Sinif Mucadelesi

Barış süreci, AKP’nin yeniden başlattığı iç savaş ve bedelini ödeyen Kürt ve Türk kitleleri

Salı 8 Eylül 2015

Kürt halkının ulusal hakları için verdiği mücadele son 30 yıl içerisinde 40 bin insanın hayatını kaybetmesine, ki bu insanların büyük bir çoğunluğu Kürt kökenlidir, yol açtı. Bu sürecin ek bir sürü bedel ve maliyetleri oldu. Örneğin milyonlarca Kürt, evlerini barklarını terk edip göç etmek zorunda kaldı, yoksulluğa sürüklendi. On binlerce insan işkence gördü, ceza evlerinde yıllarca yattı.

Ayrıca, iç savaş için milyarlarca dolar harcandı. Bazı veriler 300 milyar dolardan daha fazla paralar harcandığından söz ediyor. Bu paralar insanların refahı için de harcanabilirdi. Tabi ki silah tüccarları ve savaş ile çatışmalardan nemalananlar, bundan hiç de şikayetçi değil.

Barış süreci

AKP iktidarı Türk burjuvazisinin temel isteklerini göz önünde bulundurarak bir “Barış süreci” başlattı. Hatırlanacağı gibi büyük patronların bir kısmı daha 1993’te, yani iç savaşın başladığı 1983’ten 10 yıl sonra, Sakıp Sabancı’nın ağzından “çatışmalar 10 yıldan beri sürüyor, bu sürede 100 miyar dolar harcandı ve bir çözüm bulunamadı” gibi açıklamalarda bulunup, artık askeri çözümden vazgeçilip siyasi bir çözüm bulunması yönünde siyaset oluşturmaya başladılar.

İşte burjuvazinin bir kesiminin artık siyasi çözüm tercihini ön plana çıkarması sonucu olarak AKP’nin PKK ile bir barış sürecini başlatması gündeme geldi.

İlk aşamada gizli görüşmelerle, özellikle MİT ile PKK temsilcileri arasında, bir süreç başlatılıp silahların susturulması kararı alındı. Özellikle de “anneler ağlamasın”, “gençler ölmesin”, “savaşa son” gibi eksenler etrafında yoğun medya kampanyaları sonucu, milliyetçilerin ve aşırı sağın karşı çıkmalarına rağmen, kitlerin büyük bir çoğunluğu barış sürecine ikna oldu.

Barış süreci çerçevesinde Kürt halkına ne vaatlerde bulundu ve ne verildi?

Her şeyden önce en ucuz olan Kürtlerin kendi ana dilinde yayın organlarına, gazete, radyo, televizyon yayınlarına sahip olma hakkı tanındı. Ama insanın karnı bunlarla doymuyor! Yani Kürt bölgelerine, sınırlı da olsa belirli bir ekonomik refah getirilmeliydi. İşte Türk burjuvazisi için de en çok zor olan budur. Özellikle de ekonomik krizin her geçen gün daha da büyüdüğü bir ortamda.

Kürt bölgelerinde Barış Sürecinin ete kemiğe bürünebilmesi için bu bölgelerde Kürt burjuvazisine, en azından önemli kesimlerine, diğer şehirlerde olan burjuva ayrıcalıklarını tanımak ve vermek gerekiyor. Yani büyük kazançlar getiren iş imkanları, önemli resmi ve sivil mevkiler, koltuklar Kürt kökenli burjuvalara aktarılmalı. Ek olarak da Kürt emekçi ve yoksullarına daha iyi iş imkanları, daha iyi bir hayat seviyesi, dahi demokratik bir ortam sağlanmalı.

Türk burjuvazinin kendisi büyük emperyalist güçlere bin bir şekilde hem ekonomik hem de siyasi ve askeri olarak bağlı. Bu nedenle de ekonomik olanakları sınırlı. İşte bu sebeplerden dolayı Kürt burjuvazisine ve özellikle de Kürt emekçi ve yoksullarına kırıntılardan başak bir şey veremez.

ABD başta olmak üzere emperyalist ülkeler, 2002 yılından sonra istikrarsızlığın gelişmesini önlemek amacıyla Türkiye’yi ekonomik açıdan önemli ölçüde desteklediler ve önünü açtılar. Çünkü Avrupa’da kullanılan petrol ve doğal gazın %70’e yakını, Ortadoğu’dan gidiyor ve Türkiye’nin istikrarının bozulmaması onlar için önemli.

AKP hükumeti, “Yeni Osmanlıcılık” hayallerine kapılıp bölgede daha hakim bir konuma gelme rüyaları görmeye başladı. Bu stratejinin bir parçası da HDP üzerinden, İmralı ceza evinde bulunan Abdullah Öcalan’ı da kullanarak Kürt bölgelerinde kalıcı ateşkesi uygulayabilecek ve belirli ayrıcalıklar karşısında AKP iktidarının bir uzantısı gibi davranacak bir oluşumu yaratmaktı.

Özellikle 2012 yılından sonra bu “Süreç” AKP için oldukça iyi gidiyordu. Öyle ki haziran 2013’te Gezi mücadeleleri ve ardından yaşanan kitle hareketlerinde ne PKK ne de HDP, AKP’ye karşı yapılan bu eylemlere fazla destek vermedi ve ciddi bir şekilde katılmadı.

