Milliyetçi Katalanlar ile İspanyol devleti arasındaki kavga
Aşağıdaki yazı 27 Ekim’den önce, yani Katalonya yerel hükümeti ile Madrid’teki merkezi İspanyol hükümeti arasında bağların tamamen kopmasından önce yazıldı. Katalonya Meclisi ve hükümeti, bağımsızlık ilan edip Katalonya Cumhuriyeti’ni ilan etti. Aradan birkaç saat geçer geçmez İspanyol hükümeti başkanı Mariano Rajoy, Katalonya’nın, yeni seçimler gerçekleşene kadar, yani 21 aralığa kadar, merkezi yönetime bağlandığını duyurdu.
Katalonya’da merkezi devlet ile milliyetçiler arasındaki yıllardan beri sürmekte olan çekişmeler, son haftalarda açıkça kavgaya dönüştü. Milliyetçi Carles Puigdemont’un başında bulunduğu Katalonya idaresi, geçtiğimiz 1 ekimde bağımsızlığı ilan etmek için bir referandum düzenledi. Ancak referandum, sağcı Halkçı Partili Mariano Rajoy hükümeti tarafından yasa dışı ilan edildi. Rajoy, Katalonya idaresinin isteklerinin hiçbirine olumlu yanıt vermedi. Rajoy, oy verme merkezlerini kapattı, polisi kullanarak şiddet uyguladı ve savcıları harekete geçirip bağımsızlık taraflarının girişmelerine karşı geldi; hatta bazı liderlerini “isyan” suçlamasıyla tutuklatıp taviz vermeyeceğini vurguladı. Yine de seçim yapıldı ve katılım oranı %43’ü buldu; oy verenlerin %93’ü bağımsızlık için evet dedi. Milliyetçi Katalon cephesi, sağcı bir siyasetçi olan Carles Puigdemont’un etrafında birleşti ve ulusların kendi kaderini belirleme bahanesini kullanarak, kendi çevresinin çıkarlarını savunmak için onları destekleyen kitleleri, yani temel olarak küçük ve orta Katalon burjuvazisini, harekete geçirdi. Puigdemont, Marid’in tepkileri karşısında, en azından geçici olarak geri adım atıp bağımsızlık ilanını ileri bir tarihe atmak zorunda kaldı. Hükümet ise anayasanın 155’inci maddesine dayanarak Katalonya’nın bağımsızlığını iptal etmek için harekete geçti…
Bu krizin nasıl sonuçlanacağına ilişkin bir ön göründe bulunmak çok zor ama şimdiden sonuçlarının kitleler için feci olacağını söyleyebiliriz. Bu yazıyı yazdığımızda en belirgin gerçek, milliyetçiliğin çok hızlı yükseldiği ve iki taraftaki kitlelerin gerici ve işçi düşmanı siyasetçilerin peşinden gitmeye başladığıdır. Bu krizin kökenlerine ve nedenlerine değineceğiz.
Çok eskiye dayanan kavga
Katalon milliyetçiliğ; 19’uncu yüzyılda feodal sınıfların ve Burbon krallığının, Madrid merkezine bağlı olarak tüm İspanya’daki hakimiyetine karşı gelişen bir hareketti. Franko diktatörlüğü döneminde (1936-39 ile 1975) Katalonlar, koyu bir baskı altında olup, diğer İspanyol halkı gibi, en temel haklarından yoksundu. Kendi dilleri olan Katalon dilini bile konuşamıyordu. Franko yönetiminin son bulması, diğer bölgeler için olduğu gibi, Katalonlar için de daha çok özgürlük demekti. Her şeye rağmen bazı bölgesel olgular hep ayakta kalmayı başardı. Franko’nun ölümünden sonraki geçiş döneminin ardından, yani 1978’den sonra, İspanyol devleti yerel farklılıkları resmen kabul etti. Bazısı ülke çapında, bazısı yerel çapta olmak üzere seçimlerle biçimlendirilen kurumları temel alan bir krallık iktidarı oluşturuldu. Bu geçiş dönemi, Fransa’da devrimden sonra olduğu gibi homojen ve merkezi bir devlet yapısının oluşmasını sağlayamadı. İspanyol devleti; bir krallık temelinde, farklı bölgelerdeki yerel iktidarlarla pazarlıklarla bazı yerel yetkileri tanıyan ama farklılık söz konusu olunca, son sözü merkezin söyleyeceği bir iktidar. Yerel iktidarlar, bazı yerel istekleri yerine getirmeye yaradı; örneğin önce Katalonya’da ve sonra Bask ve Galice bölgelerinde “tarihi uluslar” denerek bazı yerel haklar tanındı. Böylece bir sürü yerel siyasetçi çıkar sağladı. Böylece yerel çapta söz sahibi oldular, koltuklara, sorumluluklara ve bir bütçeye kavuştular. Ardında, İspanya’nın başka bölgelerinde de yerel siyasetçiler, bir kısım yerel haklar istedi ve bunları elde ettiler.
