Sinif Mucadelesi

8 Aralık 1991: SSCB kendi bürokrasisi tarafından katlediliyor

Perşembe 12 Ocak 2012

20 yıl önce, 8 Aralık 1991’de Rusya, Ukrayna ve Belarus yöneticileri SSCB’yi (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğini) dağıtmaya karar verdiler. Böylece SSCB’de Stalin’den bu yana varlığını sürdüren yöneticiler tabakasından ve onun başbakanı Gorbaçov’den kurtulmuş oldular. Çünkü Gorbaçov asalak, imtiyazlı bu yönetici tabakası adına iktidarını sürdürmekte olsa da bu tabaka üzerinde sıkı bir denetim uyguluyordu. 25 Aralık’ta Gorbaçov istifa etti ve SSCB de yok oldu.

Onlarca yıl boyunca, ABD’den sonra dünyanın en büyük gücü olarak varlığını devam ettiren SSCB artık geri dönüşü olmayacak bir şekilde dağılmış oldu.

SSCB 1970’li yıllarda, Brejnev döneminde, öyle bir uykuya dalmıştı ki 1985’te iktidara gelip bürokrasinin zirvesine çıkmış olan Gorbaçov kendini siyasi hizipler arasındaki bir girdabın ortasında buldu.

Gorbaçov’in prensipte tartışılmaz olan iktidarı, bürokrasinin yöneticileri arasındaki bazı çevreler tarafından tepkiyle karşılandı. Zirvedeki farklı hizipler kendilerini, diğer hiziplere dayatabilmek için önce daha geniş bürokrasi çevrelerinde sonra da küçük burjuva çevrelerinde ve hatta kamuoyu önünde destek bulmaya çalıştı. Özellikle de baskı altında tutulan ve hatta o döneme kadar okuma özgürlüğü olmadığından yakınan aydınlara dahi özgürlük getireceklerinin sözünü verdiler. Birçok küçük burjuvanın “Batı’da olduğu gibi” zenginleşme hayali kurduğu bir ortamda bürokrasi de özgürce girişimlerde bulunabileceği ve “demokrasiye” kavuşulacağı sözünü verdi.

Bu sözü edilen kişiler, gittikçe daha yaygın bir şekilde özgür girişim, pazar ekonomisi vaatlerine demokrasiyi de eklediler. Ancak bir yandan “demokratların” şefleri, başta partinin eski şefi Yeltsin olmak üzere, demokrasi nutukları atarken diğer yandan milyonlarca bürokrat kamu mallarını zimmetlerine geçirmeye başladı. Böylece Sovyet devleti mülklerine karşı yapılan büyük resmi talan olan özelleştirme kararlarından önce ekonomi ve merkezi yönetim felç oldu. Bürokrasinin şefleri tarafından paramparça olan SSCB, siyasi ve toplumsal bir kaosa sürüklendi.

Burjuvazinin üç çeyrek yüzyıldan beri yok olmasını beklediği ve Stalin döneminden beri tutucu ve karşı devrimci bir siyaset izleyen SSCB’nin ölümü, bütün tutucu çevreler tarafından sevinçle karşılandı. Çünkü onlar SSCB’nin bir devrimden kaynaklandığı unutmadıkları gibi SSCB’yi de hiçbir zaman affetmediler. Öyle ki bazıları bu olayı “tarihin sonu” olarak ilanına kadar vardırdılar. Onlara göre 1917 Ekim Devrimi, kapitalizmi yok etme iddiaları ile açılan bir yol olduğu için ve başarısızlıkla sonuçlandığı için SSCB’nin sonu, artık kapitalizmin sonsuza kadar süreceğini kanıtlamış oldu. Kapitalizmi savunan çevrelere göre eski SSCB halkları kapitalizme geri dönmekle refaha, ilerlemeye ve demokrasiye kavuşacaklardı.

Aslında yaşananlar, eski SSCB’nin pazar ekonomisine açılmasının ekonomiyi çöküşe götürdüğünü gösterdi. İş çevreleri haline dönüşen bürokratlar, bütün zenginlikleri talan ederek ışık hızıyla servet edindiler. Kitleler ise bunun bedelini feci bir yoksulluğa sürüklenerek ödedi. Fiyatlar hızlı bir şekilde tırmanarak emekçilerin ve emeklilerin satın alma gücünü yerle bir etti. Emekçi kitleler, kitlesel işsizlikle tanıştı. SSCB döneminde parasız verilen kamu hizmetleri bir bir kaldırıldı. İnsanların yaşam ortalaması yoksulluk nedeniyle düşüşe geçti. Ümitsizlik nedeniyle ayyaşlık ile uyuşturucu kullanımında patlama oldu ve ücretsiz sağlık sistemi çöktü.

