Sinif Mucadelesi

15-16 Haziran mücadelesini hatırlamak gerekli

Perşembe 6 Haziran 2013

THY çalışanlarının uzun bir aradan sonra başlattıkları grev, işçi azınlığının katılımıyla sürüyor. Bundan daha kötü bir grev, sabahtan öğlene kadar süren Çay-Kur işçilerinki oldu. 1997’den itibaren hızlanan greve çıkma sayısındaki düşüş 2000’li yıllardan sonra, Türk-Telekom ve TEKEL işçilerinin mücadelesinin yükselişinin ardından, dibe vurmuş durumda.

İşçi sınıfının, ücretini yükseltme, çalışma şartlarını iyileştirme ve haklarını genişletmede en güçlü silahı olan grev artık bir istisna haline geldi. Böyle olunca da neredeyse polisiye bir olay haline getirilip işçilerin taleplerini karşılamayan patronlar değil, grevin adını ananlar suçlanıyor.

Türkiye işçi sınıfı, mücadele geleneğinden koparılmak isteniyor. İşte böyle bir ortamda, Türkiye işçi sınıfının, “emeğin başkenti” olan İstanbul’da başlayıp o yıllarda çalışan her 5 işçiden birini mücadeleye katan, neredeyse tüm şehirlere yayılan, dönemin iktidarının tüm çabalarına karşı günler, haftalar, hatta aylar boyunca süren ama iki günle anılan en büyük grev mücadelesini hatırlamak önemli.

1960 ve 1970’li yıllarda işçi sınıfı sayısal olarak hızla artmış ve buna bağlı olarak nitelik olarak da hızlı bir gelişme göstermişti. Özel sektördeki işyerlerinde mücadeleci işçilerin hızla DİSK çerçevesinde örgütlenmesi güçlenmesi, dönemin patronlarını endişelendiriyordu. Patron çevreleri, Demirel’in başında bulunduğu Adalet Partisi hükümetine baskı yaparak bu gidişatı durdurmasını istiyordu.

Sonunda Demirel hükümeti, Türk-İş başkanı da olan CHP’li milletvekillerinin de yer aldığı bir komisyon kurarak, DİSK’in ve o dönem yaygın olan küçük ama mücadeleci işyeri sendikalarının kapatılmasına yol açacak bir yasa tasarısı hazırladı. Bu yasanın mecliste görüşüleceği gün, DİSK’li ve Türk-İş’li işçiler, sendikacıları beklemeden harekete geçtiler. Çünkü hedef DİSK değil, onun adı altında işçilerin örgütlülüğünün sona erdirilmesiydi.

Fabrikalarından çıkan işçiler, komşu fabrikalara, atölyelere giriyor, sendikalı, sendikasız tüm işçileri yürüyüş koluna katıp ilerliyordu.

Artık hedef sendikaya sahip çıkmayı aşmış işçiler, sömürü düzeninden rahatsızlıklarını dile getiriyorlardı. İşçilerin yürüyüşünün hedefinde yasanın görüşüldüğü Ankara vardı. Yürüyüş kolu Gebze’ye vardığında artık yüz binlerce işçi ve onları destekleyenler haykırıyordu.

Yol üstündeki yerleşim yerlerindeki işçiler de yürüyüşe katılmak için hazırlık yapıyordu. Ne polis ne de harekete geçirilen ordu, sel gibi akan işçileri durduramadı.

Patronların planları alt üst oldu. Hemen DİSK yönetiminden yardım istediler. Daha sonra derin devlet güçleri tarafından öldürülecek olan dönemin DİSK başkanı Kemal Türkler, hemen patronların yardımına koştu. Hükümetin yardımıyla, radyodan “Gebze konuşmasını” yaparak “Askere taş atan işçi, vatan düşmanıdır” dedi. Amacımıza ulaştık diyerek işçinin geri dönmesini istedi, işçinin umudunu kırdı. Oysa amacına ulaşan sadece kendisiydi, koltuğunu koruyacaktı.

İstanbul’da işçilerin yürüyüşü, hem sendika bürokratlarının ihaneti hem de ilan edilen sıkıyönetimle durdurulabildi ama sonraki günlerde diğer şehirlere yayılıp irili ufaklı onlarca yürüyüş ve protesto gösterisi yapıldı.

Milletvekillerinin patronların emrine uyup parmak kaldırarak kabul ettiği yasa hiç bir zaman uygulanamadı. İşçiler hem patronları hem de onların hükümetini dize getirdiler.

İşçi sınıfı, mücadele edince, birlikte davranınca her zorluğu aşacağını gösteren bu önemli deneyimi her zaman göz önünde bulundurmalıdır.


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2013  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 180 - 7 Haziran 2013  Site yaşamını izle Anma… Anma… Anma…   ?