Ana sayfa > Arşiv > Arşiv 2017 > Sınıf Mücadelesi Sayı:229 7 Temmuz 2017 > Sınıf Mücadelesi’nin Sözü
Dünya işçi sınıfı ve görevlerimiz
Kapitalist toplum, başı sonu belli olmayan devasa bir insan emeği zinciri yarattı. Kim üzerinde oturduğunuz sandalyenin demir ayakları gibi basit bir nesnenin üretimine kaç işçinin katıldığını söyleme yeteneğine sahip? Sadece fabrikalarda parçaları üreten işçilerden söz etmiyoruz.
Demir parçası ona biçim verecek baskı makinasından geçmeden önce bile fabarikayı inşa edenler, fabrikanın inşa edileceği malzemeleri üretenler ve makinaları üretenler gibi geri kalan işleri yapan işçiler de var.
Hammaddelerin fabrikaya ulaşabilmesi için topraktan demir bulup çıkaran maden işçileri, onları gemilere yükleyen liman işçileri, gemiyi çalıştıracak gemiciler de gerekiyor. Gemiyi ve vinci üreten işçilerden sözetmesek bile gemi limana vardığında vinçleri çalıştıran işçileri, bütün bunları taşımak için kullanılacak petrolü işleyerek, benzin ve mazot üreten petrol işçileri de gerekiyor! Bu şekilde sürüp gidiyor.
Demir, fabrikaya gelmeden önce bunları getirecek kamyon şöförlerinin olması gerekiyor ve kamyoncuların kamyonlarını, kamyon lastiklerini üretecek, yol yapacak işçiler, bundan önce asfalt üreten işçiler gerekiyor. Üstelik bütün bu işçileri beslemek, giydirmek için çalışan, üreten işçilerden de söz edilmiyor. Hasta olduklarında ya da herhangi bir iş kazası söz konusu olduğunda, işe dönmeleri için onların tedavilerini yapan hemşireler, onlara okuma yazma öğreten öğretmenler, muhasebeciler, sekreterler.
Bütün bunların işlemesi için bir iletişim şebekesi, cep telefonu, bilgisayar ve bütün bunlar için de hala ve her zaman insan emeği gerekiyor.
Bu açıdan bakıldığında, oturulan basit bir sandalyenin milyonlarca emekçinin çalışmasının sonucu olduğunu söylemek kesinlikle abartı değil. Burjuvazi işi bölerek sonuçta dünyayı birleştirdi!
Öyleyse işçi sınıfının yok olduğunu iddia etmek bütün bunları unutmak ya da unutmuş gibi yapmak anlamına geliyor. Çünkü gerçekten de küçük burjuva çevrelerde, kullandıkları kalemi kimin ürettiğiyle ilgilenmeyen birçok kişi var. Burjuvazi, kendi zenginliğinin nerede üretildiğini çok iyi biliyor. Ancak birçok yönden, kamuoyunu etkileyip biçimlendirenler burjuvalar değil gazeteciler, ekonomistler, sosyologlar gibi aydınlar. Bu küçük burjuvazinin aydınlarının birçoğu, işçi sınıfının varlığını bile bilmiyor ve bilinçsizlikleri, onları, bütün iyi niyetleriyle işçi sınıfının var olmadığını ispatlamak ve açıklamak üzere bilgiçce yazılar yazmalarını sağlar.
Bu insanlar, her gün etiyle kemiğiyle var olan kadın ve erkek işçiler tarafından temizlenen, kullanılan trenlere, metroya binerler ama onları görmezler. Ayrıca yine birçok aydın için işçiler, gerçek bir görünmez sınıftır.
İşçi sınıfı, sınıf önyargılarıyla körleşmiş kişiler için görünmez olsa da her zaman toplumun işleyişi için kaçınılmaz olan ve her zaman dünya çapında sayısı hızla artan bir sınıfı oluşturuyor. Ancak yıllardır emekçileri birleştirecek, onlara bilinç verecek, 19. yüzyıldaki militanların yürüttüğü temel görevleri yerine getirecek siyasi partilerin eksikliği şiddetle hissediliyor.
