Ana sayfa > Arşiv > Arşiv 2014 > Sınıf Mücadelesi Sayı : 191 - 2 Mayıs 2014 > Sınıf Mücadelesi’nin Sözü
Kapitalist ekonomi insanlığı felakete götürüyor
Her geçen yıl daha da büyüyen kapitalist kriz insanlığı daha da büyük açlık, felaket ve iç savaşlara sürüklüyor: Suriye, Ukrayna ve Mali ile Orta Afrika gibi ülkelerdeki iç savaşlar ile giderek artan açlık, yoksulluk ve işsizlik temel olarak bu krizden kaynaklanıyor.
Kapitalist ekonomi 2007-2008 yıllarında başlayan ve devam eden mali krizden hiç de çıkamadı. 1970’li yıllarda başlayan durgunluk, artık kapitalizmin bir tür var olma durumu olduğu gibi, peşi sıra krizleri geçici ekonomik canlanmalar izliyor. Ama her defasında kriz daha uzun sürüp daha da feci oluyor, ekonomik canlanmalar da canlanma bile sayılmıyor.
Ekonomik durgunluk açıkça GSMH (ülke içi üretim) rakamlarında da açıkça görülüyor. Halbuki bu rakamlar adeta bir çorba gibi olup, fark gözetmeksizin üretim ve hizmet kalemlerini karıştırıyor. Tabi ki gerçek üretim ile hiçbir değer üretmeyen, özellikle de emlak spekülasyonu, şişirme fiyatlar bu rakamlara eklenince gerçeklerin çarpıtıldığı anlaşılıyor.
Avrupa Birliğinin avro bölgesinde 2013 yılında dahi 2008 yılının üretim seviyesine ulaşılamadı. İşsizlik ise 7.8 milyon seviyelerine tırmandı. Tabii bu bölgeye dahil ülkeler arasında büyük farklılıklar görülüyor: Örneğin Portekiz 10 yıl ve Yunanistan ise 12 yıl gerilere gitti!
Günümüzde yaşananlar hem çok uzun süre devam ediyor ve de tamamen üretim alanlarından kopup yeni yeni ve çetrefilli spekülasyon yöntemleri icat edip ekonomik hayatı derinden etkileyen sonuçlar doğruyor.
Bir bankacı, mali kriz ile ilgili yazdığı kitabında şuna vurgu yapıyor: “Gerek enerji ham maddeleri gerek metal ve tarım ürünleri hammaddeleri olsun bu ürünlerin pazarları çok değişken oldu. Örneğin 2007-2009 yılları arasında petrol fiyatlarının bir yıl içerisinde iki katına çıktığı karikatürü, varil fiyatının Temmuz 2007’de 70 dolardan Temmuz 2009’da 145 dolara tırmanmasını ve onu takip eden aylarda fiyatın 3 kat düşerek Mart 2009’da 40 dolara düşmesi nasıl unutulabilir? Diğer bütün hammaddeler de neredeyse istisnasız aynı çalkantılar oldu.”
Hiç de devrimci bir çizgisi olmayan New York Times bile şuna vurgu yaptı: “Petrol, buğday, pamuk, kahve gibi ham maddeler üzerinde yapılan spekülasyon işlemleri sonucu Goldman, JPMorgan Chase ve Mogan Stanley yatırım bankaları, milyarlarca kâr elde ederken diğer yandan tüketiciler benzini, elektriği, bir kutu birayı veya bir cep telefonunu çok daha pahalıya almak zorunda kaldılar.”
Son banka krizinden önce de bir sürü mali kriz ve çatlama oldu ve bunlar her defasında daha da şiddetlendi. Bankacı kitabında şöyle bir sıralama yaptı: “Ekim 1987’de borsa krizi, 1990’lı yılların başında emlak krizi, Şubat 1994’deki borsa krizi, 1998’deki Barings Bankası iflası, LTCM isimli spekülasyon fonunun iflası ve neredeyse bir genel borsa krizine dönüşmesi, 2001-2003’de internet çöküşü, 2007-2009’da emlak çöküşü, 2010 kışında avro krizi.” Bir de şunu ekledi: “2000 yılından bu yana geçen dönemin yarısından fazlasını dünya çatırdama ile geçirdi. Yani dünya mali sistemin genel bir çöküşü ve gerçek ekonomiye yansıyacak sonuçların korkusuyla yaşadı.”
