Sinif Mucadelesi

İkinci Dünya Savaşı üzerine

Çarşamba 14 Kasım 2012

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra özellikle Avrupa’da, “yaşanan bu vahşetten sonra artık yeni bir dünya savaşı imkansız” diyen burjuva çevreleri, savaşların esas nedeninin kapitalist sömürü düzeni olduğunu unutturmaya çalıştı. Maalesef 1929 krizinden 10 yıl sonra insanlık, kapitalist düzen yüzünden daha büyük bir barbarlık olan İkinci Dünya Savaşı’nı yaşadı. Kapitalizmin yol açtığı günümüzdeki feci kriz, insanlığı daha da büyük bir barbarlığa sürükleyebilir.

Geçmişteki bu büyüklükteki ekonomik krizler savaşa yol açtı. Bugünde bu tehlike vardır. Bu nedenle İkinci Dünya Savaşı’’na giden süreci yeniden hatırlamak anlamlıdır.

3 Eylül 1939’da, Alman ordularının Polonya’yı işgal etmesi üzerine İngiltere, daha sonra Fransa, Almanya’ya savaş ilan etti. Amerika’nın, Japonya’ya atom bombası atarak Hiroşima ve Nagazaki’deki insanları yok etmesinin ardından Japonya’nın, 2 Eylül 1945’te teslim oluşuna kadar beş yıl sürecek olan İkinci Dünya Savaşı başlıyordu. İnsanlık, böyle bir beş yıllık yıkım ve katliama tanık olmamıştı.

Bu defa ölü sayısı 60 milyon oldu. Bu, emperyalizmin barbarlıkta sınır tanımadığını gösteriyor. Savaşan devletler, neredeyse tüm kıtalarda, savaş tanklarını karada ve bombardıman uçaklarını göklerde sıraladılar: Batı Avrupa’dan Uzak Doğu’ya, Afrika’dan İskandinavya’ya… şehirler, bölgeler sistematik olarak bombardıman uçakları ile yok edildi. Faşist emperyalizmin barbarlığı biliniyorsa da, “demokratik” denilen kamp da birçok fırsatta aynı barbarlığa dahil olduğunu gösterdi.

Bu arada, Hitler ve onun askeri-polis aygıtları, toplama kamplarına gönderdiği on milyona yakın insanı yok etmekten çekinmedi. Öte yandan, dünyanın en demokratik yöneticileri sayılan ABD yöneticileri, atom bombasını kullanmakta tereddüt etmedi.

Gülünç bir biçimde “demokrasi” kılığına giren emperyalist düzenin açık veya utangaç savunucuları, savaş ile ilgili aynı açıklamalara devam ediyor. Bu savaş bir kişinin, Hitler’in, çılgınlığı. Süsledikleri ayrıntılara rağmen, liberal burjuva tarihçilerinin ezici çoğunluğunun açıkça söylediği ve kendi okullarında okutabildikleri tez budur. Bir tarafta, saldırgan faşizm kampı vardı: Almanya, Japonya, İtalya. Öteki güçsüz tarafta ise barışseverliğine rağmen saldırılan ve çatışmaya sürüklenen demokrasi vardı. Faşizm karşısında, demokrasi savunulacaktı.

İkinci Dünya Savaşı, tıpkı birincisi gibi, çöken, gerileyen dünya çapında emperyalist sistemin çırpınışıydı. Birinci Dünya Savaşı tarafından sarsılan emperyalist sistem, 1929 krizi ile yeniden sert bir biçimde sarsıldı. Almanya ve İtalya’da faşizme yol açan bu kriz, dünyada hemen hemen önüne geçilemez bir savaşa yol açtı.

Hitler saldırıya, 1939’da değil, 1933-1934’den itibaren başladı. Çünkü Alman burjuvazisi, Birinci Dünya Savaşı’nın kaybeden tarafıydı ve tam anlamıyla 1914-1918’in galip tarafı olan emperyalistler tarafından kendi ulusal sınırları içerisinde sınırlandırıldığından bunalıyordu.

Nazi ideolojisinin malzemesi olan kendi milleti için “yaşam alanı” arama fikri aslında on yıllardan beri sermayenin temel ideolojisiydi. Sermaye, sadece gelişerek, yayılarak ve de sömürerek yaşayabilir. Bunu da ancak ulusal sınırları aşıp “demokrasi” görüntüsü vererek ve de sözde “barışsever” olduğunu söyleyerek yapar.

