Kapalı kapılar ardında pazarlıktan halklara bir kazanım çıkmaz.

Tarafların “terörsüz Türkiye süreci” diye adlandırdıkları, PKK’nın silah bırakma süreci ağır aksak ilerliyor. Sürece doğrudan dahil olan Erdoğan ve devlet, PKK’nın şartsız ve koşulsuz silah bırakmasında ısrarlı. Bunu Öcalan da kabul etti. Ancak PKK’nın fiili yönetimi ve DEM içinde bazı kesimler, buna karşı. Devletin ve iktidarın bazı adımlar atmasını, yasal düzenleme yoluyla bazı güvenceler talep ediliyor.
Süreç en başından beri çok yavaş ilerliyor, hatta ilerleme Öcalan’ın açıklamasıyla sadece Kürtler tarafından yapıldı. Ancak süreci etkileyen birçok iç ve dış güç ve gelişme de var.
Erdoğan ve tüm iktidar çevresi, Kürtlerin desteğiyle anayasayı değiştirip veya yine Kürt oylarına güvenerek erken seçime gidip bir dönem daha cumhurbaşkanı olmayı planlamış olabilir. Bu süreçte Kürtlere, ana dilde eğitim gibi kağıt üstünde kalacak, haksız ve kanunsuz olarak hapislerde tutulan Kürtlerin bir kısmının serbest bırakılması gibi zaten olması gereken birkaç düzenleme de yapılması planlanmış olması muhtemel.
Böyle bir fikir birliğinin oluşunu, DEM’in desteğiyle seçilmesini sağladığı CHP’li İmamoğlu’na yapılanlara neredeyse tepki vermemesinden anlamak mümkün.
Ancak bugün durum Suriye etkisi nedeniyle Erdoğan’ı da geçen bir aşamada. Suriye’nin “dinci” yeni lideri, “İslam” cumhuriyeti değil, “Arap” cumhuriyeti kurulduğunu ilan etti. Sonra da, İsrail’in ve ABD’nin baskısıyla Suriye’deki Kürt yönetimiyle anlaşma imzaladı. Önceki yönetimde Kürt oldukları için Suriye vatandaşı dahi olamayan Kürtler, bu anlaşmada sadece birey olarak değil, aynı zamanda millet olarak statü kazandı.
İşte bu aşamada kendini daha güçlü hisseden PKK ve DEM içindeki sözcüleri, önceki konumunu değiştirip bazı talepler dillendirmeye başladı.
Kürtlerin, Suriye toplumuna karışması, Türk ordusunun orada bulunma zeminini de aşındıran bir gelişme. Son aşamada kararı elbette Erdoğan değil, ABD verecek. ABD, Suriye’deki asker sayısını azaltma kararı aldı. Kürtleri destekleyerek işlerini gördüren ABD, İsrail’i de kullanarak Suriye’deki yeni iktidarı kalıcı kılıp denetimi altına alabilirse, ne Kürtlere ne de Türk ordusuna ihtiyacı kalacak.
Elbette iktidar, Ortadoğu’ya ilişkin planların çok daha fazlasını biliyor. Planların bazısını destekliyor, bazısına karşı çıkıyor ancak hiç biri açıkça ifade edilmiyor. Ne Suriye’de ne de PKK-DEM sürecinde hangi yollar, hangi sonuçlar hedefleniyor, açıkça söylenmedi. Üstelik iki taraf da aynı tutum içinde. Daha önce defalarca sözlerinden, yaptıklarından dönen bu siyasetçilere ne Kürt ne Türk kitleler güvenebilir.
Kürt kitlelerin hem bireysel hem de halk olarak talepleri var, ekonomik ve demokratik talepleri var. Ancak bu günkü ortam tam tersi durumda; demokratik hiçbir şey kalmadı, ekonomi tepetaklak dibe yuvarlanıyor. Kürt toplumunun en küçük hak almasından rahatsız olan milliyetçilerin, dincilerin desteğine muhtaç olan bir iktidar, ne yapabilir?
Siyasetçiler hiçbir zaman yapamadık, yapmadık demiyor, suçu karşısındakine atıp bu sefer yapacağım diyerek destek istiyor. Kürt halkı, bu açıdan yeterince deneyimli, siyasetçilere değil, kendisi gibi bu siyasetçilerden çeken Türkiye halklarına güvenmeli. (03.05.25)