Trump’la ya da Trump’sız; Daha büyük saldırılarla karşı karşıyayız
Trump yönetimi çok sayıda soruşturmaya maruz kalabilir. Trump’ın kendi Adalet Bakanlığı tarafından atanmış bir özel savcı, bizzat Trump’ı sorgulayabilir. ABD haber medyası, Trump’ın Twitter’da ettiği her boş lakırdıya kafayı takabilir. Cumhuriyetçilerin hakim olduğu Kongre’nin, güya “sağlık hizmetleri düzenlemesi” kisvesi altında (vergi kaçırmaları, altyapı skandallarını ve türlü kapitalist dolapları koyalım bir kenara) trilyonlarca dolar verginin en
büyük şirketlere aktarılmasını sağlayacak “reformları” yapmayı becerememesi, yani Washington’ın “siyasi açmazları”, üst düzey şirket yöneticileri tarafından yerilebilir.
Ancak gerçek dünyada, ABD hükümetinin ve devasa devlet aygıtının çarkları dönmeye devam ediyor.
Haziran’ın ortasında, Savunma Bakanı Jim Mattis Kongre’ye, Trump’ın teşviki üzerine Pentagon’un Afganistan’a binlerce askeri
birlik daha göndermek için bir plan geliştirmekte olduğunu ifade etti. Afganistan’daki savaşın 16 yıldan uzun sürdüğüne, ABD tarihindeki en uzun savaş olduğuna aldırmayın. Orada zaten 10 bin ABD birliğinin yanı sıra on binlerce de paralı askerin, ABD müttefiklerinin yerleşik olduğuna, devriye gezdiklerine, bombaladıklarına, bölgeyi taradıklarına, bu aşırı yoksul ve savaştan tahrip olmuş ülkeyi kül ettiklerine aldırmayın. ABD’nin siyaset üreticilerine bu yetmez.
ABD’nin emperyalist düzenini, yani petrol şirketlerinin, banka ve askeri şirketlerin karını, servetini, hakimiyetini sürdürmek söz konusu olunca, çiftçiler, köylüler ve Afganistanlı yoksulların ödeyemeyeceği bedel yoktur.
Bu savaş, ABD ordusunun Suriye, Irak, Yemen, Somali gibi ülkelerdeki savaşlarından yalnızca biri. Rusların ABD seçimlerine müdahale etmesine kızarken bile, ABD ordusu ile CIA, Rusya’nın kıyısındaki Ukrayna ve Kırım’da süren savaşları beslemeye devam ediyor. Bu savaşların bedelini elbette ABD işçi sınıfı ödüyor. ABD’nin hakim sınıfının, çatışıp ölmeye, yahut ruhen ve bedenen mahvolmuş halde dönmeye mahkum ettikleri, bizim oğullarımız ve kızlarımızdır. Mermilerden bombalara, füzelere kadar her şey de işçi sınıfının vergileri ile karşılanmaktadır.
Bu sırada, yurtta da çalışan halkın hayati ihtiyaçlarına ayrılan bütçede daha fazla kesinti bekleniyor. Trump’ın Mayıs başında ortaya çıkan ve seçim kampanyalarında uydurduğu tüm “yoksulları ve zayıfları koruma” palavralarını küçük düşüren esas bütçe teklifi, hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler tarafından, tüm sosyal programları hatta en küçük düzenleyici önlemleri bile yok ettiği gerekçesiyle muhalefetle karşılandı, evet. Ama bu demek değil ki nihai bütçe de aynı yolu tutmayacak. Bu demek değil ki eğitime, sağlığa, emekli maaşına, maluliyet ödemelerine ve altyapıya gitmesi gereken vergiler, sermaye sınıfının sözleşmeleriyle ve sübvansiyonlarıyla yutulmayacak, işçi sınıfının yaşam şartlarını daha da düşürmeyecek.
İnsanları bu gerilemeyi kabul etmeye zorlamak için, Trump yönetimi yurttaki baskıcı devlet aygıtını güçlendiriyor. Devlet, kâr odaklı özel şirketlere, hapishaneleri yönetmesi için para ödüyor, sistemin bir iş sunamadığı milyonlarca genci adeta istifliyor. Yegane “suçu” tüm belgelere sahip olmadan nefes almak olan milyonlarca göçmene karşı baskıyı güçlendiriyor.
ABD’nin sermaye sınıfının en çok istediği şey, tüm ABD işçilerinin bu Trump melodramına kapılıp gitmesi. Ama bütün bunlar gerçekte ne anlama geliyor? Bunlar, bu ülkenin ve tüm dünyanın işçilerinin sırtına basa basa inşa edilmiş bir ekonomiyi ve ülkeyi hangi siyasetçinin temsil edeceğini seçmek için verilen bir savaştan başka bir şey değil.
Hayır. İşçiler açısından gerçek sorun, bizlere saldırmaktan asla vazgeçmeyen kapitalistlere ve onların devletine karşı kendi çıkarlarımızı savunmak amacıyla topyekün örgütlenmenin yollarını aramaktır. En tepede hangi siyasetçinin bulunacağı önemli değil, örgütlenmek halen, kendimizi savunmak için en iyi yol. Kendi güçlerimize sahibiz ve onları harekete geçirirsek, kendimizi savunmak ve onurlu bir toplum kurmak için ihtiyaç duyduğumuz tüm iktidara sahip olabiliriz. (Spark)