Devrimciler, Marks’tan beri, bir devrimden yeni bir toplumun doğabilmesi için üç koşulun gerekli olduğunu biliyorlar: Üretici güçlerin gelişmiş olması, işçi sınıfının toplumdaki ağırlığının ve etkisinin artması ve Marks’ın “öznel koşullar” diye isimlendirdiği, işçi sınıfının siyasi bilincinin gelişmiş olması. Troçki, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde, “(İşçi sınıfı) toplum içindeki durumunu ve koşullarını anlamalı ve kapitalist düzeni alaşağı etmeyi amaçlayan kendi öz örgütlerine sahip olmalı. Tarihsel olarak bugün eksik olan koşul budur” diye yazıyordu. Bu vurgu, daha 1938’de kesinlikle doğruydu ve bugün de hala ve çok daha fazla geçerli. Çünkü üretici güçler, nefes alma zorluğu çeker gibi güçlükle de olsa gelişmeye devam etse, kapitalist toplumda işçi sınıfının ağırlığı artmaya devam etse de işçi sınıfının bilinci bunlara paralel olarak gelişmedi, aksine derin bir biçimde geriledi. Bu gerilemenin sonucu olarak, işçi sınıfı içinde korporatizm, şovenizm, ırkçılık, etnizm veya dinci gibi en gerici fikirler ve en kötü önyargılar gelişti.
Ancak, yenilgi ve zaferleriyle bütün bir işçi sınıfı tarihi bize gerçeklerin çok çabuk değişebileceğini öğretti. Ayrıca bu tarih bize, işçi sınıfı yeniden bilinçlendiğinde, nasıl bir kendini adama, hayal etme, mücadele ve dayanışma hazinesinin ortaya çıkabileceğini de gösterdi. 1917 yılından önceki Rus emekçiler, milliyetçi, yurtsever, okuma yazma bilmeyen, genellikle de antisemit (yahudi düşmanı) kişilerdi. Bu, onların, birkaç ay içinde, dünyanın en devrimci işçi sınıfına dönüşmelerini engellemedi.
Şimdilik sadece işçilerin bilinçlerindeki gerileme fark ediliyor. Bu durum karşısında yapılacak en kötü şey, işçi sınıfı benimsemiyor diye fikirlerimizi terk etmek olur. Eğer işçiler bu fikirleri benimsemiyorlarsa, bu eksikliğin sorumluluğunun öncelikle komünist fikirleri yolundan saptıran ve böylece de işçi sınıfını silahsızlandıran aydın nesillere ait olduğunu belirtmek gerekiyor. Aydınların bu ihanetinin bedelini, onlara zulmeden ve onları ezen bir sistemin sürekli kılınmasıyla, emekçiler ödüyor. Bizim savunduğumuz küçük akım, en azından, bu fikirleri canlı tutmaya ve onları bozulmadan, bütünüyle, yarın yeniden savaşa başlamaya hazır olanlara aktarmaya çalışıyor.
Yalıtılmış milyarlarca kişiyi, harekete geçiren, aktif bir sosyal sınıfa dönüştürecek olan bilinçtir. Bu bilinç partilerden geçerek oluşur. Dün gibi bugün de devrimci komünist partilerin varlığı, işçi sınıfını sağlamlaştıracak ve onu, olayları ortak biçimde kavrama yeteneğine, ortak bir siyasete ve ortak eylemlere sahip olan tek gerçek sosyal sınıf yapacak. Ona bu bilinci verecek olan partiler, sadece mücadele etmekle kalmamalı aynı zamanda kurulu düzeni alaşağı etmeli ve işçi sınıfını yönetici sınıf yapmalı.
Biz her zaman işçi sınıfı diktatörlüğünden yanayız üstelik de bundan gurur duyuyoruz çünkü üç milyar kişinin diktatörlüğü, şu anda varolan, bir avuç hisse senedi sahibinin diktatörlüğünden sonsuz derecede daha demokratik olacak.
