Kapitalist kâr düzenin gerçeği: Devlet, işçileri katleden patronların çıkarları için çalışıyor!
Soma faciasının yarattığı şok, bütün gözlerin işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullarına çevrilmesine neden oldu. Boyalı basından, yandaş medyaya, özel sektör savunucusu uzmanlardan siyasilere kadar herkes işçilere acıma ve yardım kervanına katıldı. Bir haftayı geçti, siyasiler yine koltuk yarışına geri döndüler. Üstelik, tek bir koltuk için yarışa. Her gün iş yerlerinde 4 işçinin patronların kârı uğruna ölmesi, elbette her hafta öldürülen 5 kadın gibi, unutulmaya aday.
Soma patronu, işçiler karbonmonoksitten ölürken enerji bakanıyla toplantı yapıp topu hükumetin kucağına vermişti. Zaten 4 gün sonra lütfedip bir göründü, hala kayıp. İşçinin canı pahasına kazandığını, işçiler ve maden için kullanmadan, işçinin güvenliği, iş yeri için harcamadan, Maslak’ta bir gökdelene yatırıyordu. 2 bin 600’den fazla işçinin, ölüm pahasına ürettiği zenginliğin, işçilere hiç sorulmadan, sadece bir kişinin keyfine göre harcandığı bir düzen nasıl olabiliyor?
Kapitalist kâr düzeni işte bu kadar anlamsız ve zararlı! İşçiler, sadece Soma patronunun değil, onunda içinde olduğu bugünkü patronlar düzeninin, sermaye düzenin kurbanı oldu. Değişmesi gereken, şu veya bu kanun, uygulama, yönetici değil, bu düzenin kendisidir.
Başta CHP olmak üzere bazı daha sol çevreler de, işçilerin katili olarak hükumeti, hatta kamu görevlilerini suçluyor. Evet, hükumet suçludur ama ona bu suçu işleten patronlardır. İşçiler, tüm diğer patronların temel hedefi olan kâra doymayan açgözlülükleri yüzünden öldü. Madenlerin işletilmesi, özelleştirilmesi, satışı, madencilik yasaları, her şey diğer iş kollarında olduğu gibi patronların kârına göre onların dayattığı esaslara belirleniyor; hükumet tarafından düzenlenip yasalaştırılıyor ve uygulanıyor ya da yine patronların lehine görmezden geliniyor.
Ölümüne çalışan işçiler olduğu halde üretimin, işin, düzenlemenin, denetimin, kazancın paylaşımının hiçbir aşamasında işçi sınıfının sözü geçmiyor. Kağıt üstünde işçi temsilcisi görünen sendika bürokratları, aslında patronun işçiler arasındaki adamları gibi çalışıyor ve işçiler de bunu çok iyi biliyor. Sözde tarafsız olması gereken denetleyici kamu görevlileri ise “parayı verenin düdüğü çaldığı” düzenin bir parçası.
İşçi sınıfı, ekonomik, siyasi ve düşünsel olarak tam bir kuşatma atında. Nasıl yaşamaları, çalışmaları, harcamaları, hangi partiye oy vermeleri, desteklemeleri, hangi dini, milliyetçi hatta ahlaki görüşleri benimsemeleri gerektiği, iş yerlerinden başlayarak, evlerde televizyondan camilerde imamlara, kafa patlatıncaya kadar, dayatılıyor. Daha da ileri gidip daha önce depremde olduğu gibi işçilerin acıları kullanılıp işçileri ilgilendiren yasalar, patronların yararına değiştiriliyor.
İşçilerin tüm bu dayatmaları kırıp kendi sınıf çıkarları temelinde düşünmeleri, örgütlenmeleri ve harekete geçmeleri zor ama zor olduğu kadar gerekli. Çünkü hiç kimse işçi sınıfının kendi sorunlarını onun adına çözmez, çözmeyecek. Ve üstelik patronların kârı için işçi sınıfının ödediği bedel, kendi çıkarları için ödeyecekleri bedelden fazla olmayacak. İşçi sınıfının kurtuluşu sadece kendi öz örgütleriyle kendi mücadelesiyle olacak. (05.06.2014)