Sinif Mucadelesi

Mali kuralların kaldırılması: Krizin sebebi mi yoksa sonucu mu?

Cumartesi 14 Nisan 2012

“... Tüm kapitalist sistemin içinde bulunduğu toplumsal bunalım koşullarında, konjonktürel bunalımlar kitleleri gittikçe ağırlaşan yokluk ve acılarla karşı karşıya bırakmaktadır. İşsizliğin artması da devletin mali bunalımını derinleştirmekte ve zaten istikrarsız olan para sistemlerinin altını oymaktadır. Gerek demokratik gerekse faşist rejimler, bir iflastan diğerine yuvarlanmaktadır”

Yukarıdaki satırlar sanki krizin her geçen gün daha da derinleşerek feci bir şekle büründüğü günümüzde yaşananları anlatıyor. Aslında bunlar tam 70 yıl önce yazıldı ve Troçki’nin 938 yılında, krizin yol açtığı felaketlerin sonucu olarak İkinci Dünya Savaşı’nın arifesinde kaleme aldığı geçiş programından alıntıdır.

Bugün de aynı yorumu yapabiliriz ve nedeni de aynıdır: Yaşamakta olduğumuz bu feci krizin esas kaynağı kapitalist düzenin özüyle ilgili olan çelişkilerden kaynaklanıyor. Ancak 1930’lu yıllar ile günümüz arasında çok önemli bir farklılık var: Artık mali sektörün işlemleri, dünya ekonomisinde üretim sektörüne göre şimdiye kadar görülmemiş seviyeye tırmandı. İkna olmak için bir örnek bile yeterli: 2008 yılında dünyadaki mal ve hizmet ticareti hacmi 19 trilyon 500 milyar dolar iken, mali işlemler miktarı 3.6 milyar trilyon dolara, yani yaklaşık 200 katına tırmandı.

Günümüzde spekülasyon, kapitalist ekonomide o kadar büyük rol oynamaya başladı ki ona karşı tepkiler giderek artıyor. Öyle ki son yıllarda bazı akımlar “spekülatörleri” parmakla gösterip, krizin ve yol açtığı ekonomik kuralların bozulmasının, yani spekülasyonun sınır tanımadan büyümesinin bazı kuralların kaldırılmasından kaynaklandığını ve dünya ekonomisinin maruz kaldığı kötülüklerin tek sorumlusu olduğunu belirtiyorlar.

Bu tamamen saçma. Her şeyden önce ileride göreceğimiz gibi “spekülatör” ve “üretici” kapitalist şeklinde bir ayırım yapmak doğru değil: Her ikisini de yapanlar aynı kişiler. Kapitalist düzende en başından beri sermaye devamlı dolaşıyor ve neredeyse otomatik bir şekilde en çok kazanç getiren alanlara gidiyor. Bugün spekülasyona giden para gökten düşmüyor; üretim sektöründen geliyor.

Ek olarak, krizin esas kaynağının kuralların kaldırılması olduğunu iddia etmek, sonuç itibarıyla bu mantıkla hareket ederek krize çözüm olarak “kuralların” yeniden yürürlüğe girmesini istemek demektir. Bu ise krizin esas nedenlerini, yani düzenin kendi öz çelişkilerinden kaynaklanmadığını, düzeni yöneten şu veya bu siyasetçilerden kaynaklandığını söylemektir. Kuralların kaldırılması tartışılmaz bir gerçeklik olmasına rağmen, bu uygulamaların sadece liberal veya “koyu liberal”, sol veya sağ siyasetçilerin kişisel iradelerinden kaynaklanmıyor. Şunu hatırlatmak gerekiyor mu? Son tahlilde, kapitalist devlet düzeninde esas kararları verenler kapitalistlerdir. Siyasetçiler sadece onların hizmetinde olan kişilerdir. Kuralları uygulamadan kaldıranlar, bunu aldıkları emirler sonucu yaptılar. Çünkü bu kararlar, o ortamda kapitalist sınıfının çıkarları için gerekliydi. İşte küreselleşmeci hareketler ve bazı “öfkeliler” ile temel ayrılığımız burada. Onlar, eğer “iyi kanunlar” olursa dünyayı değiştirebiliriz görüşünü savunuyorlar. Bunun da esas adı reformizimdir.

Bizler, burjuva siyasetçilerinin toplumu değiştirebileceklerine inanmıyoruz. Belki de önümüzdeki aylarda veya yıllarda yeniden bir sürü kurallar oluşturulacak. Çünkü kapitalizm artık, her tarafı su geçiren batmakta olan bir gemiye benziyor ve onu belirli kurallarla yaşatmayı deneyecekler. Bu işlemler, sadece belirli delikleri geçici olarak kapatmakla sınırlı kalacak ve belki de gemiyi biraz daha yüzdürecek ama nihayetinde batmasını engelleyemeyecek. Şu bir gerçektir; belirli bir dönem kurallar kaldırıldığı için spekülasyon daha da kolaylaştı ve sonunda denetlenemeyecek seviyeye ulaştı ve böylece krizi daha da büyüttü. Canavar yaratıcıları gibi hükümet yetkilileri, spekülatörlerin yularlarını serbest bıraktılar ve şimdi ise artık kimse bunun önüne geçemiyor.

