Ana sayfa > Arşiv > Arşiv 2018 > Sınıf Mücadelesi Sayı:237 - 3 Mart 2018 > Sınıf Mücadelesi’nin Sözü
İran’da rejime karşı halk isyanı
İran, hayat pahalılığına, işsizliğe, yolsuzluğa ve daha genel olarak rejime karşı olan yürüyüşler dalgasıyla sarsılıyor. 28 Aralık’tan sonra, ülkenin ikinci büyük kenti olan Meşhed’de başlayan isyan, bazıları küçük olan yaklaşık 40 kente birkaç gün boyunca yayıldı. Binlerce genç, işsiz, emekçi ve emekli baskı güçlerine karşı direndiler ve şiddetli bir şekilde karakollara, hükümet binalarına ve dini merkezlere saldırdılar. Rejimin uyguladığı baskı ve terör yüzünden isyan hareketi durmuş gibi görünüyor. Ancak derin olduğu görünen halk ayaklanması yaklaşık 40 yıldan beri iktidarda olan mollalar için ciddi bir tehdit.
Tarihin cilvesi olsa gerek; isyanı kasıtlı olmasa da başlatanların Meşhed’deki çok tutucu, dinci çevrelerin, özellikle çok zengin bir dini vakıf olan Astan el Kods’un Mayıs 2017’deki seçimlerde Hasan Ruhani’ye karşı başarısız olan cumhurbaşkanı adayı İbrahim Reis ve çevresi olduğu görülüyor. Bu çevreler, Ruhani’yi sıkıştırmak için hayat pahalılığına karşı bir yürüyüş düzenledi. Başarıları karşısında duruma hakim olamadılar.
Onlara göre bu olay reformcular ile iktidardaki tutucular arasındaki bir hadise ile sınırlıydı. Ancak son yılların en büyük protestolarına dönüştü.
Halk ayaklanması
Protesto hareketi, İslam Cumhuriyetinin karşılaştığı ilk hareket değil. 2009’da, çoğunluğunu orta sınıfların oluşturduğu milyonlarca insan, daha çok Tahran’ın kentli küçük burjuva çevreleri, hile yoluyla yeniden seçilen aşırı tutucu Mahmut Ahmedinejad’a karşı haftalarca yürüyüş yapmıştı. Reformcu aday Musavi’yi destekliyorlardı, çünkü reformlar yapıp diktatörlüğü yumuşatabileceğini ve özgürlükleri genişleteceğini ümit ediyorlardı. Yeşil Hareket diye adlandırılan bu hareket, rejime bağlı Basici isimli milis güçler tarafından baskı ve şiddetle bastırılmıştı. Ahmedinejad, demagojiyle bazı yoksul kesimlerinin desteğini sağladı. Petrol gelirinden her aileye pay vereceğini söylüyordu.
Bugün yaşananların farklı olduğu görülüyor. Bugün ayaklananlar, daha çok eskiden rejimi desteklemiş olan yoksullar. Akşam iş çıkışından sonra emekçiler, işsizler ve gençler, hiçbir örgüt çağrısı olmadan şehir merkezlerinde bir araya gelerek öfkelerini haykırdı.
Öfkenin nedeni ekonomik durum
Öfkenin nedeni temel gıda maddelerine, örneğin yumurta fiyatına (yoksul aileler et yiyemedikleri için genellikle yumurta tüketiyor) yapılan yüksek zam (%40’ın üzerinde) ve petrol fiyatındaki artış ile yoksullara verilen aylık yardımların kesilme kararı. Reformcu hükümet başkanı Ruhani, 2018 bütçesi için kemer sıkma kararları aldı ve bu siyaset sonucunda kitlelerinden kesintiler olacak.
Yoksulluk, sömürü ve gittikçe artan eşitsizlik öfkeyi körüklüyor; öfke bugüne kadar bastırılmış olsa da gittikçe arttı ve bugün isyanın hızla tüm ülkeye yayılmasının nedeni oldu. Esas sorun işsizlik; aktif nüfusun %12’si işsiz, gençler arasındaki işsizlik oranı %28.8. Bu durumda işsizlerin iş bulması, özellikle küçük kentlerde, çok zor.
