16 Nisan geçti, emekçilerin sorunları yerinde duruyor!
Anayasa değişikliği 1 milyon 377 bin oy farkla kabul edildi. Oylanan anayasanın hazırlayıcısı, savunucusu ve tek kazananı olan Erdoğan, önce “atı alan Üsküdar’ı geçti” dedi, ertesi gün de “sür eşeği Niğde’ye” diye ekledi. Erdoğan, “istediğimi aldım, gerisini dinlemem” demeye getiriyor! Mühürsüz oy sayısının sonucu etkileyecek şekilde 1.5 milyon civarında olmasına, yurt dışındaki mühürsüz oyların geçersiz sayılmasına rağmen YSK da, Erdoğan gibi görmüyor, işitmiyor!
Aslında durum, hem Erdoğan hem de tüm sistem açısından, 15 Nisan’dan daha olumlu değil! Her şeyden önce Erdoğan, 1 Kasım seçimlerinde yoğun olarak üç partiye bölünmüş olan karşıtlarını, tek safta “hayır” cephesinde bir araya topladı ve 23 milyonu aştıklarını gördüler. İlk 5 büyük şehrin 4’ünde (Bursa’da az farkla “evet” çıktı), 33 büyükşehrin 17’sinde Erdoğan’a “hayır” dediler. Daha da önemlisi buraları, sanayinin, işçi sınıfının, emekçilerin şehirleri.
AKP ve Erdoğan dört koldan, tüm devlet olanaklarını, OHAL’i, dini, medyayı, parayı, her şeyi kullandı. Üstelik oy pusulalarında da usulsüzlük yapıldı. Patronlara, birçok kıyak yapıldı, esnafa kredi muslukları açıldı, on binlerce geçici işçi alındı, köylüye para akıtıldı; bu çabaya karşı alınan sonuç denk değil!
Çünkü tüm yapılanlar; işçileri, emekçileri, esnafı vuran ekonomik gerilemeye yeterli gelmiyor. Geçtiğimiz aralıkta %12 çıkan resmi işsizlik, ocakta 650 bin kişi daha eklenerek %13’e (3.870 bin kişi) çıktı. Her dört gençten biri işsiz! Ekonomi, %2.6 büyüse de nüfus artış hızına yetişemediği için aslında küçülüyor, yani yoksullaşıyoruz. Nisan enflasyonu tüketici için %11’i, üretici için %16’yı aştı. İşsizlik ve hayat pahalılığı geri döndü; en çok da emekçileri eziyor.
Erdoğan’ın anayasası bu sorunların hiç birini çözmek için değil! Bu anayasa ile siyasi sistem merkezileştiriliyor. 12 Eylül Anayasası birçok kez, bazı maddeleri birkaç kez değiştirildi. Değişikliklerin çoğu demokratikleşme yönünde oldu ancak işçi sınıfının haklarını kısıtlayan, devleti her durumda haklı gören, baskıcı uygulamalara olanak tanıyan temel yönleri aynı kaldı. AKP, yıllarca “demokratik” anayasa laflarıyla zaman geçirdi. Sonuçta 12 Eylül Anayasasının 18 maddesi, daha baskıcı yönde değiştirildi. “Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz” denir ama Erdoğan, politikacılarda az görülen bir şekilde, bazen söylediğini yapmakla bilinir.
Son dönemde ağzından hakaretten, tehditten, baskıdan başka söz çıkmaması, hem kendisinin hem de düzenin ne kadar sıkıştığını gösteriyor. FETÖ’yü, Avrupa’yı, Suriye’yi bahane gösterip kendisine karşı olanlara; Erdoğan’a karşı oy kullandıklarına göre, emekçilere gözdağı veriyor. Patronlara açılan musluklardan akan paranın, Suriye’de altı ayı aşan savaşın, Kürtlere karşı yürütülen askeri yıkımın, daha temeli bitmeyen havaalanı inşaatının, propaganda harcamalarının ve diğer masrafların faturasını ödeme zamanı geldi. Parayı kasalarına doldurdukları patronlardan değil, işçi sınıfından almak isteyecekler. BES’le başladılar, kıdem tazminatına el koyarak devam etmek isteyecekler. Tehditlerin hepsi, işçi sınıfının haklarını korumak amacıyla “hayır”ı sürdürmesini engellemek için.
Bu saldırıları durdurmak elimizde. Bunu sandıkta yapamayız ama sınıf mücadelesiyle yapabiliriz! İşçi sınıfının gücü buradadır. Ankara’da TEKEL işçileri, iş kanunun 4/C maddesini değiştirdi. Kıdem tazminatı hakkı 1 yıldan 6 aya indi, iş güvencesi ve senelik izin hakkı kazandılar. Renault işçileri ve diğer metal işçileri, bakanın “değişmez” dediği toplusözleşmeyi değiştirdi, zam aldı, patroncu sendikayı kapı dışarı etti. Geçmiş, mücadele ile dolu. Gelecek de böyle olacak. Emekçiler, insanca, onurlu bir yaşam için verdikleri mücadeleden ne kadar gururlansalar yeridir! (18.04.2017)