Ancak merkezi devletin hak ve ayrıcalıklarının yerel iktidarla paylaşılması bazı şartlara bağlı. Örneğin en çok gerginliği yaratan unsurlardan biri vergi. Bu konuda farklı yerel iktidarların hepsi aynı haklara sahip değil. Örneğin Bask ve Navarre bölgeleri, bir sürü mücadeleden sonra, vergi konusunda tamamen bağımsızlık kazandı ve tüm vergileri toplama hakkı onlara ait. Sadece, topladıkları verginin bir kısmını merkezi devlete aktarırlar. Katalonya ve bazı bölgelerin böyle bir ayrıcalığı yok, vergi konusunda Madrid’teki merkezi iktidara daha çok bağımlılar. 2009’da, yerel vergi konusunda yeni bir yasa yürürlüğe girdi ve böylece merkezi iktidar, tüm yerel iktidarlara bazı vergileri toplama yetkisi tanıdı. Ancak temel vergi olan KDV, gelir vergisi, akaryakıt vergisi, merkezi devletin tekelinde ve merkezi devlet, toplandıktan sonra Madrid’in vereceği karar doğrultusunda vergi gelirinin bir kısmını yerel iktidarlara dağıtıyor.
Katalonya, Avrupa’ya açıldığı için ülkenin en zengin bölgesi. 7.5 milyon nüfusu var ve tüm İspanya’nın GSMH’nın %19’unu üretiyor. Sanayi üretiminin %22’si burada olup toplam ihracatın %25’ini gerçekleştiriyor. Mevcut vergi sistemine göre Katalonya bölgesi, diğer bölgelere göre merkeze, aldığından çok daha fazla vergi aktarıyor: Katalonya, merkezi iktidara, bazı tahminlere göre 8 ile 15 milyar avro arasında değişen miktarda para aktarıyor ve bağımsızlık taraftarlarının en fazla öne sürdüğü konu bu. Örneğin en ateşli bağımsızlık savunucu olan Cecot ( Katalon patronlar örgütü) aylardan beri Katalonya’nın altyapı ve yatırımlarda haksızlığa uğradığını haykırarak, haksızlığın Madrid’in vergileri almasından kaynaklandığını anlatıyor. İşte bu kriz ortamında Katalan küçük ve orta burjuva kitlelerinin önemli bir kesimi, gelirin İspanya’nın diğer bölgeleriyle paylaşılmasına karşı çıkıyor.
2008’den ve krizin büyümesinden sonra gerginlik arttı
Katalan siyasetçiler, 2006’dan beri Madrid ile vergi sorununu yeniden müzakere etmeye çalışıyorlardı. 10 yıl önce neredeyse bir anlaşmaya varılmıştı. 2004 ile 2011 yılları arasında başbakanlık yapmış olan sosyalist Zapatero, Katalonya hukuk düzeni, Katalan dili ve özellikle vergi gelirinin paylaşımına ilişkin Katalonya’nın lehinde bir anlaşmayı öngördü. Ancak Katalan milliyetçilerine söz verilen ve tüm Katalan partilerinin desteklediği bu özerkliğe İspanyol sağı karşı çıktı ve sonuçta özerklik anlaşması, 2010’da Anayasaya aykırı ilan edilip iptal edildi.
Üstelik, 2008’den sonra büyüyen ekonomik krizin sonucu Katalonya ile İspanyol devleti arasındaki kavga büyüdü. Krizin büyümesiyle yapılan bütçe harcamalarındaki kesintilere karşı devasa yürüyüşler yapıldı. 2011’de bu tepkilerin sonucu olarak 15M, yani İndignados (Öfkeliler) hareketi ortaya çıktı ve bu hareket, birkaç defa protesto eylemleri düzenlendi. Ekonomik krizin büyümesi, milliyetçiliğin gelişmesini sağlayan bir ortam oluşturdu.
