Anlaşma olsa da olmasa da hiçbir beklentimiz yok
Yazın bitimiyle birlikte, Brexit pazarlığı da kaldığı yerden sürecek, tıpkı pazarlıkları 2 yıldır yönlendiren Tory hizbinin tartışmaları gibi.
Yaz boyunca, bir anlaşmaya varılıp varılmayacağını tartışmak çok popülerdi. Aslında bu işten bile değil! Küçük Britanya’nın, kapitalist sınıfı ve şirketlerinin, en büyük müşterisi ve tedarikçisi olan Avrupa kıtasından, bir çeşit uzlaşma olmadan ayrılması mümkün değil, anlaşmanın içeriği nasıl olursa olsun.
Britanya sermayesi hazırlanıyor
Siyasetçilerin ağız dalaşı sürerken, İngiliz şirketleri zarar etmemeyi garantilemek için ellerinden geleni yapıyor. Örneğin, Avrupa Birliği pazarına serbest erişimi sürdürmenin gerekliliğini savunuyorlar. Aynı esnada finans kurumlarından pek çoğu, Avrupa Birliği başkentlerinde dükkan açıyor ve finansal anlaşmalarda sorun çıkmasını engellemeye çalışıyor. Bu sırada, İngiliz şirketlerinin yaklaşık %20’si, ticaret yapacakları ülkelerin yasalarına göre geçerli ve uygulanabilir olan yeni ticari sözleşmeleri düzenledi bile!
Görünen o ki, büyük perakendeciler, Brexit’le birlikte yükselen gümrük vergilerinin maliyetini dengeleyecek yollar buldular; örneğin Tesco, Fransız perakende devi Carrefour’la birlik kurdu, böylece Carrefour’un perakende ağları aracılığı ile, ihtiyaç duyduğu Avrupa Birliği mallarına ulaşmayı hedefliyor.
Avrupa Birliği sınırlarındaki gümrüksüz ihracat olanaklarına bağımlı olarak kâr eden, özellikle otomobil sektöründeki şirketler ise uzun süredir, zararlarının İngiltere hükümeti tarafından karışalanacağına dair güvence arıyor: Hükümet ise bu talebe boyun eğmekten oldukça memnun görünüyor!
Diğer bir deyişle, İngiliz sermayesi Brexit gününe hazırlanırken, politikacıların Brexit pazarlığının gidişatına bakmaksızın, Avrupa Birliği’ndeki ticari ortaklarından kendine özgü anlaşmalar “ısmarlıyor”.
İşçi sınıfı da aynısını yapmalı!
İşçi sınıfı bu gelişmelerden hiçbir şey bekleyemez: Ne kapitalistlerin kendi kârlarını Brexit ateşinden korunaklı hale getirmesinden ne de Theresa May’in Avrupa Birliği ile yaptığı pazarlıklardan bir beklentisi olabilir. Sonunda Brexit ne biçimde gerçekleşirse gerçekleşsin (hatta, gerçekleşmese bile), tüm hikaye, patronlar için, işçiler üzerindeki sömürü cıvatasını sıkıştırmanın yeni bahanesi olacak.
Elbette, sayısız ‘mecburi’ gerekçeler bulacaklar. Yeni gümrük duvarlarının “karşılanmayan maliyetinden” mızmızlanacak, Britanya’nın “düşük üretkenliği sorunundan” şikayet edecekler, şimdiden yaptıkları gibi. İşçilere ücretler ve koşullar konusunda bir sürü fedakarlık yapmaları söylenecek, böylece kıtadaki hasımlarla rekabet etme gücü artırılacak. Ve tabii ki, vasıflı yabancı işçi eksikliği riskinden ne kadar şikayet ederlerse etsinler, May’in “yabancı işçilere karşı düşmanca ortamından” olabildiğince yararlanacak, böylece işçileri ulusal sınırlarla bölüp düşmanlaştıracaklar.
Anlaşma olsun veya olmasın, Brexit olsun veya olmasın, işçi sınıfının bir bütün olarak karşı saldırıya hazırlanmak ve tüm kolektif gücünü kullanmaktan başka şansı yoktur. Ancak o zaman, sömürücülere kendi şartlarını dayatma ihtimali olacaktır.
(30.09.2018)WF