Baskı ve diktatörlük heveslerini sandıkla değil mücadeleyle durdurabiliriz
12 Eylül askeri darbesi sonrasında hazırlanan anayasanın 18 maddesinin değiştirilmesi için halk oylaması süreci başladı. Böylece 12 Eylül Anayasası, 19’uncu kez değiştirilmiş olacak. Görünüşteki sert tartışmalar, halk oylamasıyla değişmesi, kapsamının genişliği yeni değil. Ancak siyasi sistemi biçimlendirmesi açısından biraz daha kapsamlı olduğu açık. Üstelik AKP’nin neredeyse on yıldır dilinden düşürmediği “sivil, demokratik” anayasa vaadinden sonra, eskisine dönüp daha baskıcı yönde değiştirilmesi söz konusu.
12 Eylül Anayasası, askeri darbede siyasi haklarından mahrum edilen eski siyasetçilerin haklarının iadesi için halk oylamasıyla değiştirilmişti. İktidardaki sözde “demokrat” Özal, siyasi hakların iadesine karşı çıkmış, kitleler hakların iadesi yönünde oy kullanmıştı; siyasiler için değil, yasaklara, baskıya ve Özal’a karşı oldukları için.
Mecliste çok daha kapsamlı değişiklikler, siyasi partilerin uzlaşısıyla yapıldı. Temel ekseni anayasadaki yasakların ve kısıtlamaların gevşetilmesi yönündeydi.
Bugün gündeme getirilenler, iktidarın daha merkezileşmesi ve güçlendirilmesine yöneliktir ve önceki değişikliklerin aksi yöndedir. Planlanan sistemde, iktidar, hükümet etmesini sağlayan tüm güçleri; silahlı güçleri, bütçeyi, para dağıtma musluğunu, siyasi sistemi ve kitleleri “kanun” diyerek ezen hukuk sistemini tek elde topluyor. Bir oy fazla alan, her şeyi kazanacak!
Burjuvazi, sistemini inşa ederken, zaman içinde emekçi sınıfları devlet üzerinden denetim altında tutmak için kurumlar ve kurallar oluşturdu. Normal zamanlarda bunlar işliyor ancak bugün normal bir dönemde değiliz. Darbe girişiminin yarattığı sonuçların ötesinde, Suriye savaşının ve kapımıza gelen dünya ekonomik krizinin etkileri var. Kriz, işsizliğin patlaması, hükümetin en küçüğünden en büyüğüne patronlara para dağıtmasıyla, bankacılıkta değil ama üretim sektöründe kendini açıkça hissettiriyor.
Ekonomik veya siyasi kriz dönemlerinde, savaş, ayaklanma dönemlerinde siyasi iktidar tek elde toplanır. Bugün bunu yaşıyoruz. Sadece Türkiye’de değil, ABD’de, sözde demokrasinin beşiği Avrupa’nın birçok ülkesinde aynı gidişat görülüyor.
Erdoğan’ın yönlendirmesiyle AKP çevreleri, tüm sorunların yeni sistemle çözüleceğini söylüyor. Ama bahsettikleri sorunlar, kitlelelerin sorunları değil, kendilerinin neden olduğu FETÖ, PKK ve diğer çatışmalar. Elbette meydanlarda haykırmasalar da medya aracılığıyla, işçi alımı vaatlerini hep gündemde tutuyorlar. Hayır oyu kullanacak olanlar ise artık teröristlerle aynı şeyleri savunan insanlar oldu. Sözde demokratik oylama yapılacak!
Halk oylaması, kitlelerin önüne sürülen bir tuzak. İktidarın tek elde toplanması, ne büyük sermayenin ne de Erdoğan-AKP’nin zaruri ihtiyacı. Zaten OHAL gerekçesiyle gece yarısı kararnameleriyle istediklerini yapıyorlar. Erdoğan’ı bu yola iten, büyümeyi %3.5’e indiren, işsizliği %12’nin üzerine çıkaran döviz kurunu bir ayda %20 yükselten krizin neden olacağı tepkilerdir.
Milyonlarca emekçi, artık yeter dediğinde, elini bağlayan hiçbir güç olmadan, seçilme, azar işitme kaygısı taşımadan, emekçileri bastıracak bir iktidar oluşturuluyor. Halk oylaması ile olmazsa, başka yoldan, adım adım yapılacak. Bu nedenle “hayır” verip görevini yaptığını düşünen çok yanılır! Hayır diyelim ama esas görevlerimizi unutmayalım! (01.03.2017)