avrupa’daki işçileri tehdit eden kaderdir.
Kapitalizmin ıstırabı ve devrimcilerin görevleri
Kapitalist ekonominin toplum için yarattığı çoklu tehlikeler karşısında reformist bir yol yoktur. Merkez bankalarının iyi yönetimi, zamanımızın reformistlerinin talep ettiği gibi "doğru servet dağılımı" örgütleyecek iyi hükümet yok. Troçki 1938’de, İkinci Dünya Savaşı arifesinde yazdığı Geçiş Programı’nda "Burjuvazinin kendisi hiçbir çıkış yolu görmüyor" demişti. BM Genel Sekreteri, kısa süre önce yaptığı "Dünya gözleri açık bir şekilde daha büyük bir savaşa doğru ilerliyor" açıklamasında aynı fikri formüle etti: Tüm genelkurmay başkanlarının bir yıldır hazırlığı hızlandırdığı yeni bir dünya savaşı dışında, kapitalizmin genel krizinden çıkış yolu yok.
Diğer tek çıkış yolu toplumsal devrimdir. Tek olumlu çıkış yolu, bankaları ve bankacılık sistemini, tüm üretim, ulaşım ve dağıtım araçlarını büyük sermayenin elinden almak, her şeyi üretenlerin, işçilerin kontrolüne vermek ve yeniden düzenlemek, yüz milyonlarca kadın ve erkeği sömürmeden, tüm kaynakları, canlı türlerini ve çevreyi yok etmeden insanlığın tüm ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla akılcı, koordineli ve planlı bir şekilde düzenlemektir. Böyle bir komünist toplum örgütlenmesinin tüm ekonomik temelleri var. Uluslararası işçi sınıfı hiç bu kadar geniş olmadı, kapitalist örgütlenmenin kendisi tarafından bir araya getirilmedi ve birleştirilmedi.
Ancak bugün işçiler görevlerinin ve potansiyel güçlerinin farkında olmaktan çok uzak. Burjuvaziye karşı homojen bir sınıf oluşturma bilincini bile kaybetti. Devrimci işçi hareketinin Marks, Engels, Lenin ya da Troçki tarafından art arda somutlaştırılan tüm siyasi mirası, özellikle Geçiş Programı’nda özetlenen geçmişin işçi devrimlerinin tüm dersleri tamamen yeniden öğrenilmeli. Krizin hızlanması, zengin ülkeler dahil olmak üzere krizden uzun süredir etkilenmeyen kesimleri; teknisyenler, yöneticiler dahil olmak üzere milyonlarca işçiyi yaşam koşullarını savunmak için harekete geçmeye itecek. Ücret artışı için, hayat pahalılığına karşı, işsizliğe ve işten çıkarmaya, sopayla dayatılan kemer sıkma politikalarına, birbirini izleyen işçi karşıtı reformlara, hastanelerin ya da okulların kapatılmasına, askerliğin geri getirilmesine karşı verilen mücadele ve seferberlik, işçilerin sınıf bilincini yeniden kazanmaları için vesile olacak.
İşçi sınıfı içinde, sınıf bilincini ilerletmek için her olaya, her kısmi mücadeleye ve her şeyden önce on binlerce insanı siyasi olarak uyandıran kitle hareketlerine dayanmaya çalışan komünist militanların varlığını gerektirir.
Saldırıları gerçekleştiren ya da alternatif olarak ortaya çıkan siyasetçilerin, sermayenin hizmetindeki değiştirilen küçük kadrolar olduğunu; polisin, adaletin, parlamentonun, tüm kurumların tamamen üretim araçlarının özel mülkiyetini savunmak için tasarlanmış devlet aygıtı olduğunu; güç dengesinden başka bir sosyal diyalog olmadığını ve patronların kârı tehdit edilmeden hiçbir taviz vermeyeceklerini, hiçbir hak tanımayacağını anlamakla başlar. Burjuvazinin her seferinde sağ eliyle verdiğinin iki katını sol eliyle geri aldığını; işçilerin hayati taleplerini kendilerini sansürlemeden ortaya koymaları gerektiğini ve kendi denetimleri altında örgütler kurarak, sendika liderlerine bel bağlamadan mücadelelerini ve işlerini kendilerinin yönetmesi için kendilerine araçlar sağlamaları gerektiğini görmeleriyle sürer.
(LDC no2, 31 .04.2023)