Ki̇tleleri̇n ve devri̇mci̇ li̇derli̇ği̇n mücadelesi
Kapitalist sistemin uzayan ve derinleşen kriziyle karşı karşıya kalan dünyada, son yıllarda işçilerden ve halk sınıflarından gelen ve bazen gerçek sosyal patlama biçimini alan tepkiler hiç de az olmadı.
2010-2011 yıllarındaki Arap Baharı olarak adlandırılan hareketleri hatırlayalım. Derin toplumsal hoşnutsuzluktan doğan bu hareketler, iktidarları devirdi ve bu siyasi değişimin yaşam koşullarında ilerleme sağlayacağı umudunu doğurdu. Umutların nasıl kırıldığını biliyoruz, Mısır’da daha sert bir diktatörlüğün geri dönüşüne ve Tunus’ta kitlelerinin durumunun daha da kötüleşmesiyle sonuçlandı. Libya, Suriye, Yemen ve hatta Birleşik Arap Emirlikleri’nde meydana gelen ve askeri müdahale ve savaşa yol açan hareketler nedeniyle tüm bölge etkilendi.
Cezayir 2019 yılında, birkaç ay boyunca haftalık kitlesel halk protestolarıyla noktalanan "Hirak" hareketini yaşadı. Hareket sonunda yatışmış olsa da, toplumsal talepler dile getirilmeye devam ediyor. Bir diğer hareket ise özellikle 2019’dan bu yana Sudan’ı sarsan ve sönmekten çok uzak olan harekettir...
Lübnan ve Irak, 2019’dan bu yana önemli halk hareketleri oldu. İsrail işgali altındaki topraklarda ve İsrail’de yaşayan Filistinli Araplar, rejime karşı sık sık gösteri yaptı. Ancak en önemlisi, 2017-2018 ve 2019’da art arda isyanların patlak verdiği ve çok sayıda işçi mücadelesinin yaşandığı İran’dır. Polisin şiddete başvurmaktan çekinmeden kendi ahlaki düzenini dayatmak istediği kadınların durumunun ötesinde, sorgulanmak istenen, İslam cumhuriyetinin diktatörlüğünün kendisi.
Sri Lanka, bahar ve yaz aylarında geniş çaplı bir isyana sahne oldu. Hindistan’da Modi hükümetinin politikalarına karşı büyük köylü seferberliği yaşandı. Şili, 2019’da ulaşım fiyatı artışını protesto etmekle başlayan gerçek bir sosyal patlama oldu. Burma’da Şubat 2021’de gerçekleşen darbe, özellikle işçi sınıfını kapsayan büyük bir tepkiye yol açtı.
Kazakistan’da 2022 yılı, on yıl önce olduğu gibi, petrol ve gaz işçilerinin öncülüğünde enerji fiyatlarındaki artışa karşı bir sosyal patlama ile başladı. Hareket tüm sanayi ve kent merkezlerine yayılarak kitleler diktatörlüğe karşı protestolar yaptı. Büyük ölçüde kendiliğinden gelişen hareket, demokrat olduğunu iddia eden birkaç politikacı ve reformist sendikacılar dışında liderlikten yoksun kaldı. İktidarın büyük şehirleri artık elinde tutmadığı zirve noktasında bile, büyük, mücadeleci ve yoğunlaşmış işçi sınıfına, rejimi devirme ve kendi iktidarını kurma olasılığını açabilecek hiçbir güç ortaya çıkmadı.
Yani eksik olan kitlelerin mücadele ruhu değil. Bir ülkeden diğerine, bir durumdan diğerine, genellikle savunulamaz hale gelen koşullarla karşılaştıklarıda, sendikal mücadeleler, grevler, gösterilere ve baskı güçleriyle yüzleşmeye kadar buldukları araçlarla tepki verirler. Ancak buna rağmen, mücadeleler sırasında ortaya konan hedefler, hiçbir zaman ne kapitalist sistemi ne de emperyalist düzeni sorgulayan demokratik ve sosyal taleplerin ötesine geçmedi.
Hareketlerin başında ortaya çıkan liderlikler çok farklıydı. Sudan’da, işçi sınıfının bağımsız siyaset perspektifini terk etmiş Stalinist gelenekten gelen bir komünist parti ile birlikte yaşayan İslamcı bir parti. Haiti’de silahlı çete liderleri siyasi iktidara meydan okuyarak iktidarı ele geçirmeye çalıştı. Devrimci liderlik değil, özel mülkiyetin eşiğinde duran küçük burjuva, reformist ve/veya milliyetçilerdi. Hiçbiri burjuva sisteminin, mevcut ulusal devlet çerçevesinden ve emperyalizm tarafından dayatılan dünyanın bölünmüşlüğünden ayrılmayı öngörmedi.
Eksik olan devrimci, proleter ve komünist bir dünya partisi, Bolşeviklerin Komünist Enternasyonal’i kurarak yaratmak istedikleri proletaryanın devrimci önderliği. Kitleler ne kadar mücadeleci olursa olsun, liderlik mücadele sırasında kendiliğinden ortaya çıkamaz.
Finans kapitalin egemenlik biçimi olan emperyalist sisteme son vermek, burjuvazinin, ona hizmet eden devletler ve halklar arasında korudukları yapay sınırlarla birlikte yok edilmesini gerektirir. Bu yönde bir politika ve ancak uluslararası proletaryanın, tüm geçmiş deneyimlerin derslerini içeren bir programla kendisini silahlandırması halinde mümkün olabilir.
Bunu vurgulamak, Troçkist programa dayalı devrimci partilerin ve gerçek anlamda devrimin dünya partisi olan bir Enternasyonal’in inşa edilmesi ve işçi sınıfına yerleştirilmesi ihtiyacını teyit etmektir.