Ortadoğu ve Magrip
Ortadoğu en önemli gerginliklerin olduğu bölge olmaya devam ediyor. Farklı büyük güçlerin bölgenin zenginliklerine duydukları iştah nedeniyle ve bu nedenle yaptıkları askeri müdahalelerinden dolayı sürekli savaş yaşanıyor. Bunun sonucunda oluşan yıkımdan, gerginlikten ötürü, kitleler çok acı çekiyor.
Suriye’de rejimin farklı cihatçı grupların çoğunluğunu oluşturduğu muhalif güçlerin yoğunlaştığı İdlib’e yaptığı taarruzlarının ardından, iç savaşta son aşamaya gelmiş gibi görünüyor. Bu askeri harekatla birlikte Esat rejimi, Rusya ve Türkiye görüşmeleri sürüyor; Türkiye’nin muhaliflere yaptığı destekten vazgeçerek, gerekirse bölgedeki kitlenin bir kısmını göçmen olarak kabul etmesi gündemde.
Savaş, Şam rejiminin neredeyse ülkenin tümünde denetime almasıyla sonuçlanmaya doğru gidiyor. 2015’in sonundan itibaren Rusya’nın müdahalesi, rejime, askeri egemenlik olanağı sağlayıp ülkenin tamamen çökmesini ve başta IŞİD olmak üzere
İslamcı milislerin denetime alınmasını, yani Suriye’nin, Afganistan ve Libya gibi olmasını önledi. Rusya, ABD emperyalizmine, emperyalist düzeninin korunması için yardım etti. Buna rağmen ABD yöneticileri, Rusya’ya bir teşekkür bile etmiyor.
Rusya’nın bu müdahalesi, ABD’li ve Avrupalı müttefiklerine yardımcı olup Suriye’nin ve bölgenin tamamen kargaşaya sürüklenmesini engellemiş olsa da, Rusya ve İran, bölgede etkilerini arttırdı. Şimdi ABD ve Avrupa, buna karşı gelmeye çalışıyor. ABD ve
Avrupa yöneticileri, insani konuları bahane ederek protesto ediyor, ciddi deliller olmasa da Suriye’yi kimyasal silah kullanmakla suçluyor. Elbette bunları yapmalarının nedeni, bölgedeki kitlelerin kaderi ile ilgilenmeleri değil. Esas neden; Batılı güçlerin Suriye’de ve bölgede egemenliklerini korumak.
Emperyalist yöneticiler, Afganistan ve Irak yenilgisinden sonra, Ortadoğu’ya doğrudan müdahale etmemeye karar verdi. Geçici olarak Suriye’deki ve Irak’taki Kürt milisleri kullanmayı tercih ettiler. Bu milisler, cihatçı milislere karşı kendi öz nedenlerinden dolayı savaşıyordu. Sonuçta Kürt halkının ulusal hakları tanınmadı.
Emperyalizm, yine yerel ortakları olan İsrail, Suudi Arabistan ve müttefikleri ile birlikte hareket ediyor.
Suudi Arabistan, ABD’nin bölgesel müttefiki olarak rolünü güçlendirmek istiyor ve özellikle İran’a karşı duruyor. Suudi Arabistan, Katar önemli doğal gaz kaynaklarını birlikte işlettikleri için İran’la işbirliği yapmakla suçlayıp, Katar ile ilişkilerini kesti. Suudi yöneticiler, Suriye’deki cihatçı milisleri desteklemeye devam ediyor. Bir de Yemen’de, Arap Emirlikleri’nin de desteğiyle, kitleler için faciaya dönüşen savaşı destekliyorlar. Tüm bunlar için ABD emperyalizminin, özellikle Trump’ın ve ikiyüzlü davranan Fransa’nın desteğini alıyorlar. İran’ın bölgede artan nüfusunu engellemek iddiasıyla, bir defa daha, bir ülke tümüyle yıkıma sürükleniyor ve birbirine düşman milislerin egemenliği altına geçiyor. Kitleler, felakete sürükleniyor. Derneklerin tahminlerine göre 5 milyondan fazla çocuk, açlıkla karşı karşıya.
Trump’ın, kendinden önceki meslektaşının İran ile yaptığı nükleer anlaşmayı bozmasının ilk nedeni, İran’ın güçlenmesini ve bölgede etkisini artırmasını engellemektir. İran, petrol zengini, kalabalık ve eğitimli bir nüfusa sahip. Şahlık rejiminin yıkılmasından bu yana, göreceli bağımsız bir siyaset izlemeye çalışıyor. Batılı ülkelerle yaptığı nükleer anlaşmanın ardından, ekonomik ilişkilerini geliştirerek daha da güçlenmeye başladı. ABD emperyalizmi, bu anlaşmaya son vererek hem Avrupalı hem de yerel müttefiklerine kendi kararlarını dayatıyor. Örneğin son birkaç yıldır Washington ve Moskova ile ilişkilerini dengelemeye çalışan Türkiye’ye, ekonomisi için can alıcı olmasına rağmen, Iranla ilişkiye son verme emri verildi. Ayrıca Trump, Türkiye’ye yaptırım kararları alıp, Türkiye’nin ABD’ye ihraç ettiği çelik ve alüminyuma ek vergi uygulamaya koydu. Elbette ihracat hacmi sınırlı olduğu için bu karar, daha çok sembolik ve bu yolla, hem Türkiye’ye hem de başka rejimlere, bölgenin egemenliğinin ABD emperyalizmine ait olduğu ve bunun unutulmaması gerektiğini hatırlatmak istiyor.
