Sinif Mucadelesi

Yeni bir mali kriz tehdidi gündemde

Cumartesi 2 Nisan 2016

Fransa’da yayınlanan 5 Ocak 2016 tarihli Les Echos gazetesi şunu yazdı: “Çin’de yeni bir borsa çöküşü hayaleti yine gündeme geldi… Shanghai borsası aniden %7’lik bir düşüşle güne başladı ve hemen işlemler durduruldu. Ardından bütün dünya borsalarını düşüşe sürükledi.”

Haftalık L’Expansion dergisi ise Ocak 2016 başlığında; “2016: Yeniden kriz. Çin’de durum kötü, balonlar yeniden oluştu, bölgesel siyasi krizler. Ekonomik canlanma neden bir hayal” diyordu.

Hatta boyalı basına ait Le Parisien gazetesi bile 6 Ocak günü: “Dünya ekonomisi çürüdü, yeni bir kriz bizi tehdit ediyor” diye yazıp “2008 emlak krizinden gerekli dersler çıkarılmadı. Asya borsalarındaki istikrarsızlık ile ABD’de faiz oranlarının yükseltilmesi haberleri çok büyük endişelere yol açıyor” diye ekledi. Bütün Ocak ayı boyunca yorumlar bu yönde devam etti.

1 Şubat’ta ise Les Echos, büyük bir finans bankası olan Natixis’in baş iktisatçısı Patrick Artus ile yaptığı mülakatı yayınladı ve “önümüzdeki kriz çok feci şiddetli olacak” diye yazdı.

Kapitalist düzenin önde gelen iktisatçılarının hemfikir olmadıkları konu ise şişmiş balonun hangi iktisadi alanda patlayacağı: Balon; tahviller, hisse senetleri, kaya gazı, Çin’deki emlak sektöründe mi, yoksa ABD’nin otomobil piyasasında mı patlayacak? Mali kriz Brezilya’nın veya istikrarsızlaşan daha başka bir büyük ekonominin iflası sonucu mu patlayacak? Kimileri Çin’i suçluyor, kimileri ise Patrıck Artus’ün kitabında başlık olarak yazdığı “Merkez Bankalarının çılgınlığını.” Ama büyük çoğunluğu Artus’ün kitabının alt başlığı olan; “Gelecek kriz çok daha feci olacak” öngörüsünü paylaşıyor.

Tüm iktisatçılar, krizin temel nedenini biliyor ve neredeyse hepsi de bunu teşhir ediyor. Büyük emperyalist güçler 2008 banka krizinden sonra, ABD Merkez Bankası (FED) başta olmak üzere, ardından da İngiltere Merkeze Bankası, Japonya Merkez Bankası ve de Avrupa Merkez Bankası, bankaları kurtarmak için çok büyük seviyelerde karşılıksız para basma operasyonları gerçekleştirdiler. Örneğin Merkez Bankaları para basarak bankaların ve finans kuruluşlarının elindeki sorunlu hisse senetlerini ve kredilerini satın aldılar. 2008 krizinin hemen ardından Merkez Bankaları zor durumdaki bankalardan satın aldığı, değeri kalmamış hisse senetleri ve özellikle de ödenmesi olanak dışı olan kredileri satın alarak devasa miktarlarda para bastılar.

Yine aynı dönemde Merkez Bankaları, uyguladıkları faiz oranlarını, yani özel bankalara uyguladıkları kredi oranlarını o kadar çok düşürdüler ki bu oranlar sıfır faiz seviyelerine indi. Yani sonuç olarak mali sektör, neredeyse bedava ve sınırsız miktarda kredi alabilme olanağına kavuşmuş oldu.

Son zamanlarda moda olan bir deyim var: “quantitative easing”, yani esnek miktarda para basma. Özcesi, eskiden Merkez Bankalarının duruma göre karşılıksız para basma siyasetlerine yeniden dönüş yapılıyor.

2008 yılından bu yana piyasaya 6 trilyon 674 milyar dolar sürüldü. Bu miktar Fransa, artı Almanya’nın GSMH’nın toplamı düzeyinde.

OCDE ülkelerindeki, yani sanayileşmiş toplam ülkelerin, piyasadaki para hacmi son yedi yılda üç katı arttı. Diğer yandan meta ve hizmet üretimi hiç artmadı ve bu nedenle de devasa miktarlarda artan bu para, pazarlardaki ürünlerin dolaşımı için kullanılmıyor. Merkez Bankalarının 1990’lı yılların sonunda bastıkları para hacmi; dünya GSMH’nın %6’sı seviyelerinde idi. Bugün ise bu oran %30’una tırmandı. Artık dünyadaki borçlanma oranları 1946’lı yılları, yani savaş sonrası dönemlerindeki seviyeleri de geçmiş durumda. Hatta bu kadar bile değildi…

Finans grupları, büyük bankalar, sigorta şirketleri, emeklilik kasaları, spekülasyon fonları, hedge fonlarının kasalarında, devasa miktarda para var ve bu paralarla işlemler yapıp sürekli daha çok para kazanmak için fırsatlar arıyorlar. Ancak para miktar arttıkça, üretim yatırımlarına giden para azalıyor. Eğer gerçekleştirilecek olan artı ürünler pazarda satılıp ek kazanç getirmeyecekse, o zaman neden yeni fabrikalar kurulsun, neden yeni üretim araçları üretilsin?

Onlarca yıldan beri kapitalizm temel çelişkileri ile karşı karşıya: Üretim olanakları sınırsız bir şekilde artıyor ama diğer yandan ek ürünlerin pazarda satılma olanağı, yani ek satın alma gücü yok.

