Ana sayfa > Arşiv > Arşiv 2014 > Sınıf Mücadelesi Sayı : 196 - 3 Ekim 2014 > Sınıf Mücadelesi’nin Sözü
Batılı yöneticilerin stratejisi eksenindeki Kürt siyaseti
IŞİD (Irak-Şam İslam Devleti), Irak ve Suriye’nin batısında ele geçirdikleri toprakların genişlemesi sonucu, şimdi artık kendini İslam Devleti olarak adlandırıp “Halifeliği” ilan edip bütün Ortadoğuya yayılma istediği taşıdığını açıkça belirtti.
Batılı yöneticiler, Türkiye ve Körfez devletleri, Suriye ve İran devletlerini sıkıştırmak için bu radikal İslamcı eşkıya çetelerini desteklemekten hiç de çekinmemişti. Şimdi bu çeteler, artık denetimleri dışına çıkıp kendi hesapları doğrultusunda hareket ettikleri için paniğe kapıldılar. Başta Obama olmak üzere emperyalist ülke liderleri, IŞİD eşkıyalarına karşı hummalı bir şekilde bir strateji oluşturmaya çalışıyor.
Yeni duruma hazırlıksız yakalanan bu yöneticiler, hiç beklenmedik yeni bir müttefik buldular: Kürtler. Peşmergeler, Kürt silahlı milisleri, başarılarından dolayı tebrik edilip, özellikle Kuzey Irak bölgelerinde, IŞİD’ın ilerlemesini durdurmak ve ona karşı savaşmaları için yeni silahlarla donatıldı.
Ulusal hak ve istekleri, kendilerini demokratik yönetici diye adlandırılanlar tarafından göz ardı edilen ve hiçe sayılan bir ulus varsa; o da Kürtlerdir. Kürtler, bir yüz yıldan beri bölge devletleri tarafından sürekli baskıya maruz kaldı ve Batılı yöneticiler, tüm bunlara sadece seyirci kaldı. Ne hikmetse bugün Batılı yöneticiler, peşmergeye silah yardımı yapmaktan, askeri hava ve kara desteği vermekten çekinmiyor. Yine de bunu, denetimli ve sınırlı yapıyorlar.
Ümitlerine ihanet edilen bir tarih
Emperyalist yöneticilerin planları, Kürtlerin ulusal haklarına bu ani ilginin arkasına neler yatabileceğini gösteriyor: Kürtleri harcanacak askerler olarak görüyorlar. Kürtler, özellikle de Batılı güçler ile işbirliğine hazır liderler idaresi altında bulunan silahlı askerler, aniden çok değerli oldu. Irak ordusunun yeterli sayıda bulunmadığı ve cihatçıların ilerlemesine karşı hiç savaşmadan alanı terk ettiği önemli bölgelerdeki silahlı Kürtler, Batılı güçler için ilginç. Üstelik silahlı Kürt birlikleri, bir ülke edinmek hedefiyle yıllardan beri mücadele ettikleri için mücadele deneyimine ve birikime sahip.
Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra 4 ülke arasında dağılmış bulunan Kürt nüfusu, 30 ile 40 milyon olarak tahmin ediliyor. Ama bu halk, bir yüzyıl boyunca ne bir ülke şeklinde bir araya getirildi ne de en doğal ulusal haklarına saygıda bulunuldu.
Kürt halkı, bölünmüş olarak boyunduruk altında tutulduğu 4 farklı devlete karşı sürekli mücadele etmek zorunda kaldı. Türkiye, İran, Irak ve Suriye devletleri, ulusal hakları kesinlikle tanımadıkları gibi duruma göre Kürt kitlelerini ya görmezlikten geldi ya da şiddetli baskı uyguladı. Kürdistan, 4 devletin toprakları arasında bölünmüş olarak kaldı ve Kürt halkı hiçbir zaman tek bir devlet çatısı altında bir araya getirilmedi. Kürt kitlelerinin durumu, her zaman hakimiyeti altında bulundukları farklı rejimlerin siyasetlerine ve bu rejimlerin büyük güçler ile aralarındaki ilişki ve gerginliklere göre şekillendi.
Türkiye’deki Kürt nüfusu 13 ile 14 milyon, İran’da 7 ile 9 milyon, Irak’ta 5 milyon ve Suriye’de ise 2 milyon olarak tahmin ediliyor. Türkiye’de 1920 ile 1930 yıllarındaki Kürt isyanları, Mustafa Kemal rejimi tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı. 1984’ten itibaren PKK’nın yürüttüğü silahlı isyan, 45 bin PKK militanı ve askerin ölümü ile sonuçlandı. Erdoğan hükumeti, bir barış sürecini başlattı ama bu süreç tamamlanmış değil.
