Kamu işçileri sözleşmesi altı ay gecikti. Hükümet altı ay sonra verdiği ilk teklifinde yıllık yüzde 24, bir ay sonra verdiği ikinci teklifinde sadece 3 puan artış yaparak yıllık yüzde 27 zam önerdi. Bu rakamlar, devletin resmi enflasyon rakamının çok altında. Hükümet açıkça 600 bin işçiyi ve ailesini daha da yoksullaştırmaya devam edeceğini ilan etti.
Ancak öte yandan, teşvik adı altında patronlar için milyarlarca liralık, karşılıksız ve geri ödemesiz para dağıtım planı açıklandı. Bu paranın çok az kısmı üretime gidecek, çoğu vurgunculuğa ve patronların keyfi masraflarına harcanacak.
Üreterek, dağıtıp ulaştırarak, her türlü hizmetiyle toplumu ayakta tutan işçi sınıfının milyonlarca üyesinin ürettiği değerler, bir avuç patrona dağıtılacak. Kitleler ekonomik zorlukla, geçim derdiyle boğuşurken, patronların sefasının devam etmesi için gereken her şeyi yapmaya dünden hazır bir iktidar ve düzeni hüküm sürüyor.
İktidar, tüm çağrılara rağmen emeklileri duymadı, gençleri duymadı, şimdi de işçi sınıfına sağır. Erdoğan yakın arkadaşı Türk-İş başkanı Atalay’ı AKP il binasına çağırıp talimatları verdi. Şimdi Atalay, mikrofonlar önünde esip gürleyecek, sonra en iyi bildiğini yapıp bir gece ansızın işçileri satacak.
İşte işler böyle yürüyor. Siyaset her yere yerleşti, her yeri kontrol ediyor, her yetkili siyasetin üyesi. Siyaseti ise patronlar kontrol ediyor. Sözde her dediğini yapan Erdoğan, bir patrona bir söz geçiremedi.
İşte tüm gücümüzle, en ağır şartlarda çalıştığımız halde elimize geçenle geçinemeyişimiz ve bütün sorunlarımız bu patronlar düzeni nedeniyledir. Ekonomik sorunlar, peşinden toplumsal sorunlar getiriyor. Şiddet her yerde, doktora, kadına, yabancıya, başka siyasi görüşten olana. Çünkü siyasetçiler alttan alta şunu yayıyor: “Biz, bizden olan herkesi iyi yaşatacağız ama bizden olmayanlar engel oluyor.” İşte bu nedenle de konu ne olursa olsun karşı çıkan, şiddet görüyor. İşsiz, okumayan, boşta “ev kadınlarına” şimdi de üç milyon “ev genci” eklendi. Beş parasız, onuru kırılmış, umudu kalmamış gençler, kolaycılığa, uyuşturucu, mafya, kumar, şiddete ve sahtekarlığa yöneliyor.
Ekonomik kriz, patronların kârının korunması için işçi sınıfının yoksullaştırılması siyaseti, beraberinde toplumu çürüten bir sürü etkiyi getiriyor. Bu yönleri siyasetçileri hiç ilgilendirmiyor, aileleri suçlayıp işin içinden çıkıyorlar. Hatta aksine bu yozlaşmadan, gerçekleri gizlemek için kullanacak bahaneler buluyorlar. Bu iktidarın, bu düzenini değişmesi, sadece geçim derdini çözmek için değil, toplumun yıkıma uğramasını durdurmak, önlemek için de gerekli. İşçi sınıfının buna gücü vardır.
Geçmişte 1989 yılında, kamu işçilerinin sözleşme mücadelesi “Bahar Eylemleri” olarak yayıldı, birçok düzeyde örgütlendi, ortaklaşa hale geldi. Bir aylık mücadelenin sonucunda, işçi sınıfı 1980 askeri darbesinin düşürdüğü ücretleri, yaşanabilir düzeye yükseltti. İktidarın geri adımı bununla sınırlı kalmadı, sendikal haklarda, çalışma koşullarında kazanımlar oldu. Sendikalarda gerici sendikacılar yerine mücadeleci işçiler yönetime geldi. İktidar, işçilerin örgütlediği “Emek Platformu”nu tanımak zorunda kaldı. Bu mücadeleler patronları o kadar korkuttu ki özel sektörde iki yılda ücretler üç katına çıktı. İşte bunun gibi birçok mücadele, işçi sınıfına yol gösteriyor.
(28.06.25)