Para hacimleri arttıkça, burjuva iktisatçılarının deyimiyle yatırımcıların çekinceleri de giderek artıyor. Ekonomik konulara değinen tüm yazılarda bunu görmek mümkün. Onlar, hangi mali ürünün ne kadar çok kazanç, bu kazanç çok küçük olsa da, getirebileceği konularına odaklı. En küçücük bir belirti, en küçük bir haber (gerçek olsun veya olmasın), herhangi bir Merkez Bankası sorumlusunun en küçük bir duyurusu, üretim sektöründeki en küçücük bir kıpırdama, sosyal veya siyasi alandaki en küçük bir kriz belirtisi, milyarı hemen farklı yönlere doğru harekete geçiyor.

Kapitalist ekonomi son suretle uçuruma doğru giden bir trene benziyor. Tren sürücüsü ve personel bunu çok iyi görüyor, ancak lokomotifi durduramıyorlar. Yolcular imdat diye çığlıklar atıyor ama kimse bir şeyler yapamıyor. Bunun nedeni de çok basit, bu trenin ne fren sistemi ne de onun felakete gitmesini önleyecek bir imkan var.

Siyasi yöneticiler, tıpkı papağanlar gibi, ekonominin yeniden canlanması için para bolluğu siyaseti mutlaka gerekli lafını tekrarlayıp durdular. Ama 2008 krizinden bu yana ekonomi hiçbir şekilde canlanmadı. Daha doğrusu sadece mali sektörde canlandı. Piyasaya sürülen devasa miktardaki para temel olarak mali işlemler için kullanıldı. İnişli çıkışlar olsa da, genel olarak CAC 40 (Fransa borsa endeksi) gibi borsa endeksleri büyüdü. Aynı zamanda da üretime giden yatırımlarda küçülmeler oldu. Örneğin avro bölgesinde 2007’den bu yana üretime giden yatırımlarda %15’lik bir küçülme yaşandı.

Mali sistem, artık tatmin olamayan bir uyuşturucu bağımlısı gibi Merkez Bankalarının ona bol keseden verdiği bedava kredi bağımlısı oldu ve de bu krediler, üretim alanlarına yatırım olarak gitmiyor. Ama ne yapmalı? Çare olarak uyuşturucu niteliğindeki bu para için faiz oranları mı artırılsın? O zaman da düzen çöker. Yani çare yok…

Onlarca yıllardan beri dünya ekonomisinin durumu işte budur; neredeyse 1970’li yıllardan bu yana kapitalist ekonomi uyuşturucu madde alır gibi kredilerle (yani borçlarla) ayakta durabiliyor. Kamu sektörü için ve özel sektör için de böyle. Ekonomi, bazen çok şiddetli bazen daha az şiddetli krizlerle sürekli bir şekilde sarsılıyor. Bu hastalığa çare olarak verilen ilaçlar ise hastalığı daha ağırlaştırıyor ve sonuç olarak da hastanın ateşi daha da yükseliyor ve hastalık daha da artarak hasta eskiye göre ağırlaşıyor…

Günümüzde büyük sermayenin niteliğini belirlemek için şunu söyleyebiliriz; mali sektör, üretim sektörüne göre giderek daha fazla büyüyor. Ama ekonomi, sınırları çizilmiş ve büyük sermayeye ait mali sektör ayrı, üretim sektörü ayrı diye iki ayrı alan anlamına gelmiyor. Sanayi ve finans grupları, iç içe geçmiş aynı gruplar...

Kriz ve giderek ekonominin mali sektör hakimiyeti altına girmesi, emperyalist ülkeler dahil, işçi sınıfına işsizliğin büyük oranda artmasını, güvencesiz çalışma ortamının yayılması sonuçlarını getirdi…

Bundan yaklaşık bir yüzyıl önce, emperyalistler arası rekabet yüzünden yeryüzünün Birinci Dünya Savaşı’na sürüklendiği bir ortamda Lenin emperyalizmi “kapitalizmin bunama aşaması” olarak adlandırdı. İşte bunamış kapitalizm, devrimci işçi sınıfı tarafından silip süpürülmediği için varlığını koruyor.

Biyoloji kanunları, insanlık toplumu için geçersizdir. Zamanını çoktan doldurmuş bir toplumsal yapı, bunamış olsa bile yok olmuyor, ta ki onu yeni ve daha bir üst düzen getirecek toplumsal bir sınıf, iktidardaki ayrıcalıklı sınıfı yıkana kadar. İnsanlık bu toplumsal devrimin gecikmesinin bedelini 1929 krizi, Nazi barbarlığı, İkinci Dünya Savaşı ile ödedi. Bugün otuz yıllık bir geçici ve göreceli sakin dönemden sonra mali sektörün aşırı derecede büyüyerek yol açtığı parazitlik ve onun getirdiği feci tehditlerle karşı karşıyayız.

Gündemdeki sorun, toplumun temel üreticisi olan işçi sınıfının sorunu olmasının çok daha ötesinde; tüm insanlığın geleceğinin sorunu.

Kapitalist temellere dayalı bu toplum, artık ileri gitmiyor. İnsanlığın geleceği, işçi sınıfının dışında hiçbir toplumsal sınıfın yerine getiremeyeceği tarihi görevin, işçi sınıfı tarafından gerçekleşmesine; yani büyük burjuvazinin hakimiyetinin yıkılıp, kapitalist ekonomiye son verip ekonomik düzenin insanlığı yeniden ileriye doğru götürmesine bağlıdır. 04.02.2016 (LDC 174)


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2016  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 214 - 2 Nisan 2016  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi’nin Sözü   ?