Sinif Mucadelesi

Ortadoğu’da bitmeyen savaşlar

Pazartesi 4 Temmuz 2016

Ortadoğu’da, Afrika’da savaşalar var, eski SSCB’nin bazı bölgelerinde çetelerin hâkimiyeti sürüyor, dünyanın birçok yerinde savaş ortamı hâkim; yeryüzünün farklı yerlerinde emperyalist düzen artık hâkimiyetini sürdüremiyor.

Afrika’dan; savaşlardan, diktatörlüklerden ve yoksulluktan kaçıp boş ümitlerle göç yollarına düşüp Avrupa yolunu tutan göçmenlere artık Ortadoğu savaşlarından kaçanlar ekleniyor.

Basın “İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük göç dalgası” diye yazıyor. Yazılar daha çok, zengin emperyalist ülkelerde panik yaratmayı amaçlasa da, bu kıyaslama boşuna değil. Dünya gittikçe barbarlığa sürükleniyor; öyle bir barbarlık ki Victor Serge 1930’lu yıllarda “yüzyılda gece yarısı yaşanıyor” diye tarif etmişti. Evet, bu bir barbarlık.

Ortadoğu’daki savaşlar

2014 yazından bu yana emperyalist güçler siyasetlerini “DAEŞ’i bitirmek” ekseninde yoğunlaştırdı. DAEŞ’in ortaya çıkması ve milis güçleriyle giderek çok daha geniş alana hükmetmesi, DAEŞ’in kitlelere karşı uyguladığı vahşet ve diktatörlük, onlara fazla sorun yaratmıyor. Esas sorunları, emperyalist devletlerin Ortadoğu’da bölünme ve rekabetle oluşturduğu hâkimiyetinin DAEŞ’in girişimleriyle tehlikeye girmesi.

Bölgeye hâkim olmak için çatışan, ne DEAŞ ne de diğer silahlı gruplar gökten düştü. Emperyalist güçlerin siyaseti, en gerici grupları ve devletleri desteklemekti. Cihatçı diye bilinen güçler, ilk başlarda Afganistan’da ABD tarafından desteklenip Sovyetler Birliği’nin askeri müdahalesine karşı kullanılmıştı. ABD onlara, özellikle Suudi Arabistan vasıtasıyla, silah ve para yardımı yaptı. Örneğin bin Laden, başlangıçta onların bir ajanıydı. Sonralarda, oluşturulan El Kaide örgütü terörist eylemlerle, Batılı güçlere karşı gelen bir güç şöhretini kazanıp Afganistan’dan Cezayir’e kadar uzanan bölgede var olan milis güçleri, kendi etkisi altına almaya çalıştı.

Zamanın ABD Başkanı olan George W. Bush’un, Irak’a karşı 2003’te açtığı savaş, milis güçler için yeni bir büyüme alanı yarattı. Irak toplumunda, Batılı güçlerin askeri işgalinin yol açtığı sefalet ve yıkımın sonucu, insanların ayakta kalıp bir gelir elde edip ailelerini geçindirebilmesinin tek yolu milislere katılmak olmasıydı. Bu yolda sağlanan para ve destek, hiç eksik olmadı. Suudi Arabistan ve İran, bu ortamda bu gibi milis güçler yoluyla, hangi çıkarları elde edebileceklerini ve onları rakiplerine karşı nasıl kullanabileceklerini anlamakta gecikmediler.

2011’den sonra Suriye rejiminin kuşatılmasıyla farklı milis ve rakip güçler arasındaki çatışma daha da büyüdü. Tunus ve Mısır’da gelişen “Arap Baharının” ardından Mart 2011’de gelişen kitle muhalefetine karşı Beşar Esad rejimi, şiddet kullanıp bastırmaya çalıştı. Suriye muhalefetinin bir kısmı, rejime karşı silahlı gruplar oluşturmaya başlayınca bölgedeki farklı güçler bu grupları kendi öz çıkarları için kullanmaya başladı.

