Sinif Mucadelesi

12 Eylül 1980 askeri darbesi ve Anayasası

Pazar 8 Ağustos 2010

Anayasa değişikliğine ilişkin halk oylaması, AKP tarafından, bir yönüyle, 12 Eylül Anayasasına 12 Eylül’de hayır demek olarak anlatılıyor. Oysa, oylanacak pakette, 12 Eylül darbesinin ve anayasasının hedef aldığı işçi sınıfının ekonomik, demokratik ve siyasal haklarına ilişkin temel hiçbir şey yok!

12 Eylül askeri darbesi niçin yapıldı?

Darbenin hemen ardından, Tekstil İşveren Sendikaları Konfederasyonun o dönemki başkanı Halit Narin, askeri diktatörlüğün anayasası, işçilerin bütün kazanımlarını hukuken ve fiilen ortadan kaldırırken şunu demişti: “Bugüne kadar biz ağladık onlar güldü. Şimdi sıra bizde.” Dönemin ABD başkanının da darbeyle ilgili “bizim çocuklar başardı” dediği biliniyor. Sadece bu iki cümle bile askeri darbenin “anarşiye son vermek ve ülkede güvenliği sağlamak” için yapıldı iddialarının yalan olduğunu anlatmaya yetiyor.

Askeri darbenin gerçek nedeni

Türkiye’de 15–16 Haziran işçi ayaklanması, işçi sınıfı açısından dönüm noktası oldu. 1967’de DİSK’in kurulmasına yol açan işçi sınıfındaki birikim, sayıca artış ve özellikle de sınıf bilincinin gelişmesi artık ülkeyi, işverenler ve ona hizmet eden devlet için dikensiz bir “gül bahçesi” olmaktan çıkardı. Çünkü artık genç ve dinamik işçi sınıfı, sendikal önderliklere rağmen, tabandan gelen mücadeleler sayesinde diğer sanayileşmiş ülkelerdeki emekçi haklarının hiç değilse bir kısmını, çalışma şartlarının göreceli olarak iyileşmesini ve de gerçek ücret zamları elde ettiler.

Örneğin gerçek ücretler, 1963’te 100 tabanına göre 1967’de 120’ye; 1968’de 126’ya; 1971’de 157’ya; 1975’de 173’e ve 1976’da 220’ye çıkmıştı. Yani 13 yıl gibi kısa bir zaman içerisinde emekçilerin satın alma gücü iki katından da fazla bir artış gösterdi. Bu iyileşme sömürenlerin insafa gelip, zenginlikleri üreten emekçiler de yaralansın diye düşünmelerinden olmadı. Buna, işçilerin mücadeleleri sonucunda zorunlu kalmışlardı.

Bunu ispatlayan işçi mücadelelerine ve özellikle grevlere ve bu grevlere katılan işçi sayısına bir göz attığımızda, bu dönemde Halit Narin gibilerinin neden “ağladığı” iyice anlaşılır!

24 Nisan 1971’de ilan edilen sıkıyönetim nedeniyle her ne kadar da grevler ve işçi mücadeleleri 1973 sonuna kadar askıya alınmış olsa da 1974 başından itibaren 12 Eylül 1980’e kadar çok büyük bir artış yaşandı. 8 yıl süren bu dönemde 1.021 greve toplam 260 binden fazla işçi katıldı ve her grev bir öncekinden daha uzun sürüyordu.

Bir karşılaşma yapıldığında; 1963 ile 1971 yıllarına kıyasla 1973 ile 1980 yılları arasında grev sayısında 2, greve katılanlar sayısında 3 ve grevde geçen işgünü sayısında 7 kat bir artış vardır.

1973–1980 döneminde işçi mücadelelerine paralel olarak kitlelerde, özellikle de gençler arasında hızlı bir siyasileşme yaşandı. Yüz binlerce genç tutuklanmaları, işkenceleri ve hatta ölümü göze alarak siyasi mücadeleye atıldı. Siyasi örgütlere on binlerce genç militan ve sempatizan katıldı. Üstelik artık CHP, Adalet Paprtisi gibi klasik burjuva partileri ve bu dönemde oluşturulan üç Milliyetçi Cephe hükümeti, kitlelerin mücadelelerini engellemekten aciz kaldığı için “derin devlet” de devreye girerek provokasyonlara, cinayetlere ve hatta Maraş ve Çorum’da tertiplenen kitle provokasyonlarına ve katliamlara kadar götürdü.

