Kongre metinleri

Askeri harcamalar ve savaş tehdidi

Kapitalist ülkeler arasındaki ekonomik bağımlılık o kadar fazla ki, ekonomik savaş, şimdilik daha çok laftan ibaret.

ABD’nin kendi kapitalist şirketlerini korumak amacıyla almak istediği veya aldığı kararlar, taşeron şirketlere veya ham madde ithal eden şirketlere zarar veriyor.

Mali sektörün büyük etkisi altındaki dünya ekonomisinde, koruyucu önlemlerin alınacağının duyurulması veya kısmen uygulanmasıyla, sermaye yatırımları veya sermaye dolaşımı bundan etkilenip daha karmaşık hale geliyor.

Ticaret savaşları, gümrük vergilerinin arttırılması, gümrük duvarlarının yükseltilmesi ve ithalat sınırlamalarıyla sınırlı kalsa da, uluslar arası ilişkilerde gerginlik yaratır. Gerginlik, diplomasi ile sınırlı kalmaz.

2017’de dünya askeri harcamaları 1 trilyon 700 milyar dolara tırmandı. Yani dünyada kişi başına 230 dolar askeri harcama yapıldı. Silah harcamasının payı çok büyük, giderek artıyor ve soğuk savaş döneminden bu yana görülmemiş seviyeye tırmandı.

Rosa Luxembourg; “silah üretimi kapitalist toplumsal birikiminin bütün gelişme süreçlerinde var oldu” diyor. Devletin yaptığı silah siparişi ve askeri altyapı harcamaları, her zaman kapitalist şirketlerin pazarını geliştirdi, hatta birçok dönemde motor rolü gördü. Rosa Luxembourg’un deyimiyle “sermaye, dünya siyasetinde her zaman saldırgan askeri yöntemler kullanıp sömürgecilikle, kapitalist olmayan ülkeleri asimile ediyor.” Bu eğilim, ekonomik kriz dönemlerinde çok artıyor.

Dünya ölçeğinde silah üretimi ve ticareti, çok uzun zamandan beri silah tröstleri için önemli bir pazar. Fransız emperyalizmi, dünya çapında en önemli silah tüccarlarından biri.

Silah ticaretinin en önemli yönlerinden biri; emperyalist ülkelerin bu yolla, geri kalmış ülkeleri yağma etmesidir. Bu yöntem, eskiden üçlü ticaret diye bilinen yöntemin yeni bir şekli. Emperyalist güçler (ve başka güçler) silah sanayisini kullanarak geri kalmış ülke yöneticilerine, kendi halklarını boyunduruk altında tutabilmek için silah satar. Bu yöneticiler, satın aldıkları tankların, savaş uçaklarının ve en modern füzelerin bedelini, halklarına ödetir ve böylece silah sanayisinin kârını garanti altına alır. Yoksul ülkelerin dev silah harcaması, silah tröstlerinin ve emperyalist ülke bankalarının kasalarını doldurur.

Emperyalist güçler boyunduruk altında tuttukları halklara karşı askeri müdahalede bulunuyor; bölgesel güçler de kendi aralarında savaşıyor veya yerel güçler, kendi halklarına karşı iç savaş yürütüyor. Kısacası son dünya savaşından bu yana, yeryüzünde savaş hiç durmadı. Savaş, silah tüccarları için yeni silahlarını satacakları bir pazar, hem de yeni silahlarını deneme zemini. Savaş ekonomisi, insanlık için dünya olanaklarının ve insan dehasının boşuna harcandığı muazzam bir kayıp.

İnsan dehası, yaşam şartlarını iyileştirmek ve yeryüzünün geleceğinin güvence altına alınması için kullanılacağına, tam aksine insanlığa karşı kullanılıyor. Bu durum; insanlığın sınırsız olanaklarını gösterdiği gibi, aynı zamanda olanakların insan çıkarlarına karşı kullanıldığını da gösteriyor. Önce gökyüzü, askeri hakimiyet alanlarına dönüştü, şimdi askeri stratejinin yeni alanı siber savaşlara kaydı.

Silahlanma yarışının giderek artarak genelleşmesi, dünyadaki gerginliklerin artışının bir belirtisi. Savaş tehdidi, kapitalizmin doğasında zaten var ama şimdi somut bir tehdide dönüştü. Burjuvazinin askeri ve siyasi temsilcileri bunu açıkça ifade ediyor.

Hangi yerel savaşın, genel bir savaşa dönüşeceğini tahmin etmek tamamen anlamsız.

17 Eylülde bir Rus uçağı, Suriye hava sahasında, Esad’ın müttefikleri tarafından düşürüldü ve olayın tarafları, olayın etkilerini hafifletip üzerini örtmeye çalıştılar. Ancak bu olay, Ortadoğu için sembolik: Bölgede hem resmi Suriye ordusuna hem de muhaliflere, İsrail, Rus, Türk veya ABD ordusuna ait, farklı silahlı güçler, savaş uçakları ve füzeler cirit atıyor. Elbette bu durum, küçük bir olayın büyük bir savaşa veya dünya savaşına dönüşeceği anlamına gelmiyor. Saraybosna’da bir prense yapılan suikastın Birinci Dünya Savaşı’nı başlaması, Habsbourg’ların önemsiz bir prensinin öldürülmesinden değil, güçlü emperyalistlerin çıkar çelişkilerinden dolayı olmuştu.

1933 yılından sonra gelişen olaylarda, yani Almanya’da Nazilerin iktidara gelmesinden sonra açıkça büyük bir kopuşun olduğu, bunun da dünya savaşına giden yolun başlangıcı olduğu ve tarafların kimler olacağı açıkça görülüyordu. Şimdiki duruma bakarak böyle bir tahminde henüz bulanamayız.

Versailles Anlaşmalarının, Birinci Dünya Savaşına son verdiğini iddia etseler de aslında, Üçüncü Enternasyonal’in teşhir ettiği gibi, İkinci Dünya Savaşı’nın habercisiydi. Ekonomik krizin egemen olduğu bir ortamda Alman emperyalizmi, savaşı kaybeden taraf olarak intikam alıp kaybettiği toprakları geri alabilmek için bir yönüyle, yeni bir savaşa itildi.

Tarih hiçbir zaman aynen tekrarlamaz. Örneğin savaşın yayılması, şimdi Ortadoğu’da yaşanan yerel savaşların genişlemesiyle olabilir.

Şu anda dünyanın birçok bölgesinde gerginlik var, yeni savaş tehditleri görünüyor. Şunu hatırlatmakta yarar var; son zamanlarda Avrupa’da bile Balkanlar’da; Sovyetler Birliği’nin dağılması sonucu Rusya ile Ukrayna ve Ermenistan ile Azerbaycan arasında; savaş yaşandı. Hatta daha büyük bir ölçekte Hindistan ile Pakistan arasında gerginlik var, Kaşmir sorunu yüzünden arada bir silahlı çatışma oluyor.

Emperyalizmin oluşturduğu dengelere de sürekli karşı çıkış oluyor.