Emperyalist güçler, iç savaşın en başından beri Suriye’deki muhalif silahlı güçlere kendi çıkarları ekseninde yardım etti. Batılı yöneticiler, Şam rejimini kendilerinden çok bağımsız gördüklerinden onu yıpratmaya uğraşıyordu ama onun yerine güvendikleri yeni bir güç oluşmadığı müddetçe iktidardan düşürmeyi istemiyor. Diğer yandan Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın, ortaya çıkan değişik İslamcı milislere, kendi aralarında rakip olsalar da, açıkça destek sağlamasını engelleyemediler.

İşte bu ortamda, el Kaide’den kopan DAEŞ grubu, eski Irak ordusundan gelen kadrolarla daha da güçlendi ve hem Irak’ta hem de Suriye’de geniş topraklar üzerinde öz iktidarını oluşturabildi. Emperyalist güçlerin ve Irak ile Suriye’ye komşu rakip güçlerin müdahalelerinin ürünü olan DAEŞ, el Kaide siyasetini devem ettirerek Avrupa’da ve de Mısır, Lübnan, Türkiye ve Yemen gibi ülkelerde de terörist eylemler yapıyor.

ABD yıllardan beri siyasetini “terörizmle mücadele” ekseninde sürdürüyor ve şimdi somut olarak bunu DAEŞ’e karşı devam ettiriyor. ABD, DAEŞ ve iğrençliklerine karşı gelme bahanesiyle uluslararası bir koalisyon oluşturarak gerçek amacı doğrultusunda, çıkarları zıt ülkelere Washington siyaseti etrafında bir siyaset dayatmaya çalışıyor. Bu siyaset ne Türkiye’yi ne Suudi Arabistan’ı ne de Katar’ı kendi siyasetlerini uygulamaktan alıkoyabiliyor. Örneğin Türk rejimi, DAEŞ’i desteklemeye devam edip, öncelikle, ABD’nin desteklediği Kürt güçlere karşı mücadele ediyor. Suudi Arabistan ise her şeyden önce düşman olarak gördüğü İran’ın güçlenmesine karşı mücadele ediyor ve DAEŞ’a karşı savaşmıyor. Oysa ABD, Irak ve Suriye’de istikrar sağlamak için İran ile ilişkilerini normalleştirmek istiyor.

Bölgedeki farklı güçler ve onların uzak ülkelerdeki koruyucuları aracılığıyla yerel milis güçler, Irak ve Suriye’den sonra şimdi Yemen’de çatışmaları sürdürüyor. Ortadoğu uzun zamandır bir yanda İsrail’deki diğer yanda Müslüman Arap ülkelerindeki çatışmalarla gündemdeydi. Bu çatışmalar sürüyor ve Filistin halkı, emperyalist güçlerin desteklediği İsrail devletinin baskıları altında olmaya devam ediyor. Ancak artık gündemde bir tarafta Suudi Arabistan, Türkiye ve Arap Emirliklerinin diğer tarafta İran ve mütteffiklerinin yer aldığı çatışmalar var. Ek olarak, farklı Kürt güçlerinin, kendi aralarındaki zıtlıkların devam etmesine rağmen bu durumu fırsat bilerek kendilerine bir yurt edinme çabaları var.

DAEŞ’ karşı olma görüntüsü altındaki lafta kalan birlik, emperyalist güçler arasındaki siyasi hedeflerlerin çelişkili olması yüzünden, çok zor sürdürülüyor ve de sorunlara getirilen günübirlik çözümler, artık içinden çıkılmaz bir ortam yaratıyor. İşte bu ortamda, 2015 sonbaharında Rusya’nın Suriye’ye, elbette ABD ile anlaşarak yaptığı askeri müdahale ABD’nin ayağından bir dikeni çıkarmış oldu. Suriye’de 5 yıl süren iç savaş, Şam’daki rejime karşı yeni bir iktidar otamı yaratmadı. Tam aksine ülke tamamen bölünüp kitleler üzerinde terör estiren, talanlarla geçinen, hiçbir denetime tabi olmayan, düşman çetelerin hâkimiyeti altına girdi. ABD yöneticileri, Şam rejiminin güvenilir bir muhatap olduğunu, güçlükler nedeniyle başka bir seçenek olmadığını çok iyi biliyor. Ancak diğer yandan Rusya ve İran ile de işbirliği yapmak zorundalar. Üstelik ABD bunu çok bariz bir şekilde de yapmak istemiyor, çünkü bu durumda da müttefiki olan Türkiye ve Suudi Arabistan gibi ülkeler ile arasındaki sorunları daha da büyüyecek.