Bunların rast gele tertiplenmediğini anlamak için 1979’da Odalar Birliği başkanı Mehmet Yazar’ın şu sözlerini hatırlamak yeterlidir: “Tarihin bize öğrettiği odur ki; hiçbir devrede ve dünyanın hiçbir ülkesinde, devlet, kendi varlığına son verecek düşünce ve niyetleri fikir özgürlüğünden saymamıştır. Bu ülkeye gölge düşürecek hiçbir davranış veya bahaneye müsamaha ile bakılamaz, bakılmamalıdır…”

İşte bu gerekçeyle olmalıdır ki sermayenin hizmetindeki devlet ve özellikle de derin devlet, siyasi “çözümsüzlük” karşısında askeri darbe ortamını yaratmak için gerekli zemini hazırlamak üzere “kolları sıvadı”. Sermaye sınıfı bu hazırlıkları yaparken, işçi sınıfına önderlik edip onun temel çıkarlarını ve elde ettiği mevzileri savunabilecek gerçek bir önderlik oluşturulamadı.

İşçi sınıfı içerisinde belirli bir militan gücüne sahip önemli örgüt ve gruplar, çoğu zaman güçlerinin çoğunu, işçi sınıfını daha çok bilinçlendirmek, onun örgütlenmesine daha çok katkıda bulunmak yerine kendi aralarında çekişme ve kavgalar için kullandılar. Örneğin TKP çevrelerinin en büyük düşmanı “Mao’cu bozkurtlar” ve Maocuların ise en büyük düşmanı “sosyal faşist TKP’liler”di. Generallere teslim olmak için kuyruğa giren “sendikacılardan” söz etmeye gerek bile yok!

Evet Türkiye’de sermaye 1980’e kadar işçi sınıfının kazanımlarını yerle bir etmek için generaller başta olmak üzere bütün devlet olanaklarını işçi sınıfına karşı kullandı.

Bugün, askeri darbe döneminde, patronların istekleri doğrultusunda generallerce hazırlanan anayasa şimdi yerden yere vuruluyor. Çünkü artık, bugünün ihtiyaçlarını karşılamıyor. Ama o dönem ve uzun yıllar hem patronların hem de devletin, hükümetlerin göz bebeğiydi.

Yine aynı şekilde ikiyüzlü bir şekilde askeri darbeleri eleştirenler en ağır darbenin baş aktörlerinden biri olan Turgut Özal’ı övüyorlar.
1970’li yılların ikinci yarısından sonra ekonomik kriz nedeniyle kâr oranları düşen patronlar, sözleşmelerde düşük ücret dayatıyor, işçi çıkarma serbestliği istiyor ve bu nedenlerle greve gidiliyordu.

Bu ortamda, Demirel’in başında olduğu hükümet, 24 Ocak Kararları’nı açıkladı. Bu kararların mimarı, eski MESS başkanı, o dönem ekonominin en önemli kurumu olan DTP müsteşarı olan Turgut Özal’dı. Kararların amacı ekonomide istikrarın sağlanması olarak açıklandı. Bu amaçla, Özal’ın başında olduğu DTP’ye bağlı “Toplusözleşme Koordi-nasyon Kurulu” oluşturuldu. Bu kurulun bilgisi dışında sözleşme imzalanmayacaktı.

DİSK, bu kurulu tanımadığını açıkladı, Türk-İş ise kurul aracılığıyla 264 bin işçi adına sözleşme imzaladı. Ancak 24 Ocak Kararları, devalüasyona, yüksek faize, ihracata dönük üretim yapılması, kamu ürünlerinin fiyat artışına neden olduğu için uygulanması tepkilere neden oluyordu. İşçiler, hızla düşen satın alma güçleri nedeniyle daha yüksek ücret artışı istiyor, bunun sonucunda grevler daha da yaygınlaştı ve sertleşti.

