Sinif Mucadelesi

Kapitalist ekonominin dünya buhranı

Çarşamba 10 Mart 2010

Ekonomik buhranlar, kapitalizmin iğrençliğini; yani insan emeğinin devasa boyutlarda nasıl boşa harcandığını, kitlelerin aniden yoksulluğa sürüklendiğini, diğer yandan sermayenin hızla, daha az sayıdaki ellerde merkezleştiğini açıkça gözler önüne serdiği anlardır. Şimdiki kriz ise mali sermayenin ekonomik yaşama el attığını ve onun üzerinden asalakça geçinip, boğduğunu gösteriyor.

Büyük bankalar yeniden eski kâra kavuştular, mali sektör de hiç bir şey olmamış gibi faaliyetlerine devam ediyor. Ama üretim alanında ve reel ekonomide yıkım sürüyor ve bitecek gibi de görünmüyor…

Ne mali faaliyetlerin yeniden canlanması ne sanayi ve banka gruplarının kârının korunması ve hatta artması ne de bütün bunların borsadaki hisse senetlerinin değerini arttırması buhranın bittiği anlamına gelmiyor.

Devletlerin hızlı bir şekilde ve büyük miktarlarla müdahale etmelerinin şu ana kadar yarattığı tek sonuç, bankalar arasındaki güvenen zedelenmesinin giderilmesidir. Ama bu çok kısa sürebilir. Üstelik yeni spekülasyon dalgalarının yarattığı balonlar yeniden patlayabilir. Bankalar arası günlük işlemler, yani borç verme ve borç alma işlemleri kriz öncesi seviyesine yeniden erişmiş olsa bile bankalar, kendilerine sunulan kredi olanakları oranında kredi vermiyorlar.

Bankalar arası güvensizliğin temel nedeni, büyük bankaların kasalarındaki devasa miktardaki çürümüş (yani karşılığı olmayan) hisse senetlerinin hem genel miktarının hem de farklı bankalarda hangi seviyede olduğunun bilmemesindendi.

Emperyalist devletlerin tümü, devlet müdahalesine en şiddetle karşı olanlar dâhil, “banka sistemini kurtarmalıyız” çığlıklarıyla birlikte hareket etmek zorunda kaldılar. Lehma Brothers’in iflas etmesinde üç gün sonra yaratılan panik içerisinde ABD devleti, kasadan 700 milyar dolar çıkarıp bankaların kokuşmuş hisse senetlerini satın alacağını duyurmak zorunda kaldı. Ardından Belçika, Lüxembourg, Alman, İngiliz ve Fransız devletleri de buna katıldılar. Devletlerin, durum ne olursa olsun bankacıların yardımına koşacaklarını, maliyeti ne olursa olsun onları iflastan kurtaracaklarını göstermek için masaya toplam 3 triyon dolar koydukları tahmin ediliyor. Bu rakam, diğerleri gibi bir rakam, çünkü miktarlar baş döndürecek kadar yüksek olduğu gibi önemli devlet müdahaleleri hiç şeffaf değil. Kitlelerin, kapitalist düzeni iflastan kurtarmak için ne miktarlarda para harcandığını denetleme olanağı olmadığı gibi bilgi edinme imkânı bile yok. Ama mali kriz nedeniyle buhar olup uçup giden paranın arkasında, insan emeği var, yani kumarhanede kumar oynar gibi borsa gazinosunda oynanan sermayenin sömürünün ürünü. Bir de, devlet tahvili, kredi, şeklinde bankaları kurtarmak için kullanılan devasa miktarın bedeli sonuç itibarıyla yine de topluma ödetilecek. İşte bütün bunlar emek gücünün müthiş savurganlığıdır.