Trump’ın, ABD’nin İsrail’deki büyükelçiliğini Telaviv’den Kudüs’e taşıma kararı, şüphesiz iç siyasi nedenle: Yahudi ve özellikle Evangelist seçmeni memnun etmek için ve aynı zamanda, ABD’nin bölgede en sadık müttefiki olarak kabul ettiği ülkelere destek için gösterdiği sert bir tutum. Filistin sorununu çözme girişimleri, uzun zamandan beri masala dönüşmüş olmasına rağmen Trump, Filistin sorununa adil bir çözüm getirme görüntüsü bile vermek istemiyor. Bunun sonucunda Netanyahu hükümeti ve İsrail aşırı sağı, daha cesaretlenip Arap toprakları üzerindeki İsrail yerleşimleri ve Batı Şeria topraklarının ilhakını arttırıyor. Filistin halkının haklarının tanınması ve kendi öz devletine kavuşabilme olasılığı daha da azalıyor. Gazze çevresinin etrafının kuşatılması ve İsrail yöneticilerinin uyguladığı siyasi baskı sonucu, burada yaşayan kitlelerin hayat şartları giderek katlanılmaz hale geliyor.
Türkiye’de başkan Erdoğan, eğer zamanında yapılırsa, ekonomik şartların kötüye gitmesinden dolayı iktidarı kaybetmekten korktuğu için Haziran 2018’de erken seçim yapma kararı aldı. Seçimi kazansa da ekonomik krizi engelleyemedi ve yazın, Türk parasının değeri çöktü. Ekonominin geleceğine güvenin kalmamasına Trump’ın, İran’a karşı dayattığı yeni ambargo ve ABD ile yeni gerginlikler eklendi. Türkiye’de ekonomik büyüme yıllarca banka kredileri sayesinde oldu ve yabancı sermayenin ülkeyi terk etmesinin sonucu olarak TL’nin değeri, diğer kalkınmakta olan ülkelerde olduğu gibi, önemli oranda eridi. Dolar ve avro ile borçlanmış olan bir sürü şirket, şimdi iflas etmiş durumda. Satın alma gücündeki ani düşüş, işten atılmaların artması, kitlelerin yaşam şartlarında hızlı kötüleşmeyle sonuçlanıyor. Erdoğan’ın uyguladığı diktatörlük, işçilerin tepkilerini tamamen susturamıyor.
Aslında toplumsal durumun kötüye gidişi tüm bölge için geçerli. 2017 sonunda ve 2018 başında, İran’da temel olarak kitlelerinin katıldığı bir isyan hareketi yaşandı. Irak’ta, yaz aylarında Basra’da kitleler, artık dayanılmaz aşamaya gelen duruma karşı, bölgeyi denetimi altında bulunduran Şii parti ve milislere karşı isyan etti. Hatta sosyal hareketlere alışık olmayan Ürdün’de bile haziranda, yaşam şartlarının feci kötüleşmesine karşı yürüyüş ve grevler yapıldı; başbakan istifa etmek zorunda kaldı. Savaş, yıkım ve bunların getirdiği ekonomik kargaşa tüm bölgede, kitlelerin yaşamının feci şekilde etkiliyor. Olayların tırmanmasıyla, milliyetçi, cemaatçi veya dinci hareketler, artık toplumdaki tepkilerin sosyal yaşama yönelmesini engelleyemiyor.
“Arap baharı”nın üzerinden 7 yıl geçti ve hareket çıkmaza girdi. Tunus’ta devrim denen olay rejimin görüntüsünün değişimiyle sonuçlandı ve en iyi şekliyle bazı özgürlükler getirse de sosyal durumu hiç iyileştirmedi. Toplumdaki kötüleşme sonucu Magrip’teki üç ülkede, (Tunus, Cezayir ve Fas) bazı bölgelerde isyanlar çıktı, öte yandan gençliğin bir kısmı göç ediyor. Mısır’da, Mübarek diktatörlüğü yerine şimdi daha fecisi, El-Sisi diktatörlüğü geçti. Suriye’de, Esat diktatörlüğünü yıkma girişimi iç savaşa dönüştü ve durum o kadar kötüye gitti ki şimdi rejimin zaferi, kötünün iyisi gibi görünüyor. Libya’da Kaddafi rejimine karşı yapılan başkaldırının ardından emperyalizm, kitle katliamını önleme iddiasıyla müdahale etti ve bu da ülkeyi kargaşaya sürükledi. Şimdi farklı silahlı milisler, kendi aralarında savaşıyor ve onların arkasında başta Fransız ve İtalyan emperyalistleri olmak üzere, emperyalistler arası rekabet var. Tüm bölgede emperyalist güçler, halklara karşı kendi çıkarlarını korumak amacıyla en gerici güçleri destekledi; üstelik bunu bölgedeki durumun tamamen denetim dışına çıkma riskini göze alarak yaptılar.
Yeni sosyal patlamalar kaçınılmaz. Bunların ne zaman ve nerede olacağını önceden kestirmek mümkün değil. Ancak siyasi iktidarı, yerel burjuvazinin elinden alabilecek ve emperyalist düzene karşı çıkacak devrimci proleter güçler var olmadığından isyanlar, yeni çıkmazlarla sonuçlanabilir.