Geçmiş dönemde büyük güçler arasında yer almış olan Rusya artık, “gelişmekte olan güçler” sınıfında yer alacaktı. Ülke ekonomisi artık tümüyle hammadde kaynaklarına bağımlı hale geldi. Bu kaynaklar ise her şeyden önce Batılı büyük şirketleri ve onlara iş ayarlayan bürokrasiyi zengin etti. Bürokratlar bu hammaddeleri denetimleri altında bulundurmuş olsalar da kapitalist pazarın krizde olduğu bir dönemde, dünya piyasasındaki fiyatları kesinlikle kontrol edemiyorlar.

Sözü verilen demokrasiye gelince, Rusya’da yine tek parti iktidarı her şeye hakim ve basın tamamen devlet sansürü altında. İktidarı rahatsız eden gazeteciler katlediliyor. Seçimlere gelince, bir sürü yolsuzluklara ek olarak seçime sadece Kremlin’in onay verdiği partiler katılabiliyor.

Siyasi polis her şeyi denetim altında tutup, Putin olayında olduğu gibi, kendi adamlarını kilit mevkilere ve iş dünyasının önemli yerlerine yerleştiriyor. İktidar artık kitaplar yasaklamıyorsa da iktidara yakın siyasi gruplara ve işverenlerin hizmetinde olan resmi sendikalara karşı çıkıp bağımsız sendikalar oluşturmak isteyen emekçilere karşı feci baskıları devam ettiriyor.

Tüm bunlara ek olarak da daha önceden SSCB sınırları içerisinde yer alan Kafkaslar ve Orta Asya’daki ülkeler, diktatörlük rejimleri altında. Bu baskıcı rejimler kimi zaman dini köktenciliği kimi zaman da yabancı düşmanlığını körükleyerek katliamlar yapıyorlar. Genellikle de diktatörlüklerin başında eski bürokrasinin ileri gelenleri veya Rusya’nın yeni maşaları hüküm sürmekte. Bu iktidarlar mafya gibi örgütlenip ülkelerin zenginliklerini talan ediyorlar, yolsuzluk, uyuşturucu, silah ve hatta insan kaçakçılığı yoluyla servetlerine servet katıyorlar. İşte bütün bu uygulamalar ne zengin kapitalist ülkeleri ne de Fransız Bouygues, Total gibi büyük şirketlerlerle çok karlı ilişkileri olan baskıcı rejimleri rahatsız ediyor.

SSCB’nin dağılmasından sonra geçen 20 yılın bilançosu kitleler için çok feci. Gerek Batı’da gerekse Rusya, Orta Asya gibi eski SSCB sınırları içerisinde kapitalizmin geri getirilmesinin halklar için bir iyileştirme olacağını savunanlar bundan utanç duymalılar.

Stalin zamanında ve sonrasında SSCB, kesin bir şekilde, karşı devrimci saflara geçmişti. Stalin ve sonrasındaki SSCB ne dünya emekçilerine bir örnek olabilirdi ne de emekçilerin kapitalizme karşı olan mücadelelerinde yardımcı bir güç olabilirdi. Ancak yine de SSCB’nin varlığı, kapitalist, kâr amaçlı, pazar anarşisine yönelik ekonomiden farklı bir ekonomik örgütlenmenin mümkün olduğunun canlı bir deliliydi. SSCB, bürokrasiye rağmen, kıta büyüklüğüne sahip kocaman bir ülkede, sosyalist devrim sayesinde yani üretim araçlarının toplumsallaştırılması ve bunun sonucunda planlı ekonomiye geçişin ne gibi bir ilerlemeye ne gibi muazzam bir ekonomik kalkınmaya olanak tanıdığını fiilen ispatlamış oldu.

1917 Ekim devrimi dünyayı sarsmıştı. Ancak yine de kapitalist dünya yıkılmadı ve SSCB dağılıp yok oldu. Buna rağmen kapitalist düzene karşı çıkıp onun tahribatlarından, mantık dışı işleyişinden kurtulmak için yeteri kadar sebep var. Komünizm için mücadele etmek şimdi, her zaman olduğundan daha da fazla gündemde. Kapitalizm insanlığı gittikçe daha fazla felaketlere sürüklediği bu ortamda toplumun dünya ölçeğinde yeniden örgütlenip üretim araçlarının toplumsallaştırılması acil bir gerekliliktir.


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2012  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 163 - 2 Ocak 2012  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi’nin Sözü   ?