Yerel Katalonya (Generalite) hükümetinin 2010 ile 2016 arasındaki başkanı olan, yani Puigdemont’la ayni burjuva partisi CDC (Demokratik Konverjens Partisi) üyesi ve ondan önceki başkanı olan Artur Mas, 2012’de yeni bir vergi anlaşması imzalanması için çaba gösterdi. Ancak önerileri, merkezi hükümet tarafından görüşülmeden reddedildi, çünkü kriz nedeniyle merkezin Katalonya’dan gelen vergilere ihtiyacı vardı. Üstelik vergi konusunda Barselona’ya ek özerklik ile verilecek birkaç milyarlık vergi tavizi, diğer bölgelerin de aynı hakları istemesine yol açıp ülkenin birliğini daha da sarsacaktı. Ancak merkezi devletin ısrarlı reddi ve 2008-2011 ekonomik krizinin etkileri sonucunda, giderek daha çok Katalan’ı, artık yerel özerklikle bir sonuca varılamayacağı, tek çarenin İspanya’nın diğer bölgelerinden uzaklaşıp kendi zengin bölgelerinin kabuğuna çekilmek olduğu fikrine sürükledi. 11 Eylül 2012’de Katalonya geleneksel Bayramı (Diada) dolayısıyla, Barselona’da yüz binlerce insan bağımsızlık şiarlarıyla yürüdü. Katalan Generalite’si yaptırdığı bir kamuoyu yoklaması sonucu, Katalonya’nın bağımsızlığını savunan kitle desteğinin 2006’da %15 iken, 2014’te %50 civarına tırmandığını gördü.
2012’de Katalonya’daki yerel iktidar taraftarları, bağımsızlık siyasetini savunmaya başladı. Önce özerklik referandumu ve ardından bağımsız Katalan Cumhuriyetinin kurulmasını savundular. Artur Mas’ın CDC partisi, o zamana kadar işbirliği yaptığı yerel yönetim taraftarları ortaklarıyla bağlarını koparıp bağımsızlığı savunan sol partilerle ittifak kurdu. Bu yeni ittifak, CDC’nin seçmen tabanının bağımsızlık fikrini benimsemesini sağladı. Diğer yandan Katalan sağcı çevreleri, İspanya’dan kopma tehditleri savurup Madrid’i sıkıştırmaya çalıştı.
Bu Mas, 15M hareketinin Katalonya’da yaptığı yürüyüşleri bastıran Mas’tır. Katalonya’da kitle yürüyüşlerine deniz dalgası (mareas) deniyor ve işte bu mareaslar, farklı ekonomik alanlara (sağlık, eğitim…) yayılıp hem Katalonya’da hem Eflatun’da hem de Madrid’te on binleri harekete geçirmişti. Mas, Katalonya’daki yürüyüşlere karşı, Katalan polisini (Mossos) kullanmıştı. Mas göçmenlere karşı da polisi kullandı ve çıkan çatışmalarda hem ölenler hem de yarananlar oldu. Ek olarak Mas, bazı önemli kamu kuruluşlarını özelleştirdi ve kamu bütçesinde büyük kesintiler yapmıştı. Mas, bağımsızlık taraftarı hareketin başına geçmeyi başardıktan sonra, merkez-sol bağımsızlık taraftarı olan Katalonya Cumhuriyetçi Sol (ERC, bu parti 1936’a Katalonya Cumhuriyetini yönetmişti) ittifak yaptı.
Eylül 2015’teki Katalonya genel seçimlerinde CDC, Mas-Puigdemont partisi ve ERC ittifak yapıp oyların %40’ını almayı başardı. Ancak mutlak çoğunluğu alamadıkları için Halk Birliği Adayları (CUP) diye bilinen ve bazı radikal sol ile bağımsızlık taraftarı akımlarından oluşan birlik ile ittifak yaptılar. Basın CUP’ı aşırı sol hareket olarak tanımlasa da, aslında bu oluşum çevrecilerden, kendine anti-kapitalist diyen kadın ve erkekleri barından, farklı çevrelerden oluşuyor. Tüm bunların ortak yönü, bağımsızlık taraftarları olmaları. CUP, sağın ve milliyetçi solun birlikte oluşturdukları hükümeti iki şartla desteklemeyi kabul etti. Birinci şart, Mas’ın geçmişi çok sorunlu olduğu için onun yerine bağımsızlık taraftarı olduğu uzun zamandan beri bilinen Puigdemont’un getirilmesi idi. İkinci şart ise Puigdemont’un bir bağımsızlık referandumu tertiplemesi, evet oyları çoğunluğu alırsa bağımsızlığın ilan edilmesiydi. CUP’un katılması, bu ittifakın burjuva ve sağcı olmasını hiç değiştirmedi.