Enflasyonun erittiği ücretler (yıllık enflasyon %10 civarında) oldukça düşük. Ortalama memur maaşı 350 avro, asgari ücret 215 avro civarında. Bir emekçinin tek bir ücret ile geçinmesi imkansız olduğundan, milyonlarcası iki, hatta üç iş birden yapmak zorunda. Her şey için mücadele etmek gerekiyor. Örneğin bir yıldan fazladır ücretliler, işçiler, öğretmenler düzenledikleri yürüyüşlerle alamadıkları ücretlerin ödenmesini istiyor. Bazı patronlar ve hatta devlet kurumları ücretleri düzenli ödemiyor. Sendikalara bağlı İLNA basın ajansı, Güney Pars petrol bölgesinde çalışanların ücretlerini zamanında alamadıklarını ve konutların kötülüğünü protesto etmek için yüzlercesinin mücadele ettiğini gündeme taşıdı. Yerel bir sürü bankanın iflası sonucu çok sayıda küçük mevduat sahibi, son aylarda, tasarruflarını alabilmek için eylemler yapmak zorunda kaldı.
Ruhani’nin 2013’te ve tekrar 2017’de seçilmesi umut aratmıştı. Seçim kampanyasında, büyük güçlerle yeniden ilişki kurulmasının istihdam olanakları yaratacağı ümidini gündeme getirmişti. Ekonomik yaptırımların son bulması ve yabancı yatırımların geri gelmesinin ekonomik büyümeye yol açması bekleniyordu. Ancak 2015’te İran nükleer denetim anlaşmasından bu yana, ekonomik yaptırımların son bulunmasına rağmen, somut hiçbir iyileşme olmadı.
Rejimin ayrıcalıklarına karşı
Ekonomik durgunluğun ve kitlelerin zorda olmasının nedeni sadece ABD’nin uyguladığı sıkı ambargo değil. Herkes açıkça şunu görüyor: İktidardakiler ve aileleri; petrolden ve ellerinde tuttukları ithalattan elde ettikleri mülklere ve devlet mülklerine el atarak pervasızca servet ediniyorlar. Basın geçen sene bazı kamu ve banka görevlilerinin göz kamaştırıcı aylık maaşlarının 50 bin avro üzerinde olduğunu gün yüzüne çıkardı.
Aylardan beri herkes, gerek sokakta, gerek kuyruklarda yöneticilerin, bakanların, üst düzey bürokratların ve dini liderlerin hırsız olduğunu açıkça, hiç çekinmeden söylüyor. Yoksullar, küçük bir imtiyazlı çevrenin ayrıcalıklarına, torpillerine, vergi bile vermemelerine tahammül edemiyor, “artık bu kadarı da olmaz” diyorlar.
Son dönemde yaşananlar, rejimin ileri gelenlerine tepkiyi art ırdı. Kasım 2017’deki Kermanşah bölgesindeki depremde 600’den fazla insan öldü, on binlercesi çok zarar gördü. Herkes, iktidarın umursamazlığını ve yoksulların durumuyla hiç ilgilenmediğini gördü. İktidarın büyük ilgisizliğinin eksikliği, kitlelerin doğal dayanışma sayesinde kapatıldı. Aralık ayında devlet başkanı Hasan Ruhani’nin devlet bütçesiyle ilgili açıkladığı rakamlar, iktidar çevrelerinin farklı kesimleri arasındaki çıkar kavgalarını, farklı dini kurum ve kuruşlara kıyaklar yapıldığını göz önüne serildi. Herkes basında, devasa miktardaki paranın, devlet bütçesinin %40’a yakın kısmının dini çevrelere aktarıldığını okudu ve yorumladı.
Dini kurum ve kuruluşlar, din okulları ve haçla ilgili kurumların çok büyük mülkleri, toprakları, otelleri, şirketleri var. Dini çevrelerin ileri gelenleri, bunlar üzerinden servetlerine servet katıyor ve vergi bile ödemeyip devletin verdiği devasa sübvansiyonları cebe indiriyorlar. Diğer yandan yoksullara ve işsizlere verilen yardımlar kesildi ve onlar, temel ihtiyaç maddelerine, benzine yapılan zamdan çok etkilendiler. Tüm bunlar tepkileri büyütüyor. İşte bu nedenle, önceleri ekonomik isteklerle ve kötü yaşam koşullarıyla başlayan hareket hızla radikal bir siyasi tepkiye dönüştü. Atılan sloganlar, reformist veya tutucu ayırımı gözetmeden, tüm rejim ileri gelenlerine karşıydı, hepsini hedef alıyordu.
