Tek korumamız: kapitalistlerin mülklerine el konulması!

ABD borsalarındaki düşüş Trump’ı topyekûn ticaret savaşını durdurmak zorunda bıraktı. Şimdilik Avrupalı şirketlere uygulanan vergiler sadece %10 oranında artacak. Bu durum Avrupalı liderleri rahatlattı. Ancak vergi tırmanışı başladı.
Amerika Birleşik Devletleri’ne ithal edilen çelik, alüminyum ve otomobiller %25 oranında vergilendirilmeye devam ediyor. Amerika Birleşik Devletleri ve Çin arasındaki çatışma devam ediyor ve Avrupalı liderler, çıkış noktası olmadığı için Çin mallarının Avrupa pazarına yayılmasından korkuyor. AB zaten Çin otomobillerine %35 oranında vergi uygularken, birçok hükümet diğer gümrük vergilerinin de arttırılmasını istiyor.
Fransa’da neredeyse tüm siyasi partiler korumacılığı destekliyor, ülkeyi yeniden sanayileştirmeyi ve devlet egemenliğini teşvik etmeyi vaat ediyor. Buna, siyasi yelpazenin karşıt taraflarında yer almaları gerektiği halde Rassemblement National (RN), La France Insoumise (LFI) ve Fransız Komünist Partisi (PCF) de dahildir.
Peki ülkeyi “korumak” için kime güveniyorlar? Kapitalistlere! Michelin, Sanofi ve Stellantis’e, bir mendili atar gibi kolayca işten çıkaran ve fabrikaları kapatanlara! Açıkçası, ekonomik gücü burjuvazinin elinden almak RN’nin programının bir parçası değildir. LFI ya da PCF’nin programında da yok.
Politikacılar, ekonomik savaşın şiddetlendiği bir dönemde, işçilerin kendilerini sömürenlere teslim etmelerini ve ülke çapında sefaleti yayanlara teslim olmalarını öneriyorlar. Aynı şey tüm sendika konfederasyonları için de geçerli. Bu politikanın işçilere karşı yeni darbelerle sonuçlanacağından emin olabiliriz!
Korumacılık kelimesinin altında işçiler ve kapitalistler hiç de aynı şeyi kastetmiyorlar. İşçiler işlerini ve ücretlerini korumak istiyorlar. Kapitalistler ise her zaman işçilerin sırtından inşa ettikleri satış noktalarını, kârlarını, rantlarını ve ayrıcalıklarını korumak isterler. Pek çok patron uluslararası rekabetten korunmaktadır. Perakende ve inşaat sektörlerinde durum böyledir. Peki Carrefour, Auchan ya da Bouygues’de sömürü daha mı az? Oradaki işçiler işten çıkarmalara, iş güvencesizliğine ve düşük ücretlere karşı daha mı güvende? Nüfusun konut ihtiyacı karşılanıyor mu? Kesinlikle hayır.
Uluslararası rekabetle karşı karşıya kalan büyük kapitalist şirketlere gelince, daha fazla korumacılık çağrısında bulunurken oldukça ikiyüzlü davranıyorlar! Korumacılık her zaman tek yönlü, yani kendi çıkarları doğrultusunda olmalıdır.
Trump’ın korumacılığını eleştiriyorlar ama Avrupa’da bunu istiyorlar. Devletin kendi ulusal pazarlarını korumasını istiyorlar ama aynı zamanda Stellantis’in eski Genel Müdürü’nün dediği gibi “komşumuzun çanağından yeme” hakkını da istiyorlar.
Korumacılık ticaret savaşının sonu değil, daha da şiddetlenmesidir. İşçiler için daha yüksek fiyatlar ve daha rekabetçi olmak için daha fazla baskı anlamına gelecektir. Büyük şirketler içinse Fransız şirketlerine yardım bahanesiyle yeni vergi indirimleri ve yardımlar anlamına gelecektir.
Bu bizim ekonomik savaşımız değil, çünkü bu bizim sistemimiz değil. Kapitalizmde burjuvazi tüm ekonomi politikalarını, işçilerin çıkarlarının tam tersi olan kendi özel çıkarları doğrultusunda yönlendirir.
Fransız kapitalistlerin kolektif çıkarlarla ve dünyanın geleceğiyle ilgilenebileceğine inanmak gülünçtür. Her zaman yaptıkları gibi, en fazla kar elde etmeyi umdukları yere yatırım yapacaklardır. Onlar yalnızca vergi cennetlerine yerleştirmeyi tercih ettikleri kendi kasalarının vatanseverleridir.
İşçilerin kendilerini sınırların arkasına hapsederek toplumun geleceğinde söz sahibi olacaklarına insanları inandırmak için egemenliği parlatmak ve milliyetçiliği elden ele dolaştırmak bir aldatmacadır. Sermaye, yani ekonomik ve siyasi güç, kapitalist sınıfın elinde toplandığı sürece, tek egemenler Mulliez’ler, Arnault’lar, Bolloré’ler, Saadé’ler olacaktır...
Ekonomiyi rasyonel bir temelde yeniden düzenlemek, insanların ihtiyaçlarını karşılamasını ve dünyanın bakımını üstlenmesini sağlamak için bu modern kralları tahttan indirmemiz, yani onları
mülksüzleştirmemiz ve siyasi iktidarı ellerinden almamız gerekiyor.
Bu devrim ancak uluslararası ölçekte işçi mücadeleleri yoluyla başarılabilir. O halde, milliyetçiliğe ve işverenleri bölme politikalarına karşı, bizi yeni bir dünya savaşına sürükleyebilecek tüm liderlere karşı, Karl Marx’ın çağrısını kendimize mal edelim: “Tüm ülkelerin işçileri, birleşin!
Şirket bültenlerinde 14 Nisan 2025 tarihli başyazı (LO, 16.04.25)