CHP iktidara hazırlanıyor; emekçiler tuzağa çekiliyor
“Adalet” yürüyüşünü Maltepe mitingiyle bitiren Kılıçdaroğlu, mitingde, daha sonra parti toplantısında genişleterek anlattığı on maddelik bir program açıkladı. Ardından da “Siyasal partileri, toplumun farklı kesimlerini, sivil toplum örgütlerini ve bütün yurttaşları, bildirinin hedeflerini sahiplenmeye ve hayata geçirmek için mücadeleye çağırıyoruz” dedi.
On madde özetle şöyle:
*15 Temmuz’un siyasi ayağının ortaya çıkarılması,
*Yasama, yürütme ve yardı gücünü tek kişide topladığı için OHAL’in kaldırılması,
*Yargı bağımsızlığı, tarafsızlığı, adil yargılanma hakkı,
*OHAL mağduriyetlerinin giderilmesi,
*Örgütle ilişkisi olmayanların görevlerine iadesi, tutuklu vekillerin serbest bırakılması, *Gazetecilerin serbest bırakılması; medya, düşünceyi ifade etme özgürlüğü, *Gayrimeşru, “mühürsüz seçim” anayasasının uygulanmaması, *Kamuda liyakat, eğitimde laiklik,
*İşsizlik, yoksulluk, insanca yaşam ücretinden yoksunluk, örgütsüzlük, ayrımcılık, terör gibi toplumsal adaletsizliklerin giderilmesi, toplumsal barışımızı bozan tüm antidemokratik uygulamalara eşit yurttaşlık temelinde son verilmesi, *Saldırgan dış politikadan, Türkiye coğrafyasındaki tüm halklara, tüm kimliklere kardeşçe, adilane yaklaşan, barışçıl ve uluslararası hukuka saygılı bir dış politikaya dönülmesi.
Bu talep listesi, bugün toplumda tartışma konusu olan her şeyi kapsıyor ve belki de nüfusun çoğunluğunun desteğini alabilir. Ancak CHP açısından esas sorun, taleplerinin ya da siyasetinin doğru olması veya benimsenmesi değil! Esas sorun bunları nasıl gerçekleştireceği! CHP, siyasetini uygulayabilecek, güvenilir bir güç olarak görülmüyor.
Adalet yürüyüşü, hiç olmazsa Kılıçdaroğlu özelinde, bunun aksi bir gösteri oldu. CHP olmasa bile Kılıçdaroğlu, “söylediğini yapan” bir lidere dönüştü.
AKP iktidarı ve Erdoğan, tüm çabalarına rağmen, gittikçe daha hızlı yıpranıyor. Ortadoğu’daki savaşlar, Avrupa Birliği çerçevesindeki sorunlar, büyük emperyalist güçlerle süren zıtlıklar, komşu ülkelerle sürtüşmeler ve hepsini tetikleyen ekonomik sorunlar, AKP’yi aşıyor. Erdoğan, kıdem tazminatının kaldırılmasını, grev yasaklarını, sorunsuz bağladığı sözleşmeleri, karşılıksız ve geri ödemesiz dağıttığı kredi ve teşvikleri, vergi ve borç aflarını ve işçi sınıfı üstündeki mutlak otoritesini gündemde tutarak patronların gönlünde yerini koruyor. Ancak nereye kadar?
Patronlar, komşu ülkelerde ve daha ötedekilerde yaşananlardan; büyük yürüyüşler, kitlesel protestolar, siyasi partilerin yıpranışı, yolsuzlukların ortaya dökülüşü gibi olaylardan ders çıkarıyor, tedbir alıyor. İşte bu çerçevede CHP, olası bir durumda iktidara gelebilmek için hazırlık yapıyor.
Bunun gerçekleşmesi için CHP’nin kendi tabanı dışındaki kesimleri de etrafında, hatta liderliğinde toplaması zorunlu. Böyle bir şey hem CHP’nin iktidara gelebilmesi için hem de CHP’nin burjuvazinin işine yaraması için gerekli.
MHP’nin ikiye bölündüğü, HDP’nin eridiği bir ortamda, meclisin bugünden çok daha parçalı olması, burjuvazi için hiç anlamlı değil. Tıpkı AKP iktidarları gibi meclise hakim, toplumsal desteği geniş, güçlü hükümet kurma ihtimali olursa patronlar CHP’yi destekler. CHP, güçlü bir iktidar kurabilirse kendini destekleyen patronların taleplerini karşılayabileceği gibi kitleleri, özellikle emekçileri, onlara sahte ümit vererek denetim altında tutabilir. Bu nedenlerle, tıpkı “Adalet” yürüyüşunde olduğu gibi hiçbir siyasi kesimin, kendi adını, görüşünü, ifade etmesine izin verilmiyor. Herkes CHP’nin ardında sıraya sokulup, CHP tüm muhalefetin tek örgütü haline dönüştürülüyor. Sol örgütler bile “başka bir şey yapmak mümkün değil” gerekçesiyle CHP’nin ardına dizildi.
Bu siyaset emekçiler için tam bir tuzak. CHP, emekçilerin sorunlarını ifade eden, yönetiminde, kararlarında, uygulamalarında emekçilerin etkili olduğu bir parti değil.
Emekçiler, bir dönem “kimsesizlerin kimsesi” olduğunu iddia eden Erdoğan gibi yeni bir sözcüye, vaatçıya değil, kendi güçlerine güvenmeli.