Mas, yolsuzluklara karıştığı için yargılanmıştı ve bu nedenle çok yıpranmıştı. Mas, 9 Ocak 2016’da yerini Carles Puigdemont’a bıraktı. Ardından bağımsızlığı hedefleyen CDC, ERC ve CUP’un katıldığı bir koalisyon kuruldu. Böylece Puigdemont, Generalite’nin başkanı ve CDC yöneticisi oldu. Ardından, Temmuz 2016’da CDC isim değiştirerek Avrupalı Demokrat Katalan Partisi (PDECAT) oldu. Sonra bu Katalan çoğunluğun tüm işi, bağımsızlığı hedefleyen bir referandum düzenlemek oldu ve o da 1 Ekim 2017’de gerçekleşti.
Referandum siyasi krizi büyüttü
2012 ile 2017 yılları arasında merkezi devlet, Katalanların isteklerini duymazlıktan geldi. Madrid’de iktidarda olan sağcı Rajoy, Katalonya’da iktidarda olan sağcı Mas ve Puigdemont’u hor görüyordu. Bu durumda Puigdemont, hem CUP ile koalisyonunu sürdürüp iktidarda kalabilmek hem de daha önemlisi, artık kendisini dikkate almayan Rajoy’ı sıkıştırmak için tek çıkış yolu referandum oldu. Ancak Puigdemont’un bu konuda güçlenmesi için halk desteğine ihtiyacı vardı. Sağ, bu amaçla küçük burjuva kitleleri arasında kitle örgütleri oluşturdu: Katalan Ulusal Meclisi (ANC) ve Omnium Kültürü. Omnium Kültürü, 1961’de Katalan dilini ve kültürünü geliştirmek amacıyla kurulan bir dernekti ve 70 bin üyesi vardı. 2010’da Barselona’da, Anayasa Mahkemesi’nin yeni özerklik haklarının bir kısmını iptal etmesini protesto için tüm siyasi çevrelerin katılımıyla bir milyon insanın yürüyüşünü işte bu Omnium Kültür tertiplemişti. 40 bin üyesi olan ANC’ye gelince; bağımsızlık propagandası yapmak için her yıl 3 milyon avro yardım alıyor. Bir gazetecinin yazdığına göre “ANC Avrupa’da benzeri olmayan bir kurum; hükümet taraftarı tanınmış bir kurum; toplum ile bir köprü vazifesi görüyor, on binlerce insanı harekete geçirme ve denetleme olanağına sahip.”
2017 eylül başında, 1 ekimde referandum yapılacağının duyurulması ve hazırlıklara başlanması, merkezi devleti harekete geçirmeye yani tepki göstermeye yetti. Sorgulamalar, ev aralamaları, tutuklamalar gözaltılar başladı. Rajoy, referandum girişimini gözden düşürmek için elindeki tüm devlet olanaklarını kullandı. Ancak ANC ve Omnium Kültür taraftarı binlerce genç, Katalan polise karşı seferber oldu. Seçim günü de yüzlerce yarılı olmasına rağmen seçmen bürolarını korumak için hareket ettiler. Rajoy’nın uyguladığı şiddet, haklı bir şekilde, birçok Katalan ve İspanyol’un tepkisini çekti. Sonuçta 1 ekimde 5.5 milyon seçmenin %43’ü oy kullandı ve %90’u da “evet” oyu verdi. Katılım oranı, 9 Kasım 2014’te sembolik olarak yapılan ve %40 katılımın gerçekleştiği referandumdan çok az farklı. Yani 1 ekim referandumu, katılım oranı açısından bağımsızlık taraftarı Katalanlar için büyük bir zafer sayılmaz ama yine de büyük bir olay. Bağımsızlık taraftarı seçmenlerin büyük çoğunluğu, sağcı küçük burjuva veya işçi sınıfının durumu en iyi olan kesimler. Elbette yoksul kitlelerin bir kısmı da bağımsız bir Katalonya’da daha iyi şartlarda yaşayacağını düşündüğü için evet oyu verdi. Ancak Katalan işçi sınıfının büyük çoğunluğu bağımsızlık taraftarı değil. İşçi sınıfının büyük çoğunluğu, referanduma katılmadı. Bölgedeki emekçilerin önemli bir kısmı, zaten ya Endülüs ya da Magrib (Kuzey Afrika) ülkelerinden gelen emekçilerden oluşuyor.