Aralıkta yürüyüşe katılanlar, dini merkezlere saldırmakla yetinmedi, devrimin rehberi olarak kabul edilen, yani gerçek iktidarı ellerinde tutan Ayetullah Hamaney’i de hedef aldı. Aralıktaki çatışmalarda en çok atılan sloganlardan biri “Kahrolsun diktatörlük” idi. Şimdiye kadar kitleler, dini çevreleri eleştirmiyordu. Yeni olan, dini çevrelerin büyük ayrıcalıkları kitlelerin tepkisini çekmesi. Öfkeli gençlere, isyan etmiş emekçilere göre artık İslam Cumhuriyeti yöneticileri gerici, yolsuzluğa bulaşmış, kendini beğenmiş ihtiyarlardan ibaret.
Basına göre devlet bütçesinin önemli bir bölümü, orduya ve devrim muhafızları Pasdaran’ların Suriye, Lübnan ve Irak’ta yaptığı müdahalelere gidiyor. Bu haberler kamuoyunun tepkisine yol açtı. Çünkü aynı anda kemer sıkma siyaseti açıklandı ve Ruhani, askeri bütçenin bu yıl %20 artacağını duyurdu.
Hareketin geleceği
Yoksulların kaderiyle ilgilenen İslam Cumhuriyeti miti sıfırlandı. Sömürülen bazı çevreler, dini iktidarın ve emrindeki milis güçlerin bir diktatörlük olduğunu ve onların ayrıcalıklı çevrelerin imtiyazlarını savunduğunu, kitlelere, emekçilere ve kadınlara bir ortaçağ rejimi dayattığını görüyor.
Hem reformcular hem de tutucular, önce biraz tereddüt etmelerine rağmen bu isyan dalgasına karşı ortak tavır aldı. Ruhani çevresi hemen tutucuları “bunların arkasında kimler var” diye uyarıp, “yaktığınız ateşin etkilerinden sizler de nasibinizi alacaksınız. Siz hükümeti hedef aldığınızı düşünüyorsunuz, ama toplumsal hareket başlayıp herkes sokağa dökülünce bu sizi de aşacak” dedi. İki taraf da, durumun onları aşamaya başladığını görünce şiddetli baskılara baş vurdu; mollaların verdiği rakamlara göre 32 kişi öldürüldü 3 bin 700 kişi tutuklandı.
Grevin yayılıp yayılmayacağını, isyan hareketinin devam edip etmeyeceğini göreceğiz. İran’da işçi sınıfı çok kalabalık, belirli merkezlerde yoğunlaşmış durumda, üretimde belirleyici ve sınıf silahı olan grev hakkını kullanarak üretimden gelen gücü sayesinde rejime karşı gelip isteklerini dayatabilecek güce sahip.
Sonuçta rejimin aniden ve şiddetle tepki göstermesi tehlikeyi görmesinden. İktidardakiler, kitlelerin ekonomik sorunlarını çözmekten aciz. Bunu çok iyi biliyorlar, çünkü 1979 Devrimini yaşadılar. İran’da büyük bir güç oluşturan milyonlarca emekçi, işçi ve sömürülenin, rejimi ve uşaklarını silip süpürebileceğinin farkındalar.
Eğer birkaç on bin emekçi ve sömürülen, mollaları bu kadar korkutuyorsa, emekçiler hem İran’da hem de dünyanın tüm diğer bölgelerinde toplumun değişmesini ve diktatörlerin yıkılmasını isteyenler için bir ümit kaynağılar. Ancak bu ümidin ete kemiğe bürünebilmesi için isyanı başlatanların, önderliği, onlar adına konuşan bir güce teslim etmemeleri gerekli. İşte bu amaçla emekçiler kendi siyasi hedeflerini, ülkedeki tüm sömürülenler adına öne çıkarmalı ve daha önemlisi, öz örgütlülüklerini oluşturup isyanı denetimde tutup zafere götürmeli. Bunun somut anlamı militanların, emekçilerin, gençlerin ve aydınların, kendi siyasetlerini uygulamasıdır.
İran’daki kitleler, rejime son vermek için kesinlikle büyük güçlerden medet ummamalı. Batılı yöneticiler ve medya, isyana önderlik eden bir siyasi önderliğin ve temsilcilerin görünürde bulunmadığının altını çizdi ve bu da onları endişelendiriyor. Onlar 2009’da Ahmedinejad’a karşı protestolara katılan ve reformcuları destekleyenlere sempati ile bakıyorlardı ama bugün çok temkinli davranıyorlar. Avrupa yöneticilerinin bazıları, Ruhani’ye diyalog kurma, yani duruma hakim olmasını öneriyor. Sözde ’reformcu’ Ruhani’nin, Total, Shell ve BP gibi petrol şirketleri başta olmak üzere Avrupalı kapitalistler ile arası çok iyidir. LCD Sayı 188 (11.01.2018)