Mali krizden bu yana geçen 5 yıllık sürenin bilançosu ortada: Devletlerin mali ağlara aktardıkları devasa miktardaki para, temel olarak, büyük boyutlara varan spekülasyonlarda kullanıldı. Bazı anlamlı örnekler verebiliriz: BRI’nin (uluslararası banka sistemi denetimi) yaptığı bir araştırmaya göre Nisan 2010 yılında her gün mali pazarlarda 4 trilyon dolara varan işlem yapıldı. Üç yıl sonra bu rakam 5.3 trilyona tırmandı. Bu rakamları dünya ürün ticareti ve hizmet rakamları ile kıyasladığımızda, uçurumun ne kadar büyük olduğu görülüyor. “1970’li yılların ortalarında dünya mali işlemlerinin dünyanın toplam hasılatının sadece % 20’si (beşte bir) oranındaydı. Bugün 15 katına çıktı ve dünya toplam ticaret hacmine göre 65 katı daha büyük. Halbuki mali işlemlerinin esas hedefinin ticari işlemleri ödemek ve riskleri güvence altına almak olduğu söyleniyor.”
Evet, bu gözlem gerçekten endişe verici! Ancak mali sektörün bugünkü kapitalist “reel sektörün” bir parçası olduğunu unutmamak gerekir. Zaten bugünkü durumdan bir çıkış yolu olmaması da esas bundan dolayı!
Gerek Avrupa ülkelerinde gerek ABD’de üretimdeki durgunluk devam ediyor. İniş çıkışlar olsa da, genel olarak işsizlik sürekli artıyor ve ortada dolaşan para miktarları şimdiye kadar görülmemiş seviyelere tırmandı. Mali pazarlardaki istikrarsızlık da hat safhada.
Son 5 yıl içerisinde yeni mali krizler yaşandı. Avro krizi bir Yunanistan’da, bir Kıbrıs’ta ortaya yeniden çıkıyor ve her an başka bir yerde çıkma tehlikesini taşıyor.
En son, Mayıs 2013’te, Ben Bernanke ağzından FED’in bundan böyle eskisi gibi “yüksek miktarda” dolar basarak piyasalardan federal borçları ve bankalardan ipotek borçlarını satın alma siyasetinde sınırlamalar getirebileceğini -sadece getirebileceğini- açıklaması yüzünden, kalkınmakta diye adlandırılan ülkelerde büyük sarsıntılar oldu. Bernanke iddiasında ısrar etmemesine rağmen, bu tehdidin sözü edilmesi bile Brezilya, Endonezya, Türkiye gibi ülkelerdeki ABD sermayesi, bu ülkeleri terk edip geri dönmeye başladı. Böylece bu ülkelerin para birimleri sarsıldı. Bu tehlike gerçekten de ciddidir.
Bütün emperyalist ülkelerdeki mali sisteme sürekli serum veriliyor ve böylece devlet kasaları boşalıyor. Devletler, bütçelerinin daha da büyük bölümünü borçlarını ve borç faizlerini ödemek için harcıyor. Çünkü merkez bankalarının, banka sistemine ve de mali sistemi avuçlarının içinde bulunduran mali pazarlara neredeyse sıfır faizle verdikleri paraları, devletler, aynı kuruluşlardan çok daha yüksek faizle, üstelik faiz oranları devletlerin güvenilirliğine göre değişiyor, geri borç olarak alıyor.
Bütün devletler, borç yüzündün, farklı sertlik derecelerinde kemer sıkma siyasetleri uyguluyor ve bunların sonuçları da her yerde aynı: Kitlelerin yararına olan kamu hizmetlerine yapılan harcamalarda kesintiler oluyor ve de kitleler için can alıcı önemde olan sağlık, eğitim gibi hizmetlerindeki personel sayısı azaltılıyor.
Kitlelerin cebinden para yürütme yöntemleri farklı olsa da sınıf açısından sonuç hiç değişmiyor: Sömürülen sınıfların cebinden yürütülen devasa miktarlar en sonunda mali sermayeye, yani büyük burjuvaziye aktarılıyor.