Burjuvazi artık bu iş bitti mi diyor?
Puigdemont, bağımsızlık konusundaki görüşlerini referandumdan 10 gün sonra açıkladı. Bu arada büyük burjuvazi bu yoldan vazgeçmesi için uyarılarda bulundu. Birkaç gün boyunca Katalonya’daki banka ve büyük şirketler, bağımsızlık durumunda Katalonya’yı terk edeceklerine dair açıklamalar yaptı. Avrupa burjuvazisi de aynı çizgide hareket etti. Fransız hükümeti ve başka hükümetler de Katalonya’nın, İspanya’nın bir iç meselesi olduğuna ilişkin açıklamalar yaparak Rajoy’ı desteklediklerini ortaya koydular. Avrupa kurumları, Puigdemont ile karşıtları arasında arabulucu rolü oynamayacaklarını ve bağımsız Katalonya’nın fiilen kendini Avrupa dışında bulacağına vurgu yaptılar.
Madrid hükümeti, İspanya’nın diğer bölgelerinde de ayrılıkçı bağımsızlık hareketlerinin gelişmesini engellemek için bağımsızlık hareketine karşı mücadele etmek zorunda. Avrupa yöneticileri ise Avrupa’nın diğer bölgelerinde de milliyetçi ayrılıkçı hareketlerinin, örneğin İskoçya, Belçika’nın Flandre, İtalya’nın kuzeyindeki ayrılıkçı hareketlerin gelişmesini istemiyor.
Rajoy, bu kavgayı fırsat bilerek kendi yolsuzluklarını ve işçi sınıfı düşmanı siyasetini ört bas etmek için kullanıyor. Bu olay sayesinde kitlelerin bir kesimlerini kendi etrafında birleştirdi. Örneğin emekçi ve yoksulların yaşadığı semtlerdeki evlerin balkonlarında, binlerce İspanyol bayrağı dalgalandı. Bu olaydan önce böyle bir şey hayal bile edilemezdi. Bir yandan Katalan milliyetçiliği güçlenirken, diğer yandan Sosyalist Parti’nin de desteğiyle (PSOE) sağcı ve gerici İspanyol hareketi de güçlendi.
Emekçilere nasıl bir siyaset gerekli?
Bu kavga, hem merkezi devlet yöneticilerinin hem de Katalan yöneticilerinin işçi düşmanı siyasetlerini ört bas etmesine yaradı. Böylece yolsuzluk bataklığında yüzen iki tarafın liderleri bunları unutturmayı başarıyor. Bir yanda Başbakan Mariano Rajoy güçlü adam pozisyonunda Katalanlara karşı polisi ve yargıyı kullanıyor; diğer yanda Katalonya taraftarları olayları kullanarak iktidarda kalıyor. Böylece İspanyol ve Katalan milliyetçiliği birbirini besliyor.
Krizin sonucu ne olursa olsun, bundan kazançlı çıkan, güçlenen milliyetçi fikirlerdir. Bu durum, hem İspanyol hem de Katalan işçi sınıfı için bir felaket. Emekçi aileleri arasındaki bölünmüşlük büyüdü ve iki zıt görüş de kemikleşiyor. Sonuçta işçi sınıfı; sınırların kaldırılması, sömürünün son bulması ve emekçilerin sömürücülerine karşı birleşmesi mücadelesinden uzaklaşıyor.
