1 Kasım seçimi ve genel olarak seçim
Burjuva demokrasisinin, özellikle de yarı veya hatta çeyrek burjuva demokrasisinin olduğu Türkiye gibi ülkelerde seçimden bir ümit beklemenin ne kadar boşuna olduğunu bir defa daha somut olarak yaşıyoruz.
Her şeyden önce seçim kampanyası esnasında bol keseden verilen vaatler; kitlelerle alay eden, kitleleri enayi yerine koyan ve kitlelere karşı tamamen saygısız. En basitinden AKP’nin en önemli vaatlerinden biri olan asgari ücreti bin 300 lira yapacağı vaadi, seçim zaferlerinin hemen ertesi gününden itibaren tartışma konusu haline getirildi. Tıpkı taşeron işçilerinin kadroya alınması sözü gidi. Öte yandan, patronlara verecekleri para, hiç de tartışma konusu değil. Emeklilere verilecek zam vaatleri için de durum çok farklı değil. Bu bol keseden vaatler CHP ve diğer partiler için de geçerli.
Söz demokrasi ve demokratik haklara gelince seçimden sadece iki gün sonra; 71 gazetecinin işine son verildi, iki gazeteci sudan gerekçelerle, 44 bürokrat, Erdoğan karşıtı ve Gülen taraftarı oldukları nedeniyle “terörist” ilan edilerek tutuklandı, 54 hakim ve savcı Gülen taraftarı olmak nedeniyle açığa alındı. Daha da vahimi Kürt halkına karşı yürütülen savaş, baskı, şiddet, işlenen cinayetler aynen devam ediyor.
Seçim kampanyasına gelince; demokratik bir ortamda seçime katılan partilere en azından, yaklaşık olarak, programlarını ifade edebilmeleri için eşit olanak sunulur. Yaşananların bununla hiçbir alakası yok. En basit örnek; devletin resmi kanallarında, Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) verilerine göre, AKP’ye 30 saat, güya seçime katılmayan Erdoğan’a 19 saat, CHP’ye 5 saat, MHP’ye 1 saat 10 dakika, HDP’ye ise sadece 18 dakikalık hak tanındı. Tüm bunlara, havuz medyasının olanakları da eklenince demokrasinin D’sinin bile olmadığı açıkça görülüyor.
Tüm bu anti demokratik uygulamalara ek olarak, AKP iktidarının, seçimden tam 3 gün önce kendi yasalarını bile çiğneyerek, Bugün ve Kanal Türk televizyon kanallarını ve Millet ile Bugün gazetelerini susturması var.
Yukarıda anlatılanlara daha çok şey eklenebilir. Ama bunlar bile AKP tipi bir burjuva düzeninin ne gibi bir sermaye ve sömürü düzeni olduğunu çok somut olarak gösteriyor.
Bunun ışığında “seçime katılmak gerekmiyor” sonucunu çıkarmak doğru mu? Kesinlikle hayır! Komünist devrimciler prensip olarak en küçük burjuva demokratik olanakları bile kullanıp bu sömürü düzenini, somut olarak her yönüyle teşhir etmeli. Örneğin Rusya’da komünist devrimci Bolşevikler, Çarlık döneminde bile seçime katılıp işçi sınıfının ve yoksulların haklarını savundular.
Daha da önemlisi, seçim döneminde, diğer zamanlardan daha geniş bir şekilde emekçilere ve yoksullara hitap edip “kurtarıcı aramanın” çare olmadığını ve tek çözüm yolunun üretimden gelen gücümüzü kullanıp patronların sömürü düzenine karşı adım adım hep birlikte mücadele etmenin gerekli olduğunu anlatmalıyız. Sakın bize “Türkiye’de böyle bir şey mümkün değil” demeyin. Bunun mümkün olduğunun en basit örneği metal işçilerinin 7 haziran seçimlerini bile beklemeden yaptıkları Mayıs-Haziran mücadelesi ve elde ettikleri haklardır.
% 49 ve hatta % 60 oy alsa da, AKP’nin izleyeceği siyasetin patronların sömürü düzenini korumak olacağı kesin. İşte uygulayacağı bu siyaset nedeniyle 1 kasımda ona oy veren emekçiler de dahil olmak üzere, yarın uygulayacağı işçi düşmanı siyaset yüzünden ciddi bir mücadeleye geçebilirler ve işçi sınıfı için de tek yol budur. (03.11. 2015)