Dünya mali sisteminde ABD’nin belirleyici rolü göz önünde bulundurulduğunda bozguna uğramış bir finans dünyasında ABD devlet tahvillerinin ne kadar rağbet gördüğü ve ABD merkez bankası FED’in, hisse senetlerine devlet tahvili garantisine dönüştürme sözü göz önünde bulundurulduğunda, bu kararın nasıl etkili olduğu anlaşılıyor. Ama bunun sonucunda FED’in kasaları riskli ve farklı derecelerde kokuşmuş hisse senetleriyle doldu. Öyle ki Eylül-Aralık 2008 tarihleri arasında FED’in kasasındaki miktar, 950 milyardan 2 trilyon 300 milyara fırladı. Önceki dönemlerde buna “devlet karşılıksız para bastı” deniyordu. Nasıl ki artık para, banknot biçimi ile sınırlı değil, onu basma yöntemleri de değişti. Ama işlemlerin şekil ve sonuçları değişmiyor: Devlet karşılığı olmayan para yaratıp enflasyona zemin hazırlıyor.

Özel bankalardan alınan bu kokuşmuş hisse senetlerini temel alarak oluşturulan büyük miktardaki bu para, mali piyasalara doların da saman üzerindeki kazığa benzediğini kanıtladı. Körler diyarında şaşılar kralmış. Bu nedenle dolar aniden sarsılmadı. Çünkü mali krizin en ateşli olduğu ortamda dolar, diğer dövizlere ve diğer devlet tahvillerine göre herkes tarafından aranan bir paraydı.

Ancak bu panik anı geçtikten sonra, dolar yeniden düşüşe geçti ve kurlar üzerine yapılan vurgunculuk yeniden hızlanıp yeni bir para krizinin zemini bir kez daha oluşmaya başladı.

Devlet müdahalesinin diğer bir yöntemi, mali krizden dolayı, sermayelerinde değer kaybı olan bankaların sermayelerini artırmalarına yardımcı olmaktı. Bu bazı bankalar için geçici olarak devletleştirmek şeklinde oldu. Yani bu bankaların kayıpları giderildi, yeniden kârlı hale getirilip yeniden özelleştirildi. Bazı durumlarda ise devlet sözü edilen bankaların sermayelerini artırmak amacıyla, söz hakkı dahi istemeden, hisse senetlerini satın aldı ve de banka ileride istediği zaman bu hisse senetlerini satma şartını kabul etti.

Verilen borçtan daha da önemli, kilitlenen kredi sistemi açmak için merkez bankalarının ihtiyacı olan her bankaya, sınırsız miktarda para verme kararı var.

Merkez bankaları peşi sıra kredi vanalarını sonuna kadar açtılar. Üstelik de çok daha ucuza kredi vererek. Bütün ülkelerdeki merkez bankalarının faiz oranları düşürüldü.

Her ne kadar da farklı ülkelerdeki oranlar aynı olmasa da genel uygulama aynı yöndeydi. Bu, aniden yeni bir vurgunculuk alanı açtı. Böylece, düşük faiz oranı uygulanan bir ülke parası alınıp daha yüksek faiz oranı veren ülkelerin para birimlerine dönüştürüldü. Verilen oran farkı fazla olamasa da, bu iş çok büyük miktarda para ile yapıldığında büyük kâr getiriyor. Böylece ABD merkez bankasının yüzde sıfır faiz uygulaması nedeniyle mali dünyadaki vurgunculuk dolar ile yapılıyor.

Bu durumda bankalar, hem kokuşmuş hisse senetlerinin değer kayıpları karşılandığı için hem de bedava ve sınırsız kredi olanakları olduğu için işlemlerini yeniden başlattılar. Böylece mali sistem yeniden çalışmaya başladı, çünkü alınan yeni kredilerin yeni kâr getirmesi için paranın dolaşması gerekiyor.

Aslında banka sisteminin kurtuluş operasyonu, bankaların kurtuluşuna dönüştü. “Kâr özelleştirildi, zarar topluma ödetildi” deyimi, şimdiye kadar görülmemiş boyutlarda uygulandı.