İşte bu nedenle, ters esen rüzgarlara ve komünizmi gerçekleştirmek için gereken zamanın ümit edilenden çok daha uzun sürmesine rağmen bu fikirler için mücadele etmeye ve onları geliştirmeye devam etmek gerekiyor. Emekçileri, komünist bilince ve devrime kazanmaya devam etmek gerekir. Emekçiler, bugün sadece işsizlik ve yoksulluk korkusuyla yaşamak zorunda kalmıyor, aynı zamanda, burjuvazinin sözcülerinin her gün hiç bir şey olmadıklarına, hiç bir işe yaramadıklarına, çalıştıkları işyerleri için maliyetlerinin çok olduğuna, ağır bir yük olduklarına inandırmaya çalışan tek taraflı propogandaya maruz kalmaya zorlanıyorlar! Evet bizim mücadelemiz, aynı zamanda, işçi sınıfına dahil olmakla gurur duyduğumuz fikrini yeniden ortaya çıkmaktadır. Çünkü gerek köken itibariyle gerekse de sonradan kabul edilerek olsun, hiç kimseyi sömürmeyen, emeğiyle bütün toplumun işleyişini sağlayan, her zaman sömürüye karşı mücadele eden yani tek kelimeyle insanlığın geleceğinin lokomotifi olan bu sınıfa ait olmaktan gurur duymakla bütünüyle haklıyız!
O halde evet, Marks’tan bu yana dünya değişti, işçi sınıfı da değişti. Bazı yönlerden bu değişim daha iyi oldu. Zengin ülkelerin işçi sınıfı bugün daha kültürlü yani fikirleri anlama ve öğrenme konusunda 19. yüzyıldakinden daha yetenekli. Yoksul ülkelerin işçi sınıfı daha çok sayıda, daha da yoğunlaşmış durumda ve önceden olduğundan daha çok teknik ilerlemeye sahip. Kuşkusuz değişmeyen tek şey işçi sınıfının hiçbir zaman olmadığı kadar üretimin ve sömürünün odak noktasında olması ve bu nedenle de dünyayı değiştirmeye yetenekli tek sınıf olarak kalması. Kapitalizm var olduğu sürece de bu gerçek değişmeyecek.
Evet, dünya değişiyor, fabrikalar burada kapanıp başka bir yerde açılıyor. Ayrıca, bazı yeni ürünler ortaya çıkıyor, bazıları kayboluyor. Üretimin çekim merkezleri yer değiştiriyor. Ne yapalım yani? Atlı araba, fayton üretimi hemen hemen ortadan kalkıp yerlerini otomobil üretimine bıraktıklarında, o dönemin devrimci militanları ağlayıp sızlayıp mızmızlanmadılar, fabrikalarda kök salmaya gittiler.
Evet, içinde yaşadığınmız, militanlık yaptığımız dönem oldukça zor. Çünkü moral bozukluğuyla damgalanmış durumda. Ancak ekonomik, siyasi ve entellektüel olarak burjuvazi tarafından damgalanmış kapitalist bir dünyada yaşıyoruz. O halde yolun engellerle, engebelerle dolu olmasında şaşılacak bir şey yok. Devrime kadar da bu böyle olacak. Engels’in dediği gibi, işçi sınıfının tarihi “birkaç yalıtılmış zaferle kesintiye uğrayan uzun bir yenilgiler serisi” olarak özetlenebilir. Bu, fikirlerimizin geçerliliği ve devrimci görevlerimiz hakkında hiçbir şey değiştirmez.
Komünist Manifesto’nun son satırlarını hiçbir zaman olmadığı kadar benimsiyoruz: “Komünistler amaç ve hedeflerini gizleyecek kadar kendilerini küçük düşürmezler. Amaçlarına ancak, geçmiş toplumsal düzenin şiddetle devrilmesiyle ulaşılacaklarını açıkça ortaya koyarlar. Hakim sınıflar komünist devrim fikriyle titreye dursunlar! İşçilerin zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyleri yok. Aksine onların kazanacakları bir dünya var. Bütün ülkelerin işçileri birleşin!” (04.03.2011)