ABD bu durumda, Suriye rejiminin otoritesini yeniden oluşturma görevini Rusya’ya bırakmayı tercih ediyor. Üstelik Suriye rejimi, Rusya’nın müttefiki. ABD, Rus bombardımanı, daha önce desteklediği silahlı grupları hedef aldığında sözlü protesto ile yetiniyor ve bu grupları desteklemekten vazgeçmeye de hazır. Aynı şekilde, Birleşmiş Milletler vasıtasıyla yapılan, Suriye için “siyasi çözüm” girişimleri bir kılıf olup esas amaç fiili bir çözümün gerçekleşmesi için zaman kazanmak. Ancak, Rusya’nın askeri müdahalesine rağmen fiili bir çözümün gerçekleşmesi zaman alabilir.

Ortadoğu’daki durum, emperyalizmin siyasi durumunun bir yansıması. Barış, demokrasi, halkların haklarına saygı gösterilmesi gibi kavramları ileri süren emperyalizm, esasta egemen olduğu bölgelerdeki konumunu korumak istiyor. Bunu sürdürebilmek için iğrenç bir şekilde silahlı grupları maşa olarak kullanmaktan, rakip ülke ve güçleri, sözde onlara karşı mücadele ettiği diktatörleri birbirine kırdırmaktan çekinmiyor. İşte emperyalizmin uyguladığı bu siyaset terörizme karşı mücadele etmediği gibi, bazen onu doğrudan destekleyerek, uygun ortam yaratarak, katılan insanlar yoluyla tam aksine onu besliyor. Ortadoğu’da DAEŞ yenilse bile onun yerine benzer başka cihatçı örgütler başka bölgelerde veya aynı bölgelerde, şu veya bu gücün de desteğiyle, palazlanmayı deneyecek.

Şimdi de, DAEŞ’ karşı mücadele etme iddialarıyla, Libya’da bir önceki askeri müdahalenin bölgede oluşturduğu siyasi istikrarsızlığa ve bölgenin düşman silahlı milislerin eline geçmesine son vermek ve petrol ticaretini sekteye uğratan cihatçı grupları temizlemek için askeri bir müdahale söz konusu. Emperyalizmin, çetevari müdahaleleri gittikçe artıyor ve bu nedenle de sömürdüğü ve denetlediği bölgelerde de istikrarsızlık giderek artıyor.

Avrupa’daki etkileri

Zengin emperyalist ülkeler, sınırlarını tel örgülerle çevirseler de Ortadoğu’daki savaşların ve büyüyen bar barbarlığın etkilerinden kurtulamıyor; hatta tel örgüler, barbarlığın belirtisi.

Ortadoğu’daki savaşın yankıları, sadece Avrupa ile sınırlı değil. Kanlı savaşların yansıması olan terörist saldırılar, Fransa dâhil, büyük güçler tarafından kullanılarak bir savaş ortamı yaratılıyor. Fransa bunu bahane ederek, ilan edilen olağanüstü hal durumunu, saldırıları engelleme iddialarıyla Anayasa’ya ekliyor. Elbette bunların hiçbiri ne saldırıları ne de terörizmi engelliyor. Ancak bu bahaneyle kitleler denetim altına alınıyor, ülkede “ablukaya alındık” havası yaratılıyor ve emperyalist demokrasilerin o çok gurur duyduğu sınırlı demokratik haklar bile darbe yiyor. (03.2016)


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2016  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 217 - 4 Temmuz 2016  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi’nin Sözü   ?