Bütün ekonomik krizlerin temel nedeni; işçi sınıfının, kapitalist şirketlerin pazara sundukları ürünleri alabilecek kadar satın alma gücü olmamasıdır. Buna rağmen devletler, borçlarını ödemek için kitlelerin satın alma güçlerine darbe vuruyor. Bunun sonucunda, pazarı daha da daraltıyorlar.
Mali sektörün, özellikle de bankaların görevi “sermayeyi sosyalleştirmek” yani sermayeyi üretim alanına akıtıp üretimin sekteye uğramasını engellemektir. Ama uzun zamandan beri, yani emperyalist aşamadan bu yana, mali sermaye sadece basit bir üretim aracı olarak değil, sanayi sermayesi ile iç içe geçerek, bütün ekonomik yaşamı hakimiyeti altına aldı. Lenin’in deyimi ile, mali sermaye ve tekeller, devlet ile iç içe geçerek kapitalist devleti, mali sektör krallarının emrine sundu.
Mali sektörün giderek daha da büyümesiyle bu iç içe geçme kapitalist devlet giderek büyük sermayenin kirli işlerini yapan bir aygıta dönüşmesi ekleniyor. Büyük sermaye kârını artırmak ve sömürüden gelen zenginliklere doğrudan el atmak için devleti ve olanaklarını kullanıyor. Büyük sermayenin eriştiği asalaklık şimdiye kadar görülmemiş seviyede.
ABD, krizin yeniden patlak verebileceği bir zemin olabilir. ABD merkez bankasının mali pazara sürekli aktardığı para yoluyla mali sermaye güzel kâr etmeye devam ediyor. Ancak hem devletin başındakiler hem de mali danışmanlar, piyasaya sürülen paraların spekülasyona gittiğini ve ileride oluşacak mali balonları şişirdiğini çok iyi biliyorlar.
Açıkçası 2001-2003 internet krizine veya 2007-2008 emlak krizine benzer bir yeni kriz, şişen balonun şu veya bu hammadde veya yine emlak sektörü üzerine yoğunlaşan spekülasyonlar yüzünden patlaması mümkün.
Yöneticilerin en büyük ilgi alanı, basının deyimiyle, “krizden nasıl çıkılır” sorunudur. Kriz nasıl denetim altına alınabilinir? Mali sektöre neredeyse bedavaya aktarılan paralar artık aktarılmazsa, işte tam da bu nedenle devletlerin korktukları bankaların çökmesi olayı yaşanmaz mı? Bugün kimse, ekonomiyi yönetenler, ABD’nin bu girdabın içerisinden nasıl çıkacağını bilemiyor.
Mali sermayenin devasa gücüne son verebilmek için kapitalizmin günümüzde uygulanan kurullarını değiştirmek gerekiyor. Üretim ilişkilerinde “işçi sınıfının sınıf mücadelesini” sonuna kadar yürütmek, yani işçi sınıfının burjuvaziyi mülksüzleştirerek iktidarı ele geçirene kadar götürmek gerekiyor. Yeni bir ekonomik ve toplumsal düzenin oluşulabilmesi için kapitalizmin yıkılması gerekiyor.
İşçi sınıfı ancak iktidarı ele geçirerek, toplumsal bir devrimle özel mülkiyete ve onun yol açtıklarına: Pazar ekonomisine, rekabete, mali sermaye hakimiyetine son verebilir.
Troçki, Geçiş Programında, o dönemde şuna vurgu yapıyordu: “İşçi sınıfı devriminin nesnel şartları oluşmuş ve hatta kokuşmak üzeridir.” Bu çürüme o dönemde faşizm ve dünya savaşı ile oldu, yani “yüzyıl gece yarısı karanlığına bürünmüştü”.
Kapitalizm çelişkilerini İkinci Dünya Savaşı, yani 60 milyon ve de belki daha çok, insanın katledilmesi pahasına aşabildi. Kapitalizm yeniden kokuşmaya başladı.
“Artık her şey işçi sınıfına, yani devrimci önderliğine bağlıdır” diye ekliyordu Troçki. Kapitalizmin insanlığı sürüklediği çıkmazdan kurtulmanın tek yolu yeni bir devrimci önderliğin oluşturulması, işçi sınıfına tarihi görevlerinin ne olduğunu ve bunu nasıl gerçekleştirebileceği bilincini aktarmakla, tıpkı Troçki’nin döneminde olduğu gibi, mümkündür. LO