Sinif Mucadelesi

Birinci Dünya Savaşı Üzerine

Perşembe 7 Temmuz 2011

11 Kasım 1918’de Birinci Dünya Savaşı sona erdi. Dört yıl boyunca süren katliamlar, yıkımlar, yaşanan feci acılar da böylece son buldu.

Alman İmparatorluğu müttefikleri birer birer barış anlaşmasını imzaladı. 30 Eylül’de Bulgaristan, 27 Ekim’de Osmanlı İmparatorluğu ve 3 Kasım’da da Avusturya-Macaristan anlaşmaya imza attılar. Böylece İttifak devletleri savaşı kazanmış ve İtilaf devletleri ise kaybetmiş oldu.

Okul kitaplarında genellikle Birinci Dünya Savaşı’nın Avusturya-Macaristan veliahdı Habsburg arşidükü Francois Ferdinand’ın 28 Haziran 1914’te terörist bir Sırp öğrenci tarafından öldürülmesinden dolayı çıktığı anlatılıyor. Halbuki öğrencilere, bu suikast ile 1914-1918 Dünya Savaşı arasında ne bağ olduğunu soracak olursak cevap almak olanaklı değil. O dönemde hem Avrupa’da hem de diğer kıtalarda savaşa katılan ve hatta hayatını kaybeden milyonlarca insan da bu savaşa katılmalarının ve ödedikleri bedellerin Saraybosna suikastından dolayı olduğuna bir anlam veremiyorlardı. Tabii ki Saraybosna suikastı sadece bir bahaneydi. Kocaman bir barut fıçısına atılan bir kibritti. Evet, o dönem Avrupa bir barut fıçısına dönüşmüştü.

1914’den önceki son on yıl içerisinde Avrupa savaş eşiğine gelmişti. Yıllar içerisinde birbirine düşman iki büyük kamp oluşmuştu: Bir tarafta İtalya’yı kendilerine çekme ümidini taşıyan Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, diğer tarafta ise Fransa, Rusya ve İngiltere yer alıyordu. Oluşan bu iki blok arasındaki her sorun genel bir savaşa dönüşme tehlikesi içeriyordu. Örneğin Almanya ile Fransa’nın 1905’te Fas konusunda, 1908’de Bosna-Hersek’in ilhak edilmesinde ve 1911’de yine Fas konusundaki sürtüşmeleri, her 6 ayda bir Balkan Savaşları’nı gündeme getiriyordu. Bütün bunlar savaş tehlikesinin ve zeminin oluştuğunu gösteriyordu.

Özellikle Almanya ile İngiltere arasında çılgınca bir silahlanma yarışı başlamıştı. Sömürgeleri paylaşmak için kavga her zaman gündemdeydi. İki taraf da yeni yasalarla ordularının güçlerini artırıyordu. Kısacası Avrupa’da patlamaya hazır bir yanardağı oluşturulmuştu.

En az 15 milyon ölü... neden?

Savaşta farklı halklardan milyonlarca insan öldü, yaralandı, sakat ve öksüz kaldı. Tarihçilere göre 9 milyon asker öldü. Bunlardan 2 milyonu Rus, 1 milyon 800 bini Alman, 1 buçuk milyonu Avusturya-Macaristanlı, 1 milyon 400 bini Fransız, 900 bini İngiliz, 600 bini İtalyan, 400 bini Osmanlıydı. Fransa’da her 6 askerden biri ve çalışabilir durumdaki erkeklerin yüzde 10’u savaşta öldü. Siviller de büyük bedeller ödedi. Rusya’da 2 milyon, Sırbistan’da ve Avusturya-Macaristan’da 1milyon, Almanya’da 800 bin ve Romanya’da 800 bin kişi bombardımanlar yüzünden ya da açlıktan öldü. Bu rakamlara katliamda öldürülen Ermeniler ve savaştan ötürü güçten düşen ve ölenler ve “İspanyol gribinden” ölen milyonlar dahil değil.

Peki bütün bunlar neden oldu? Genellikle okullarda tarih kitapları, savaşın nedenini Sırplı bir öğrencinin 28 Haziran’da Avusturya-Macaristan varisi Habsbourg arşidükünü öldürmesine bağlıyor! Ardından 28 Temmuz’da Avusturya-Macaristan’ın Sırbistan’a verdiği ültimatom, savaş ilanı ve Almanya’nın buna desteği. Rusya ve Fransa ise Sırbistan’ı destekledi ve 1 Ağustos’ta Rusya, 3 Ağustos’ta Fransa savaşa katıldı. Ardından İngiltere, Japonya, Osmanlı İmparatorluğu ve daha sonra da İtalya savaş girdabına katıldılar. Bu ittifaklar yüzünden 70 milyon Avrupalı ve Nisan 1917’den sonra ABD’nin de savaşa katılmasıyla 4 milyon ABD askeri fiilen savaşa katılmış oldu.

Aslında 28 Haziran suikastı uzun zamandan beri zemini hazırlanan bir savaşın başlatılması için bahane oldu. Zaman içerisinde, bir tarafta Almanya ve Avusturya-Macaristan, diğer tarafta ise Fransa, Çarlık Rusya’sı ve İngiltere olmak üzere iki düşman kamp oluştu. Bu iki kamp arasında arada bir çatışmalar oluyordu: 1905’te Fransa ile Almanya arasında; 1908’de Sırbistan ile Rusya, Avusturya-Macaristan’a karşı ardından 1912 ile 1913 yıllarında durmak bilmeyen Balkan Savaşları olmuştu.

Emperyalist paylaşımdan sonra yeniden paylaşım

Denizlere hakim olmak için büyük güçler arasında, özellikle Almanya ile İngiltere arasında, muazzam bir silahlanma yarışı sürüyordu. Avrupa devletlerinin dünyaya hakim olmak için yaptığı rekabet tehlikeli seviyelere ulaşmıştı.

