Ana sayfa > Arşiv > Arşiv 2016 > Sınıf Mücadelesi Sayı : 217 - 4 Temmuz 2016 > Anma... Anma... Anma...
Muhammed Ali öldü
1964’ün başlarında, Cassius Clay isimli genç ve atılgan bir boksör, Sonny Liston’a ağır sıklet şampiyonluğu için meydan okudu. Clay, aleyhine olan sekizde bir başarı olasılığına rağmen, müsabakayı yönlendirdi. Zarif bir boks hilesi yapıp, mesafeli hareket ederek, Liston’ın vahşice saldırmasına ve ıskalamasına neden oldu. Yedinci raundun başında Liston, çan sesine karşılık veremeyince Clay, kendini galip ilan etti.
Clay, ringin dışındaki sosyal ve özgüvenli tarzı ile pek çok gazetecinin bamteline basmıştı. Ezici zaferinin hemen ardından, arkasına Malcolm X’i alarak, İslam Ulusuna katıldı. Çabucak adını Muhammed Ali olarak değiştirince ırkçılar karşı saldırıya geçti.
Ancak Ali, siyahilerin ve siyahilerin mücadelesinden etkilenenlerin kahramanı oldu.
Tanınmış sporcuların aksine Ali, ününü, siyahilerin davasını desteklemek için kullandı. 1966’da Vietnam Savaşı’na gönderilmek üzere orduya alınmayı reddedince, tüm bir nesle seslendi. Pek çokları onun “Benim Vietkong ile bir derdim yok. Hiçbir Vietkong’lu bana ‘zenci’ demedi” sözlerini hiç unutmadı.
Ertesi yıl, “Neden benim bir üniforma giyip yurdumdan 10 bin mil uzaklaşmamı ve Vietnam’daki kahverengi derili insanların üzerine bomba ve mermi yağdırmamı istiyorlar, hele ki Louisville’deki sözüm ona ‘zenciler’ köpekler gibi muamele görür ve temel insan haklarından mahrum bırakılırken? Hayır, yurdumdan 10 bin mil uzaklaşıp bir başka zavallı ulusun, beyaz köle sahiplerinin, koyu tenliler üzerindeki hakimiyetini sürdürmesi için katledilmesine ve yakılmasına yardım etmeyeceğim. Bugün böyle kötülüklerin sona ermesi gereken gündür. Böyle bir tavır koymanın bana milyonlarca dolar kaybettireceğine dair uyarılar aldım. Ancak daha önce söyledim ve bir daha söylemeyeceğim. Halkımın gerçek düşmanı burada. Kendi adaletleri, özgürlükleri ve eşitlikleri için savaşan insanları köleleştirmeye yarayan bir araç haline gelip; dinime, halkıma ya da kendime leke sürmeyeceğim. Eğer savaşın benim 22 milyonluk halkıma özgürlük ve eşitlik getireceğine inansaydım beni askere almaları gerekmezdi, yarın kendim katılırdım. İnançlarımı savunarak kaybedeceğim hiçbir şey yok. Hapishaneye girecekmişim, ne olmuş yani? Biz 400 yıldır zaten mahkumuz.”
Ali’nin askere alınmayı reddetmesi, ordudaki savaş karşıtı genç işçileri cesaretlendirdi. Ayrıca başka atletleri de, özellikle büyük basketbolcu Kerim Abdül Cabbar’ı da tavır almada cesaretlendirdi.
Ali’nin ağır sıklet unvanı 1967 nisanında, orduya katılmayı reddettiği için elinden alındı. Haziranda bir ağır suçtan hüküm giydi. Ali, tavrı nedeniyle, kariyerinin en parlak döneminde bokstan men edildi. Üç buçuk yıl sonra geri döndüğünde, becerisini biraz kaybetmişti. Unvanını yeniden kazanması üç yıl sürdü, ardından gelmiş geçmiş en zor dövüşlerden birinde, Manila’dakinde, unvanını korudu.
Ali, boks tekniğine “kelebek gibi uçup arı gibi sokmak” diyordu. “Kelebek gibi uçmanın” ringde ceza almayı engellemediğini keşfedecekti. Pek çok başka boksör gibi üst üste binen darbeler, onu bir çeşit Parkinson hastalığına sürükledi, bu da onu susturdu.
Boksu bırakmadan önce bile, biraz geveleyerek konuşmaya başlamıştı. Neticede kendi fikirlerini ifade edememeye ve başkaları onun adına konuşmaya başladı.
11 Eylül’ün ardından, saldırganları Müslümanlığa uygunsuzlukla suçladı ve “İslam, öldüren bir din değildir” dedi, “Onlar (Örneğin ABD hükümeti) ne karar alırlarsa alsınlar, yüzde yüz arkasındayım” diye ekledi.
Bu açıklama tekrar tekrar ortaya çıkarılarak Ortadoğu’daki savaşları desteklemek için kullanıldı.
Ali, resmi olarak rehabilite edildi, ABD’nin küresel bir elçisine dönüştü. Amerika’nın başka ülke halkları üzerindeki baskısına karşı çıkan biri için bu üzücü bir sondu.
Bununla beraber, tek mantıklı seçeneğin ırkçılığa ve savaşa karşı mücadele vermek olduğuna karar veren nesillerin zihinlerinde Muhammed Ali’nin yeri her zaman özel olacak.