Patron örgütleri de işçi haklarına karşı kampanya yürütüyordu. Halit Narin, sendikaları “ideolojik” grev yapmakla suçluyor, grev hakkının sınırlanması istiyordu. TÜSİAD ise ücret artışlarının enflasyonu körüklediğini, ücretlerin düşürülmesi gerektiğini söylüyordu. Artık patronlar ve emirlerindeki devlet ve hükümet, birkaç işçiyi işten çıkarmak ve düzenlerine karşı çıkanları cezaevlerine atmakla idare edemez hale gelmişti. Çünkü mücadele kitlesel boyuta ulaşmıştı. İşte askeri darbe, bunun için gerekli olmuştu.

Darbenin sonuçları

12 Eylül darbecilerinin ilk kararlarından biri siyasi partilerle birlikte, grevdeki işçilerin yüzde 87’sinin üyesi olduğu DİSK’in kapatılması oldu. İşçilere zam avansı verip, tüm grevler kaldırıldı. Önceden hazırlanmış listelere göre 5 bin işçi işten çıkarıldıktan sonra işçi çıkarılması yasaklandı.

Daha sonra, sözleşmeler için yetkili işçi, işveren ve hükümet temsilcilerinden oluşan 9 üyeli Yüksek Hakem Kurulu oluşturuldu. İşçileri Türk-İş temsil ediyordu. Darbeyi alkışlayan Türk-İş Genel Sekreteri Sadık Şide, aynı zamanda 12 Eylül hükümetinde Sosyal Güvenlik Bakanı idi. 400 bin işçi, yedi ay sonra çalışmaya başlayan Yüksek Hakem Kurulu’nun karar almasını aylarca bekleyecek ama bir türlü sıra gelmeyecek, gelenler de hayal kırıklığına uğrayacaktı.

Bu kurul aracılığıyla yapılan en büyük saldırı, ücretin enflasyon karşısında geriletilmesi oldu. YHK, hükümetin öngördüğü enflasyona göre zam veriyor ama hükümet, 24 Ocak Kararları uyarınca, fiyat denetimi yapmadığı, enflasyonu sözde serbest pazarın gereği ama gerçekte vurgun yapmak için düşürmediği için, öngörülen enflasyon oranına hiç yaklaşılamıyordu. 1980–1988 yılları arasında işçilerin satın alma gücü yüzde 28, memurların yüzde 41.5 oranında düşürdü.

Öte yandan, kıdem tazminatı ve ikramiyeye sınırlama, SSK pirimi için işçinin ücretinden yapılan kesinti arttırıldı. Getirilen yeni sendikal düzende, sendika-laşma, sözleşme ve grev hakkında önemli kısıtlamalar yapıldı. Hak grevi, dayanışıma grevi, genel grev, iş yavaşlatma yasaklandı.

1984’te sendikalar yeni yasalar çerçevesinde çalışmaya başladığında, resmi olarak sendikaya üye görünün 2.5 milyon işçiden sadece 1 milyon 427 bine inmişti. Üstelik bu işçilerin 507 bini genişletilmiş olan grev yasağı kapsamındaydı. Gerçekte sendika ve grev hakkından yararlanan işçi sayısı 920 bindi. Bugün işçi sayısı çok daha fazla olmasına rağmen, hala yürürlükte olan bu yasalar sonucunda sendikalı işçi sayısı daha da düştü. Yani darbe, amacına ulaştı. Elbette, 12 Eylül Anayasası’nda sıkı sıkıya biçimlendirilmiş olan bu sendikal sistemin temelde hiçbir değişiklik yapılmıyor.

12 Eylül darbesine işçi sınıfının ilk karşı çıkışı 1989 Bahar Eylemleri ile oldu. Bu mücadeleyle, başta kamu işkollarında çalışan işçiler, satın alma gücünü biraz olsun yükselttiği gibi yasalarda ve toplumda demokratikleşme yönünde gelişmelere yol açtılar. Arkası da geldi…
Darbe ve generallerin 1982 işçi düşmanı anayasasının esas hedefi işçi sınıfı idi ve yine bugün de işçi sınıfıdır. Kendine komünist, işçi sınıfı taraftarı diyen bütün güç ve kişilerin temel görevi bu yaşananlardan ders çıkarıp işçi sınıfının bilinçli bir önderliğini fabrikalar temelinde oluşturmaktır. (04.08.10)


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2010  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 146 - 6 Ağustos 2010  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi’nin Sözü   ?