Gerek Katalonya’da gerek ülkenin diğer bölgelerinde milliyetçi partilerin kuyruğuna takılarak sağın, Katalan solunun ve patronların peşinden gitmek işçi sınıfının çıkarlarına aykırı. Katalan Cumhuriyeti ve bağımsızlık için mücadele şiarı bir aldatmacadan ibaret. Bu fikirlerin sol diye geçinen CUP tarafından benimsenmesi, kabul edilebilir bir şey değil. Devrimciler, Katalonya’da bağımsızlık olsa da cumhuriyet ilan edilse de emekçilerin yaşam şartlarının iyileşmeyeceğini açıklamak zorunda. Bu durumda da emekçiler ve kitleler, yeni iktidara karşı kendi haklarını savunmak için mücadele etmek zorunda kalacak; tıpkı şimdi Rajoy’a karşı yaptıkları gibi. Üstelik yeni iktidar ve patronlar, ulusal birlik masalları anlatarak dış rekabete karşı ulusal birlik gerekli iddiasıyla kitlelerden özveri isteyecek. Katalan Cumhuriyeti fikri öne sürülerek işçi sınıfının sınıf bilinci körleştiriliyor; ne Katalan işçiler ne de Endülüs’ten, Galice’den, Kuzey Afrika’dan gelen, İspanya’nın diğer bölgelerindeki işçiler daha iyi bir yaşam elde edebilecek! Böyle bir şey olursa Katalan burjuvazisi tarafından yönetilecek ve sömürülecekler! Devrimcileri görevi, sınıf farlılıklarını netleştirerek işçi sınıfının gerçek düşmanın kim olduğunu berrak bir şekilde açıklamaktır. Bağımsızlık taraftarı hareketin ne olduğunu açıkça ortaya koymalıyız; kitlelerin öfkesini bir çıkmaz sokağa yönlendirmek.
Sağın ve Puigdemont’un kurduğu tuzak, teşhir edilmeli ve işçi sınıfının çıkarları için birlikte mücadele etmesi gerektiğinde ısrar edilmeli. Şimdiye kadar Katalonya’yı yönetenlerin elindeki bir Katalan Cumhuriyetinin emekçilere karşı olacağını açıklamak gerek. Puigdemont’un referandumunda evet oyu verme çağrısı yapmak, emekçilerin genel çıkarlarına karşı çıkmak demek. Katalonya savunucularının peşinden gitmemek, Katalonya emekçilerinin Rajoy’ın saldırılarına karşı gelmesine engel değil. Ancak emekçiler bunu bağımsız ve kendi öz sınıf temellerinde yapmalı.
Bilinçli emekçiler, kesinlikle Rajoy’ı destekleyemez. Aksine onu teşhir etmeliler. Rajoy, Katalonlara karşı uyguladığı baskıcı polisiye yöntemlerini, İspanyol emekçilerine karşı da kullanıyor. Rajoy, İspanyol milliyetçiliğini, tıpkı Puigdemont’nun Katalan milliyetçiliğini halkı alet ederek kendi çıkarları için kullandığı gibi kullanıyor. Katalan krizinin Rajoy’ı yıpratacağına inanmak bir hayalden ibaret ve emekçileri buna ikna etmeye çalışmak bir yanılgı, hatta ihanettir. Bu durumun sonucu ne olursa olsun Rajoy, emekçilere şunu söyleyecek; bu bela Katalanlar yüzünden kemer sıkmak gerek. Bu kriz, İspanya’daki esas sorunları, yani işsizliği ve düşük ücretleri ikinci plana itiyor. Katalanların oy kullanma hakkını savunmak en doğal hakkı savunmaktır ama bunu ayrılıkçılığı savunanların kuyruğuna takılmadan yapmak gerek.
Ayrılma hareketinin büyümesi kapitalist krizin etkilerinden biri. İspanyol emekçileri, tıpkı İngiltere, Belçika veya İtalya’da benzer ayrılıkçı hareketlerin geliştiği ülkelerde emekçiler, birlikte yaşadıkları ve sömürüldükleri ülkelerin parçalanmasını savunmamalı. Tam aksine, açıkça, kapitalist düzenin çelişkilerinden kurtulmanın tek çıkar yolunun emekçilerin birleşerek onu yıkmalarıyla mümkün olduğunu savunmak gerek. Emekçiler, bütün sınırları ortadan kaldırarak, büyük burjuvaziyi mülksüzleştirerek, halkları sosyalist bir dünya federasyonu çatısı altında birleşmeli. İşte ancak böyle bir federasyonda tüm kültürler için bir imkan doğacak. Rajoy ve Puigdemont gibilerinin savundukları iğrenç siyasetler, bunun tam aksidir. LO (26.10.2017)