Mali sektöre iletilen mesaj ise geçmişte yaptığınız her şeyi affediyoruz ile sınırlı kalmayıp gelecek için de bir yeşil ışıktır: “İstediğiniz gibi davranın, vurgunculuk yapın, yol açacağınız bütün tahribatların bedelini devlet ödemeye hazırdır”. İşte bu şartlarda banka faaliyetlerinin yeniden canlanması kaçınılmaz olarak vurgunculuğun yeniden başlaması demektir. Bankalar arası güvensizliğin giderilmesinin ardından bir ara dondurulan devasa miktarda para, yeniden harekete geçti. Ama bu paranın üretim yatırımlarına gitmesi mali kriz öncesi döneme göre şimdi çok daha az söz konusu. Her şeyden önce genel olarak pazardaki durgunluk ve ek olarak işsizlik artışları nedeniyle sanayide mali kaynak talebi daha da azaldı. Kredi arzına gelince, bankalar kendilerinin yararlandığı faiz indirimlerini müşterilerine yansıtmayıp, kazançlarını yüksek tutmayı tercih ettiler. Yani arka ceplerine indirmeyi tercih ediyorlar.

G–20 yöneticileri, bankacıların veya borsacıların aldığı büyük ikramiyeler için gülünç şovlar yaparak milleti oyalarken, mali faaliyetler yeniden riskli bir şekilde devam ediyor.

Bu ortamda başka türlü de olamaz, çünkü devlet başkanları, halkı “mali faaliyetler ahlak kurallarına uyacak” gibi uyduruk laflarla meşgul ederken mali pazar onu ilgilendiren mesajı aldı: Merkez bankaları çok düşük yüzdelikle kredi vermeye devam edecek.

Siyasetçilerin ve medya ileri gelenlerinin ekonomik canlanma başladı nutukları, sadece spekülatif amaçla yapılan mali faaliyetlerdir.

Sermaye sahipleri, üretim azalmaya devam etmesine rağmen kârın artacağı varsayımına göre hisse senetleriyle vurgunculuk yapıyorlar. Çünkü bu büyük şirketler, daha az emekçi ile daha çok kâr elde ediyor.

Ekonomik kriz şu anda yaşanan boyutlarına ulaşılmadan önce de devlet bütçelerindeki açık, her yıl sürekli artıp eski borçlara yenileri eklenerek, büyük miktarlara ulaştı.

Kamu borçlarındaki fırlama, aynı zamanda borç verenlere ödenen faizlerde de tırmanma demektir. Böylece de işler halledildi. Devlet, sermaye sahiplerine yardım etmek için borçlarını devasa miktarlarda artırdı. Devlet, süresi gelen borcu ödemek için yeniden sermaye sahiplerine başvuruyor ve böylece bunlar, bütçeden gittikçe artan büyük miktarlarda faiz kazancını ceplerine indiriyorlar. Bu durumda sermaye sahipleri niye yatırım yapsın? Devlete borç vererek hiçbir zahmete katlanmadan daha çok gelir elde ediyorlar. Böylece de tefecilerin yol açtığı kriz, tefecilerin daha da güçlenmesini getiriyor.

Toplumun komünist temellerde yeniden düzenlenmesinin savunan bir örgüt, sadece bütün aşamaları sonuna kadar götürüp bunu yapabilir. İşte esas temel sorun budur. Yaşanan şu anki kriz, bir defa daha kapitalizmin topluma uyumlu bir gelişme getirebilmekten aciz olduğunu kanıtlıyor.

Kapitalist sınıfın mülksüzleştirilip özel mülkiyete son verilmesi, toplumun mantıklı temellerde, yani planlı bir şekilde, Troçki’nin belirttiği gibi “insan ilişkilerinin mantıklı bir temelde” yürütüleceği bir toplum için gerçekleştirilecek ilk aşamadır.


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2010  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 141 - 6 Mart 2010  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi’nin Sözü   ?