Hükümetler, siyasetçiler değişiyor; siyaset hep aynı işçi düşmanı!
Her hükümet kurulduğunda olduğu gibi yine patronlara yeni olanaklar sağlanırken işçi haklarını gerileten bir yasa ile işe başlanıyor. İş kanunu, SGK, kiralık işçilik ve başkaları. Aslında aynı hükümet devam ediyor; sadece cumhurbaşkanı emir vereceği kişiyi değiştirdi ancak bu durum değişmeyecek: Şimdi de kıdem tazminatı hakkı topun ağzında.
Uzun yıllardır, işçi sınıfının haklarında, çalışma koşullarında gerileme oluyor. Üstelik tüm bunlar, patronların hızla palazlandığı, zenginleştiği, modern, teknolojik olanakların yaygınlaşmasıyla aynı zamanda oluyor. Toplumdaki olanaklar artıyor gibi görünüyor ama işçilerin çalışma koşulları, ücret, iş güvencesi, emeklilik, izin hakları, sosyal olanaklardan yararlanma, yaşamlarını iyileştirmesi aynı seviyede artmıyor, yaygınlaşmıyor.
Patronlar, işçiye ödedikleri ücreti geri almanın, işçiyi bir makine veya eşya gibi kiralamanın yani işçiliği daha da değersiz, ucuza getirmenin çabası içinde. Askeri darbeden sonra işçi olmak, önceki dönemden çok daha farklı ve kötü koşullarda çalışan olmak demekti. Zaman içinde de bir çok değişim yapıldı, bugün işçi olmak bir kez daha değiştiriliyor. Elbette olumsuz yönde! Birbirinin komşu fabrikalarda bile ayrı ücret, çalışma saatleri var, taşeronda çalışmak ayrı, aynı banka veya aynı hastene içinde bile farklı koşullarda, hakları bağlı olduğu patrona veya müdüre göre değişen, yan yana çalışan işçiler, emekçiler var.
İşçi ölümlerini azaltacak, çalışanın sağlığını koruyacak bilgi ve teknoloji var ama kullanılmıyor. Daha verimli ve hızlı üretim araçları var ama çalışma saatleri azalmıyor. Ekonomik kriz yok, patronlar çok memnun ama ücretler bile düzenli ödenmiyor. Soma katliamından sonra sözde verilen haklar, patronların ortak tutumuyla maden işçilerine kullandırılmıyor hatta işçiler adeta zarar görüyor.
Dünyada gittikçe derinleşen ekonomik krizin etkileri, ırkçı, yabancı düşmanı siyasetlerin güçlenmesi, Kürt halkına yönelik sürdürülen acımasız savaş, Suriye ve Irak’ta bitmeyen savaş ve çatışmalar, tüm bunların neden olduğu ortam, emekçilere kendi haklarını savunmak için bile cesaret vermiyor. Bir çok emekçi, ortamı göz önünde bulundurup hak kaybına ses çıkarmayı düşünmüyor.
Bu doğru bir tutum değil. Her şeyden önce sadece işçiler, emekçiler kemer sıkıyor, patronlar ve siyasetçilerinde en ufak bir taviz yok. İşçinin hakkını gerileten her düzenleme “daha iyi olacak” bahanesiyle yapılıyor. İyi olmadığında, iyisi de gelmiyor. Örneğin taşeron için iyi olacak dendi, şimdi kaldırılıyor ama yerine getirilen sözleşmeli çalışma ve kiralık işçilik, taşerondan da kötü.
Bugün işçinin durumu, sadece kârını düşünen patronların keyfine kalmış durumda. İşçi hakları her zaman en son sırada. Hatta müdürler, Zonguldak madencilerine yapıldığı gibi kamu görevlileri de tıpkı patronlar gibi hareket ediyor.
Ancak işçi sınıfı, çaresiz değil. Ne kendini işyerine kapatması ne de öldürmesine gerek var. Birlik olup, örgütlenmesi, gücünü ortaya koyup mücadele etmesi bu gidişatı durdurmaya, hatta tersine çevirmeye yetecektir. Tıpkı 15-16 Haziran 1970’te hem patronlara hem de hükümete geri adım attırdığı gibi. Geçen yıl Renault işçilerinin de yaptığı buydu. Üstelik bugün Türkiye işçi sınıfı, çok daha deneyimli ve sayısı, üretimdeki vazgeçilmez konumu nedeniyle çok daha güçlü. (01.06.2016)