İngiltere’nin sömürge bölgelerinde yaptığı yağma, 19. yüzyılın ortalarında en üst düzeyine ulaşmıştı: 1876’da üzerinde 250 milyon insanın yaşadığı 250 milyon km karelik bir alan İngiltere tarafından işgal edilmişti. Fransa onu açık ara ile geriden takip ediyordu. Fransa’nın işgal alanı Cezayir, Senegal, Fildişi Sahili’ni, Gabon’dan Madagaskar’a kadar olan bölgeyi ve Yeni Kaledonya ile Vietnam’ı kapsıyordu. 19. yüzyılın sonlarında ise Belçika, Almanya ve İtalya da sömürge işgalleri yarışında kendilerine bir yer elde ettiler. 1914 yılında Afrika’da sömürge olmayıp yasal olarak bağımsız kalan ülkeler Liberya ve Etiyopya’ydı. 122 milyon Afrikalı direkt Avrupalı devletlerin boyunduruğu altındaydı. Asya’da ve Amerika’da da durum farklı değildi. Güney Amerika emperyalist İngiltere’nin hakimiyeti altındaydı ama ABD onun yerine geçmek için hayaller kuruyordu.

Artık tamamen paylaşılmış durumda olan bir dünyada sadece yeni bir paylaşım olabilirdi. Emperyalist ülkelerde birikmiş olan büyük miktarlardaki sermaye, sömürge veya yarı-sömürge ülkelerde yatırım alanları arıyordu. Bu yatırımların amacı bu ülkeleri kalkındırmak değil tatlı kâr elde etmek içindi. Lenin 1916’da: “Kapitalizm, bir avuç kalkınmış ülkenin, dünya nüfusunun muazzam bir çoğunluğunu baskı altında tutan bir sömürgecilik düzenine ve mali olarak boğan bir düzene dönüştü. Dünyadaki birkaç tane büyük güç baştan aşağı silahlanıp (…) leş kargaları gibi dünyayı talan ediyorlar ve bu ganimetlerini paylaşabilmek için de bütün insanlığı kendi savaşlarına sürüklüyorlar” demişti.

Savaş kapitalizmin ürünüdür

Savaşın bitişe kapitalist düzenin sonunu getirebilirdi. 1917’de Rusya’da emekçiler Çarlığı yıkıp, bir işçi iktidarı olan Sovyetleri kurdular. Almanya’da ise Ekim 1918’de Kaiser iktidarı yıkılıp işçi konseyleri devrimi gerçekleşmişti. Bunu Macaristan ve İtalya başta olmak üzere bütün Avrupa’da başka devrimci hareketler takip etti. Ancak maalesef burjuvazi, reformist sosyalist partilerin yardımıyla yeniden duruma hakim olup, sonradan SSCB ismini alan Rus Devrimini tek başına bıraktı.

En acımasız cephelerde bulunanlar, bu savaşı, insanlığın karşılaşabileceği en canice savaş olarak görüp bunun üzerine yeminler edip “artık bu savaş son savaştır” diyorlardı. Çünkü onlar, yaşananların ardından “sağduyulu insanlık artık kesinlikle böyle bir uçuruma yeniden sürüklenemez” diye düşünmüşlerdi. Gerçekte böyle olmadı. Ne Orta Avrupa imparatorluklarının yenilgisi ne diğerlerinin zaferi ne de ülkelerin ganimetleri paylaşması kapitalizmin sorunlarını çözemezdi.

İtalya savaştan zaferle çıkmış olmasına rağmen savaş sonunda bitkin düşmüştü. Devrimci girişimin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından Musolini’nin faşist hareketi 1922’de iktidarı ele geçirdi. Savaştan yenilgiyle çıkan Almanya’da ise devrimci hareketin başarısızlığa uğraması, savaş yenilgisinin intikamını almayı savunan ve İtalya örneğinden esinlenen aşırı sağın önünü açtı. Dünyanın yeniden paylaşımı için yapılan Birinci Dünya Savaşı biter bitmez 1919 barış anlaşmalarıyla dünyanın paylaşılmasına karşı çıkılmaya başlandığı görülüyordu. Özellikle 1929’da Amerikan borsasının çöküşünün ardından ekonomik krizin yol açtığı genel çöküntü, Almanya’da Nazi hareketinin önünü açtı. Böylece yeni bir savaşa gidişat başladı.

3 Ağustos 1914’te, Birinci Dünya Savaşı resmen ilan edilmeden 3 gün önce, “siyah bulutlar nasıl fırtına getiriyorsa, kapitalizm de savaşları getirir” diyen Jean Jaures katledildi. Kapitalist düzen 20. yüzyılda insanlığı iki kez dünya çapında savaşa sürükledi. 1945’ten sonra ABD’nin tartışılmaz üstünlüğü, emperyalistler arası yeni bir dünya savaşını engellemiş olsa da, kendi aralarındaki rekabet dolayısıyla emperyalistler, Üçüncü Dünya ülkelerinde birçok savaşı desteklediler ve hatta kışkırttılar. Bu savaşlar, en az bir dünya savaşı kadar yıkım ve ölüm getirdi.

Bugünkü kriz ortamında, 2008’de olduğu gibi, emperyalist düzenin aslında 1914, 1929 veya 1939’dan daha az tehlikeli olmadığı görülüyor. Mantıksız, adaletsiz ve kâr hırsına dayalı bu düzen insanlığı yeniden barbarlığa sürükleme riskini taşıyor. İşte bugün, her şeyden önce bunları hatırlayıp gereken dersleri çıkarmalıyız.


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2011  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 157 - 1 Temmuz 2011  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi’nin Sözü   ?