Ana sayfa > Arşiv > Arşiv 2018 > Sınıf Mücadelesi Sayı:240 - 10 Haziran 2018 > Tarihten... Tarihten... Tarihten...
15-16 Haziran 1970 işçi ayaklanması
1960’lı yıllarda montaj sanayisi şeklinde olsa da hızla gelişen sanayileşme işçi sınıfında sayısal olarak çok önemli bir büyüme getirdi. Özellikle İstanbul bölgesinde sayıları birkaç yüz bini aşan yeni, genç ve mücadeleci bir sınıf ortaya çıktı. Çoğunluğu köylerden yeni gelmiş işçilerden olsa da, patronların kâr hırsı nedeniyle uyguladıkları sömürü ve baskılar karşısında tepkiler hızlı bir şekilde gelişmeye başladı. Az sayıda da olsa deneyimli ve sınıf bilinçli işçiler sayesinde bu genç işçiler, 1961 Anayasasının, sınırlı olanaklarını da kullanarak haklarını aramaya başladılar.
Artan emekçi sayısı ile birlikte işçi mücadeleleri de büyüdü. 1960’da 2 milyonu aşan ücretli sayısı 1970’te 3 milyon 800 bini geçti. Üstelik artık sarı sendika Türk-İş içerisinde bile çatlaklıklar oluşup, 1966 Paşabahçe grevinde yaşanan gelişmeler sonucunda 13 Şubat 1967’de DİSK kuruldu. Her ne kadar DİSK yönetimi ismine rağmen devrimci olmasa da (Haziran 1970 olayları bunu açıkça ortaya koymuştu) DİSK mücadeleci işçiler elinde bir silah olmaya başladı. 1967’de üye sayısı sadece 40 bin olan DİSK’in 1970’de üye sayısı 100 bini geçmişti.
1968–69 yıllarında işçi sınıfının hızla ilerleyen bilinçlenmesi ve mücadeleleri sermaye sınıfını ve ona hizmet veren devleti ve Demirel hükümetini ciddi bir şekilde endişelendirmeye başladı. 1969’daki Alpagut Linyit Madenlerindeki Haziran-Temmuz mücadelesi ve uyandırdığı yankılar nedeniyle, eylemlerin önünü kesmek için DİSK’in yasaklanmasını amaçlayan 1317 sayılı kanunun Meclis’ten geçirilmesine karar verildi. Böylece DİSK fiilen yasaklanmış olacaktı. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı! DİSK bürokratlarının basit bir protesto çağrısı 15 Haziran’da bir işçi ayaklanmasına dönüştü. İzmit-İstanbul bölgesinde 70 bin işçi, işyerlerini terk ederek sokağa çıkıp isyan başlattı. Eylemdeki işçiler polis-asker barajlarını kolayca aşıp meydanlarda topladı. Genellikle DİSK üyesi işçilerin başını çektiği bu harekete, Türk-İş üyesi işçiler de katılmıştı.
16 Haziran günü, aralarında bu defa önemli sayıda Türk-İş üyesi işçilerin de bulunduğu yaklaşık 150 bin işçi İstanbul bölgesinde yeniden sokaklara çıktı. Yine polis-asker barajlarıyla karşılaşan işçiler, mücadele edip bu barikatları aştılar. Çatışmalarda 4 işçi ve bir toplum polisi öldü.
Ancak ayaklanmış işçilerin gerçek bir önderliği yoktu. Önder diye geçinen DİSK yöneticilerinin en büyük çabası “yangını söndürmek” oldu. Örneğin DİSK genel başkanı Kemal Türkler, içişleri bakanı, vali ve güvenlik ve istihbarat yetkilileriyle yaptığı görüşmenin ardından “Girişilen tahripkar eylemle ilgimiz olmadığını içişleri bakanına söyledik. Ve kesinlikle de bu tahripkar olayları tasvip etmediğimizi bildirdik. Ayrıca işçilere de radyoda bir uyarı yaparak kötü cereyanlara alet olmamalarını istedik” dedi. Radyoda da şunu açıklamıştı. “İşçi kardeşlerim…Beni iyi dinleyiniz. Anayasal haklarınız için direndiniz…Bizler Anayasaya sımsıkı bağlı işçiler olduğumuz için hiçbir hareketimiz Anayasa’ya aykırı olamaz.
Ne var ki, bizim aramıza çeşitli maksatlar güden kişiler, çeşitli kılıflara bürünerek girebilirler. Hatta daha kötüsü gözbebeğimiz şerefli Türk Ordu’sunun bir mensubuna kötü maksatlarla taş atabilir, tahrikler yapabilirler… DİSK Genel Başkanı olarak sizi uyarıyorum.
DİSK yönetimi sömürü düzenine karşı işçi sınıfının ayaklanmasına önderlik etmediği gibi patronlar düzenini korudu. İşçi sınıfı ona düşen görevi yerine getirmişti. 15–16 Haziran isyanından çıkarılacak en büyük ders, işçi sınıfının en kısa bir zamanda kendine yol gösterecek bir devrimci öz önderliğinin oluşturulmasının mutlak bir şart olduğudur.