Mali alanlardaki spekülasyon ve farklı ürünler üzerinde yapılan spekülasyon sonucu balonların oluşması yeni bir şey değil. Aslında kapitalizmin, başta üretim süreci olmak üzere genel olarak bütünü “spekülasyon” sürecine bağlıdır. Çünkü kapitalist toplumda üretim, toplumun esas ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla değil, kapitalistlerin ürettikleri ürünleri pazarlarda satabilme hesaplarına göre yapılıyor. Bu da bir spekülasyondur, çünkü bir iddiaya dayanıyor. Eğer kapitalistin iddiası gerçekleşirse ürünlerini satıp servet oluşturur ama iddiası gerçekleşmezse o zaman ürettiği ürünler elinde kalır.

Spekülasyonun kapitalizmin en başından beri var olması, kapitalizmin her şeyden önce meta üretimi temellerinde olduğunu unutturmamalı. Çünkü esas yeni değerler, yani zenginlikler bu meta üretimi sürecinde yaratılıyor. Ve bu değerler üretildikten sonra ticaret dünyasına ya ürün olarak ya da mali işlemler olarak giriyor. Günümüzde yeni olan, mali işlemlere giden payın devasa miktarda artıp mali sektörün kapitalist ekonomideki ağırlığı.

Mali sektörün büyük bir ur gibi büyümesi bugün artık kapitalizmin esas işleyiş biçimlerini maskeliyor: Modern ekonominin yüzeysel bir tahlili ile sınırlı kalırsak, mali alanlardaki devasa miktara bakarak, esas zenginliklerin buralarda yaratıldığı izlenimine kapılabiliriz. Bu bir görünüş yanılgısıdır. Mali sektör tarafından yutulmuş olan kapitalizm bir yönüyle kanser tarafından yutulmuş bir vücuda benziyor. Kanser, vücudun normal çalışmasını engeller ve hatta onu ölüme götürebilir. Ama nasıl kanserli bir vücudun yaşamını sürdürebilmek için gıdaya ve oksijene ihtiyacı vardır, mali kansere yakalanmış kapitalizmin de artı değer oluşturabilmesi için, yani zenginlik yaratabilmesi için meta üretme zorunluluğu vardır.

1945’ten sonra kapitalizm yeniden bir sorun yaşamaya başladı: 1960’lı yıllardan itibaren sanayi üretimindeki kâr oranlarında giderek bir düşüş başladı ve böylece artık bu alanlardaki yatırımlar daha az kazançlı oldu. Bu nedenle kapitalistler, daha kazançlı yatırım alanları aramaya başlayıp çok daha çabuk ve daha yüksek kârlar getiren mali sektöre yöneldiler. Paranın büyük çoğunluğu, 1950’li yıllarda Londra borsasında işlem görmeye başlayan ve paralel kazançlı bir mali alan olan euro-dolarlara gitti.

1973’te ise artık kriz açıkça ortaya çıkmaya başladı. Bu kriz de, diğer tüm kapitalist krizler gibi göreceli bir üretim fazlalığı şeklinde gelişti ama bazı farklılıklar içerdi. İşsizlikte büyük bir patlama oldu. Patronlar, işsizliği fırsat bilerek ücretlere giden payı azalttılar. Ancak işsizlik artıkça ve emekçilerin satın alma gücünde göreceli veya mutlak düşüşler olunca tüketim olanakları azaldığı oranda, kapitalistlerin de ürünlerini satma olanakları azalır ve böylece de ücretleri düşürerek elde etmek istedikleri artı değeri gerçekleştiremezler.

Buna karşı bulunan çare ise “borçlama” oldu. Devletler de azalan gelirlerinin açığını kapatmak için borçlanmaya başladı. 1980’li yıllarda hem özel tüketim hem de kamu “kredilerinde”, “borçlanmada” bir patlama yaşandı. Örneğin 1980’de Fransız devletinin borcu 100 milyar avro civarında iken, bu miktar bugün 1 trilyon 600 milyar avroya tırmandı.

1945 sonrasındaki kurallara dayanan kapitalist düzen, krizin yeniden oluşup dünyayı bir kez daha kargaşaya sürüklemesini engelleyemedi. Bu gerçek bile tek başına, yeniden kurallar oluşturarak krize çözüm önerilerinin boşuna tartışma olduğunu gösteriyor.

Krize karşı tek etkili çözüm, ekonomik iktidarı burjuvazinin ellerinden koparıp almak ve hakimler sınıfının hizmetinde değil emekçilerin hizmetinde olacak bir devlet inşa etmektir. (142 sayılı LDC’den çevrilmiştir. 26.03.2012)


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2012  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 166 - 11 Nisan 2012  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi’nin Sözü   ?