2014 yazında, IŞİD milislerinin Irak’ta saldırıları başlattığı ve Bağdat ordusunun bozguna uğrayıp kaçmaya başladığı bir ortamda, kuzeyde küçük bir Kürt devleti oluşup baskılara uğrayan kitleler için bir sığınma bölgesi ve Kürt silahlı güçlerinin, silahlı cihatçı güçleri geriletecek bir güç olarak görülebilirdi. Ama emperyalizm için bütün Batılı yöneticilerin güzel nutuklarına rağmen, IŞİD ordusunun baskı ve barbarca tehditleri altında bulunan kitlelerin durumu o kadar da önemli değil. Onların esas sorunu; denetleyemeyecekleri yeni bir iktidarın oluşmasını istemiyorlar.
ABD yöneticileri, Afganistan ve Irak maceralarından sonra, hem mali hem insan kaybı açısından pahalıya mal olacak bir askeri kara harekatına katılmak niyetinde değil. Bu ortamda, Kürt silahlı birliklerinin radikal İslamcı silahlı güçlere karşı, kendilerini ve topraklarını korumak için mücadele etme zorunluluğu güzel bir fırsattı. Ama bu, sadece peşmergelere sınırlı silah vermek ve de onları sıkı bir şekilde denetlemek şartıyla olmalıydı!
Bir Kürt devleti hala daha bir hayal gibi görünüyor
Bütün bu anlatılanlar ışığında, Kürtlerin gerçekten ulusal kimliğinin tanınması ve onları bölen sınırların kaldırılıp bir yüzyıldan beri süren bölünmüşlüklerine son verecek bir devletin oluşmasına doğru gidiliyor mu? Böyle bir şey farklı nedenlerden dolayı söz konusu değil.
Her şeyden önce Kürt örgütleri bulundukları coğrafi konumlara göre bölünmüş durumda. Örneğin PDK, UPK, PYP ve PKK gibi örgütler arasında bölünmüş olmalarının da ötesinde, geçmişte bir kaç defa kendi aralarında silahlı çatışma yaşandı. Irak’ta ve yakın zamanda Suriye’de özerk bir Kürt bölgesinin oluşturulmasına rağmen, böyle bir bölgenin diğer iki ülkede oluşması söz konusu değil.
Emperyalist yöneticiler, ne Türkiye’de ne Irak’ta ne İran’da ne de Suriye’de böyle bir çözüm istemedikleri gibi bunu uygulatacak bir konumda da değiller. Emperyalist güçlerin Ortadoğu’da uyguladığı çeşitli müdahale ve siyasetler, farklı etnik köken ve dini azınlıkları biri birlerine karşı kullanıp bölünmüşlükleri daha da çoğaltıp “böl ve yönet” siyasetine dayanıyor. İşte bunun sonucu olarak bölge, farklı alanlara göre daha az veya daha çok radikal Sunni veya Şii silahlı milislerin hakimiyeti altına girdi. Kimisinin Suudi Arabistan, Katar, Mısır, Türkiye veya İran tarafından desteklediği, etki alanları şeklinde bölündü. Neredeyse sürekli bir hale dönüşmüş savaş yaşanıyor. Parçalara bölünme durumu, artık Irak, Suriye ve Lübnan’a da yayıldı. Ek olarak, Filistin de aynı konumda olduğu için bu bölgenin bir barut fıçısına dönüşmesi daha da arttı.
Emperyalistler, bu bölgeyi denetimleri altında tutmaya devam edebilmek için, duruma göre farklı çevreleri diğerlerine karşı destekleyip biri birlerine karşı kullanmaktan tutun da gizli servislerinin çevirdikleri bir sürü dolaplara ek olarak el altından gizli silah satışlarına kadar bir sürü iğrenç yöntemler kullanıyor.
İşte emperyalizm bu çerçevede, işine geldiği için, Irak’ta özerk bir Kürt oluşumunu destekliyor. Ama ona, uluslar arası bir meşrutiyet tanımak istemiyor. Kürt liderlerin destek arayışları, onları daha uslu olmaya ve Batılı şirketlerin çıkarlarını anlayışla karşılamaya itiyor.
Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından ve Kürtlerin bölünmüşlüğünden bu yana bir yüzyıl geçmiş olmasına rağmen, emperyalizm, Kürt halkına sadece bu bölünmüşlüğün devamı ve en iyi şekliyle ise bir ulusal varlık karikatürü sunmaktan öteye gitmiyor. Bunu bile petrol kuyularının güvenliğini üstlenmeleri ve emperyalist yöneticilerin kendi askerlerini göndermek istemedikleri durumlarda, Kürtlerin bunu üstlenmesi ve de uslu bir şekilde onlara gösterilen alanlar ile sınırlı kalmaları şartıyla yapıyorlar. Bunlara karşılık olarak, bir avuç Kürt imtiyazlı tabakası, petrol gelirinin kırıntılarından ve bir sürü kaçakçılık faaliyetlerinden yararlanıp servet edinebilecek.
Kürt halkının, bölgedeki diğer tüm halklar gibi, kardeşçe bir arada, gerçek bir ulusal varlığa kavuşabilmesi hala gündemde. Böyle bir çözüm, ancak emperyalist hakimiyete son vererek ve bölgenin farklı halklarının sosyalist bir federasyon çatısı altında birleşmesiyle mümkündür. LDC (No:162)