Sinif Mucadelesi
İngiltere

Thatcher’in ölümü

Çarşamba 8 Mayıs 2013

Margaret Thatcher’ın ölümü İngiltere’de taziye gösterilerini kadar nefret gösterilerini de kışkırttı. Çünkü “Demir Leydi” halkın gözünde, 1980’li yıllardan bugüne gelen, yıkıcı etkileriyle sosyal eşitsizlikleri sürekli derinleştiren, büyük sermayenin saldırılarını yapan kişidir.

Thatcher, oldukça renksiz 16 yıllık siyasi hayatından sonra, 1975 yılında, partinin sağ kanadı tarafından öne çıkartılıp, neredeyse şans eseri Muhafazakar Parti’nin lideri seçildi. Dört yıl sonra, 1979’da, dönemin ekonomik kriz koşullarında, kısa zamanda güven kaybeden Thatcher, açlık grevi yapan 10 İrlandalı siyasi tutukluyu ölüme terk ederek ne kadar katı ve acımasız olduğunu da gösterdi. Milliyetçi halkçılıkta ne pahasına olursa olsun gösterdiği çabalar, 1983’te Falklands Savaşı’nın hemen ardından ve daha sonra 1987’de yeniden seçilmesini sağladı. Sonuç olarak, 1990’da, kitleler için özellikle adaletsiz olan “kelle vergisi” olarak adlandırılan yeni bir vergi getirmesiyle tetiklenen isyan hareketi, kendisini iktidara getiren partinin aynı sağ kanadına, görevinden istifa etmeye zorlama olanağını verdi.

Thatcher, bir kez başbakan olduktan sonra, bir önceki İşçi Partisi hükümetinin mirasıyla başa çıkmak zorunda kaldı. Bu 5 yıllık dönem boyunca, hükümetin kemer sıkma siyasetine destek verdikleri için saygınlıklarını yitiren sendika yönetimleri, kendilerini aşan çok sayıda grevlerle baş başa kaldı. Tüm bunla 1978-1979 yıllarının “hoşnutsuzluk kışı” ile doruk noktasına ulaştı. Otomobil sektöründe başlayan ve 6 ay süren grevler kamu sektörünü de felç etti.

Thatcher sendika örgütlenmelerine dayanarak, emekçilerle doğrudan karşı karşıya gelmekten sakındı. Thatcher yandaşı İngiliz işverenlerinin lideri, 1979 sonbaharından itibaren, merkezi sendika TUC ile birlikte, dayanışma grevlerine son veren, grev gözcülerinin sayılarını sınırlayan ve seçilmiş delegelerin rollerini kısıtlayan bir “sözleşme” imzaladı. Bu “sözleşme” bir yıl sonra Thatcher hükümeti tarafından kabul edilen ilk grev karşıtı yasa oldu. Bu yasa 1982’de, bütün grevler için izin alınması ve grevin oylanması dayatılarak, üyeleri tarafından kanunsuzca yürütülen bir grevin yol açtığı “zararların” sivil sorumluluğu, sendika örgütlerine yüklenerek daha da güçlendirildi.

Aslında bu grev karşıtı kanunlar, hükümet tarafından çok daha sonra ve çok ender durumlarda kullanılacaktı. Buna karşılık, bu kanunlar, bugün için, sendikaların, patronların saldırılarına karşı kendi hareketsizliklerine mazeret göstermek için kullandıkları gerekçelere dönüştü. Böylece Thatcher, sendika liderlerinin kendi saflarında polislik yapmalarını sağlamayı başardı. Bu durum, işçi mücadelesinin ortaya koyduğu birkaç büyük grevin döneme damga vurmasını engellemedi: En önemlileri arasında, 1980’deki 14 hafta süren demir çelik endüstrisi grevi, 1984-1985 yılları arasında 12 ay süren madenci, 1986 yılında da 13 ay süren Londra matbaası grevi sayılabilir. Bu grevlerin hepsi yenilgiyle bitti. Tabii ki ana neden sendika liderlerinin grevlere tamamen dar anlamda, işyeri veya işkolu ile sınırlamaları.

1985 yılı ve maden işçilerinin yenilgisi, Thatcher’ın hanedanlığında bir dönüm noktası olduğu söylenebilir. Thatcher’ın hükümeti, işçi mücadeleciliği tehdidini geri püskürterek, büyük sermayenin kârını şişirme amacını açıkça, bütün yalınlığıyla ortaya koydu. Öyle ki, büyük sermayenin kârı, kendisiyle aynı büyüklükteki diğer ekonomilerle kıyaslandığında, çok az yatırıma ve İngiliz etki alanları üzerindeki mali asalaklığa rağmen en düşük düzeydeydi.

1985-1987 yılları arasında, hisse senedi sahiplerine, şirketlere ve en zenginlere yönelik, bir dizi vergi iptal edildi ya da yarıya indirildi. Kitleler, KDV de dahil olmak üzere dolaylı vergilerin arttırılmasıyla, devlet kasalarının açıklarını ödediler.

O dönemde Avrupa’nın en büyüklerinden biri olan İngiliz kamu sektöründe büyük bir özelleştirme hareketi başlatıldı. Şirketler, birbiri ardına çok ucuz fiyata satıldı. Aynı zamanda milyonlarca sosyal konut da “özelleştirildi”. Böylece konut kredisi miktarı, mali sektörün yararına, patlama noktasına ulaştı. Gelecekteki 10 yıl boyunca gayrı menkul, emlak balonuna ve bugünkü konut krizine döndü.

Londra’nın finans merkezi “Big Bang” denilen bir olaya sahne oldu. “Big Bang”, yani finans sektöründeki kural ve kısıtlamaların kaldırılması, bütün şirketlerin mali piyasada doğrudan spekülasyon yapmalarını sağladı. Şehri bir ileri karakol gibi kullanmak isteyen büyük Amerikan bankalarının akını, Londra finans sektörünün, ekonominin geri kalanını da bulaştırdığı asalaklıkla birlikte, aşırı şişmesinin başlangıcı oldu.

Daha sonra olanların da gösterdiği gibi “Thatcherizm” denilen bu siyaset, her yerde, sağ ya da sol, bütün hükümetlerin yönetimi sırasında ve kapitalist ekonominin kronik krizlerine bağlı olarak, kârın azalmasını engellemek gibi aynı nedenlerle, uygulandı ve krize gidişi hızlandırdı.

Thatcher, bu siyaseti, ilk olarak uyguladığı için İngiliz burjuvazisinden övgüyü hak etti. Ancak görevi bittiğinde, on binlerce protesto göstericisinin “kelle vergisine” karşı sokağa dökülmesiyle saygınlığını yitirip, siyasi bir tehdide dönüştüğünde, eski koruyucuları hızla ondan kurtulmak istediler. “Demir Leydi” iktidarı, aslında kilden bir temele dayanıyordu. LO (12.04.2013)


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2013  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 179 - 3 Mayıs 2013  Site yaşamını izle Uluslararası Gündem   ?