Hitler, 1930-1940’lı yıllarda, saldırganın kendisi olduğunu gösterdi çünkü kabuğunda boğulmakta olan ve ondan çıkmaya çabalayan emperyalizmin lideriydi. Yaşlı Batılı demokrasilerin (İngiliz, Fransız ve hatta Amerikan) egemen sınıflarının da Hitler ve onun gibilerinden daha “barışçı” olduğunu söyleyemeyiz: Onlar yıllarca savaşa yanaşmadılar. Çünkü dünya çapında ganimeti elinde tutan emperyalistler olarak, böyle devam etmesini istiyorlardı. Sessiz sedasız sömürmeye ve yağmaya devam ettiler.

O dönemde gündemde olan; yaklaşmakta olan savaşta, her şeyi tekeline geçirmiş “demokrat” ve “barışçı” geçinen emperyalist haydutlar ile dünyanın kendi çıkarları doğrultusunda yeniden paylaşılmasını isteyen saldırgan faşist haydutlar arasında tercih yapmaktı. Tabii ki bu tercih, madden ve manen emperyalizmin sadık uşakları olan burjuva demokratları için değil, krizlerin ve savaşların büyük bedellerini ödeyen bilinçli emekçiler içindi.

Uzun 5 yıl süren bu savaş boyunca kitleler ne düşünmüş olsalar da, kitlelerin çıkarlarını savunduğunu iddia eden partiler hiçbir zaman, “demokratları mı yoksa faşistler mi” seçeneğinin sahte bir seçenek olduğunu teşhir etmediler. Kitlelere bu yeni savaşın emperyalistler arası bir savaş olduğunu, emekçilerin temel görevlerinin kendi emperyalist devletine karşı savaşmak olduğunu ve karşılarında emekçilerin, sınıf kardeşleri olduklarını anlatmadılar.

Ya sosyalist partililer? Onlar savaşın başlangıcından sonuna kadar burjuvaziye bağlı kaldılar. Komünistlere gelince, onlar savaşın ilk aylarında pusulayı tamamen şaşırdılar, çünkü ilk aylarda Stalin, Hitler’in en iyi dostu olduğunu anlatıyordu. Ardından Stalin bürokrasisi “demokrat” emperyalistlerle ittifak kurunca bu siyaseti çok daha gönülden desteklediler. Böylece eski genel eğilimlerine dönüp kendi burjuvazileri ile ittifak kurdular.

Böylece, savaş, faşizme karşı demokrasi adı altında yönetiliyordu.

Aslında, “demokrasi”, “faşizm” veya “diktatörlük”, hepsi, inkar edilemez biçimde, emperyalist burjuvazinin siyasi egemenliğinin farklı şekilleridir. Topraklarını korudukları süsünü verseler de yöntemlerinden de açıkça görüldüğü gibi her biri burjuva sınıfının ayrıcalıklarını ve çıkarlarını korumak için var. Emperyalizmin çöküş çağında, ihtiyaç duydukları takdirde, burjuva sınıfının çıkarlarını korumak için, hakim sınıflar, parlamenter demokrasiden diktatörlük rejimine, hatta faşizme geçebileceklerini gösteren birçok kanıt gösterdiler.

Troçki, 1933 yılından itibaren, böyle bir savaştan bahsediyordu. 1934 yılında, 4. Enternasyonal ve Savaş isimli yazısında şöyle diyordu: “Etkenlerin çokluğu ve düşman güçlerin birbirine girmesi, somut bir öngörüde bulunabilme ihtimalini dışlıyor. Ancak ilerlemenin genel eğilimi kesin bir biçimde açık: Savaş sonrası dönem, iki savaş arası döneme dönüştü ve bu ara dönem gözlerimizin önünde akmaya devam ediyor. Planlı, kooperatifler şeklinde veya otoriter olan ve devletle iç içe geçmiş bir kapitalizm bir ütopya ve yalandan ibarettir. Çünkü özel mülkiyet temellerinde uyumlu ulusal bir ekonomi mümkün değil. (…). Şu tehdit edici bir gerçek ki bir ulusun tüm ekonomik güçleri yeni bir savaş hazırlığı üzerinde yoğunlaşıyor. Bu çalışma şimdilik tıkır tıkır yürüyor. Yeni büyük bir savaş kapıda.”

Yukarıda anlatılanlar bugün de geçerli. İnsanlığı büyük bir ekonomik krize sürüklemiş olan kapitalist düzen, insanlığı her an yeni büyük, hatta eskilerinden çok daha feci bir genel savaşa sürükleyebilir.

Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren barış anlaşmasının imzalanmasıyla, savaşı kazanan emperyalistler, Alman burjuvazisini mat etmiş ve Amerikan emperyalizminin boyunduruğu altına alınmıştı.

İnsanlık, Marks’ın da belirttiği gibi, ya sosyalizm ya da barbarlık arasında bir seçenek yapmak zorunda.


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2012  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 173 - 2 Kasım 2012  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi’nin Sözü   ?