“İyi Parti”, kimin için “iyi”?
25 ekimde “İyi Parti” kurulduğu ilan edildi ve kurucuların oybirliği ile Meral Akşener Genel Başkan seçildi. İyi Parti, kendini merkez sağ parti olarak tanımladı. İyi Parti de burjuvaziye ve sermayeye hizmet veren diğer tüm partiler gibi “Yeni şeyler söylemek lazım; özgürlük; siyasal istikrar; adalet; hak; hukuk; vicdan; tam demokrasi” gibi boş sözlerin ilerisine gitmedi.
Her şeyden önce Akşener’in öz geçmişine bir göz atmak, bu partinin işçi sınıfına hizmet vermeyeceğini ve ona düşman bir siyaset izleyeceğini anlamaya yeter. Akşener, 1980 öncesinde aşırı sağ ve faşizan bir parti olan MHP’de yer aldı, sonra Tansu Çiller döneminde içişleri bakanlığı yaptı. Sonra tekrar MHP’ye döndü, partisi adına meclis başkanlığı yaptı. Sadece bunlar bile onun işçi düşmanı olduğunu görmeye yeter. Akşener, Ahmet Yesevi, Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre gibi kişilerden örnekler verdi ve “İyi bir Türkiye için yola çıktıklarını” söyledi. Yani uzun lafın kısası, Akşener ve etrafında birleşenler, gerek MHP’den gerek merkez sağdan gerek AKP’den ve CHP’den memnun kalmayan siyasetçileri bir araya getirip kısa bir sürede iktidar yolunu tutmayı amaçlıyor.
Akşener ve çevresindekiler, büyük bir olasılıkla Fransa’da yaşanan Macron örneğinden esinlenmiş olabilir. Hatırlanacağı gibi Fransa’da sermayeye uzun yıllardan beri, sıra ile bir sağ bir sol parti iktidar olup hizmet etti. Emekçiler ve yoksullar için güzel, hatta çok güzel laflar söyleyip, iktidar oldular, hükümet ve devlet nimetlerinden kendileri ve yakın çevreleri çok güzel yararlandı, ceplerini doludurlar. Daha da önemlisi kapitalist sömürü düzenine çok iyi hizmet verdiler. Ancak ekonomik krizin giderek derinleşmesiyle, tüm itibarlarını yitirip çok yıprandılar. Öyle ki siyasi arenada büyük sermayeye hizmet verebilmek için yeni bir “cici” partiye zemin oluştu. İşte Macron, bu fırsatı yakaladı ve cumhurbaşkanı seçilip iktidar oldu.
Akşener ve çevresindekiler, AKP’nin artık yıprandığını, her geçen gün kan kaybettiğini (AKP, metal yorgunluğu diye ifade ediyor) ama diğer yandan CHP’nin de geniş emekçi ve yoksul kitlelerin güvenini bir türlü kazanamadığını gayet iyi görüyorlar. Macron gibi şanslarını denemek istiyorlar. Yani hem MHP hem AKP hem de CHP, geniş seçmen kitlesine kulağa hoş gelen sözler söyleyip, vaatler yapıp, Anıt Kabir’i, Hacı Bayram Veli türbesini ziyaret ederek, gösterişle yürüyüş ve toplantılarla, seçmenleri kendilerine çekip Türkiye’deki sömürü düzenine “iyi” bir hizmet vermeyi hedefliyor.
“İyi Parti” gerçekten hak, hukuk, adalet, demokrasi istemiş olsa, en azından lafta da olsa emekçilerin sömürülmesini, feci çalışma koşullarını, sefalet ücretlerini, emekçilerin ve yoksulların maruz kaldığı baskıları teşhir ederdi. Bunları dile getirse bile yine de ona güvenemeyiz. Ancak bunları lafta bile yapmadığına göre tamamen patronların düzenin emrinde olduğunu ve emekçilerin hiçbir şey beklememesi gerektiğini görmemize yeter.
“İyi Parti”’nin nasıl bir gelişme yaşayacağını, Fransa’daki Macron gibi sahte ümitler yaratarak seçimlerde başarı gösterip iktidar koltuğuna erişebileceğini veya erişemeyeceğini yaşayıp göreceğiz. Ancak tüm emekçiler için şunu açıkça ve hiç tereddüt etmeden belirtebiliriz: İyi Parti’den emekçilere hizmet veya emekçi çıkarlarını savunmasını beklemek “ölü güzünden yaş beklemekten” farksız.
Emekçiler “büyük, yüce” bir kurtarıcı beklemeden (çünkü böyle bir şey yoktur) kendi haklarını aramak, çıkarlarını savunmak için üretimden gelen güçlerini kullanarak, kendi sınıf temellerinde bir araya gelip kendi öz örgütlenmelerini gerçekleştirmeli. (02.11.17)