Barış Süreci, 2015 başına kadar ve hatta nisan 2015’e kadar “çok iyi” gitti. Erdoğan’a çok yakın AKP ileri gelenleri ile HDP temsilcileri arasında sık sık ve uzunca görüşmeler yapılıyordu.

Perde arkalarında bir sürü planlar yapılıyordu. Bunların çoğu kamuoyundan saklandığı için detaylarını bilmiyoruz. Ama 7 haziran seçimlerinden birkaç hafta önce “Dolmabahçe anlaşması” diye bir anlaşma gündeme geldi ancak Erdoğan “böyle bir anlaşmadan haberim yok” gibi açıklamalar yapıp bunu kesinlikle kabul edemeyeceğini enine boyuna anlattı.

Karşı tarafta HDP temsilcisi Demirtaş ise Erdoğan’a karşı sert tavırlar koymaya başlayarak “Seni başkan yaptırmayacağız” eksenin de bir seçim kampanyası sürdürdü.

Seçim öncesi kamuoyu yoklamaları, HDP’nin seçim barajını açacağı ve AKP’nin mutlak çoğunluğu elde edemeyeceği ve bunun sonucu olarak da Erdoğan’ın “başkanlık” hayallerinin suya düşeceği ortaya çıkınca, HDP binalarına ve mitinglerine silahlı, bombalı saldırılar oldu.

Özellikle de seçimden iki gün önce Diyarbakır’daki büyük HDP mitingine çok feci iki bombalı saldırı yapıldı. 4 kişi öldü ve 100 kişi yaralandı. Ama tüm bunlar seçim sonuçlarını değiştirmedi.

Seçimden hemen bir gün sonra Erdoğan ve çevresi ne koalisyon ne de “Barış Süreci” istemediklerini açıkça ortaya koydular. Ardından da kısa bir süre sonra Suruç’ta yapılan bombalı saldırıda 33 genç katledildi ve hemen ardından gizemli bir şekilde 2 polis öldürüldü.

Yani AKP iktidarı, iç savaş ortamını iyice hazırlamaya başladı. Ardından da IŞİD’i bombalama fırsatını kullanan AKP iktidarı, PKK’nın Kandil’deki üstlerini yoğun bir şekilde bombalamaya başladı. Böylece de iç savaşın AKP iktidarı tarafından başlatılması kesinleşti.

Niçin yeniden iç savaş başlatıldı?

7 haziran seçimlerden sonra yaşanan durum, çarpık da olsa burjuva demokrasilerinde yaşananlardan biraz farklı: Normalde seçimleri kaybeden parti ve liderler, iktidardan çekilir ve de hoşnut da olmasalar da yine imtiyazlı konumlarını devam ettirirler. Siyasi bazı hırlaşmalar olsa da kendilerini mahkemelerde suçlu sandalyelerinde veya ceza evlerinde bulmazlar.

Ancak şimdi Türkiye’de farklı olan bu. Erdoğan ve çevresi, iktidarı kaybettikleri andan itibaren hemen hazırda bekleyen “yolsuzluk dosyaları” deveye girecek, 17 ve 25 Aralık 2013 dosyalarının işlemleri başlayacak!

Erdoğan’ı destekleyen patronlar, ayrıcalıklarını yitirecek, bugün rakiplerine yaptıkları durumlara düşebilecekler. Erdoğan ve çevresindekilerin, Cem Uzan’lara yapıldığı gibi sadece servetleri gitmeyecek… çok ağır cezalara da çarptırılma konusu gündeme gelecek!

Yukarıda anlatılan tüm bu nedenlerden dolayı AKP iktidarı, kararlaştırdığı 1 kasım erken seçiminde mutlak çoğunluğu elde edebilmek için bir iç savaşı göze aldı.

Bu savaşın bedelini gerek Kürt gerek Türk kökenli insanlar, gençler ve özellikle emekçi ve yoksul kesimlerden gelen insanlar; hayatları pahasına, feci acılar çekerek, savaşın bilinen tüm vahşetlerini yaşayarak ödüyorlar ve ödeyecekler.

Kürt ve Türk emekçileri şunu iyice görmeli: Canavarlaşan bu kapitalist sömürü düzeni AKP gibi iktidarlar ve Erdoğan gibi siyasetçiler yaratıyor ve kriz devam ettikçe de yaratmaya da devam edecek. Hatta AKP, iktidarını koruyabilmek için daha büyük savaşları bile göze alabilir. Krizin ulaştığı bu son aşama nedeniyle böyle bir şey her zamankinden çok daha büyük olasılık.

AKP’nin İç Güvenlik Yasasını (devlet makul şüphe ile yani gözün üstünde kaşın var bahaneleriyle, istediği kişi veya kişileri keyfi bir şekilde tutuklayabilecek) tam da bu ortamda çıkarması bir rastlantı olmasa gerek!

Düzen partilerinden gerçek çözümler beklemek boşuna. Bizler Türk ve Kürt kökenli emekçiler olarak hemen bu iç savaşa dur demeliyiz ve de insanlığa yakışır yeni bir düzenin temellerini hazırlamak için şimdiden gerekenleri yapmak amacıyla kendi öz örgütlerimizi oluşturmaya başlamalıyız. (03.09.2015)


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2015  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 207 - 4 Eylül 2015  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi’nin Sözü   ?