Dönemsel değişiklikler...
Borç veren ile borç alan arasındaki dengeyi ve faiz oranını belirleyen; her iki tarafın ekonomik faaliyeti, kapasiteleri ve ihtiyaçları ile sınırlı olmayıp, daha çok aralarındaki güç dengesidir. Marks 150 yıl önce şuna vurgu yapmıştı: “Düşük faiz oranı, refah ve kârın en yüksek döneminde; faizin yükselişe geçtiğini refah döneminin zıddına geçiş döneminde; faizin zirve yapışını yani tefeciliğin en yüksek oluşunu ise kriz döneminde görürüz.” (Marks, Kapital) Marks, 1847-1857 arasındaki krizleri inceleyip, kredi ve faiz oranına bakıp, kapitalist ekonominin farklı dönemlerinde kredinin rolüne vurgu yaptı.
Sermaye yatırıma gittiğinde sanayiciler, metanın üretim sürecini, ileride yapacağı satış sayesinde aldığı krediyle tamamlar. Marks; üretim sürecindeki farklı kapitalistlerin kendi aralarında kredi vermeleri ile banka kredisi arasındaki farka vurgu yapar. Ticari kredi, borç senetlerine, vadesi belirlenmiş borca dayanırken, banka kredisi kâr getiren sermayeye bağlıdır. Bir krizin hemen ardından gelen sanayi sürecinde “faiz oranı biraz yükselişe geçse de, çok düşük olmaya devam eder.” Ardından faiz yükselişe geçer ve zirve yapar; “yeni bir kriz başlar başlamaz kredi aniden durur, taksit ödemesi durur, üretim süreci felç olur, buna paralel olarak daha önce belirttiğimiz gibi birkaç istisna dışında sermaye borçlanma kıtlığı başlar ve atıl kalan sanayi sermayesi oluşur.” (Marks, Kapital)
Yukarıda anlatılanlar, İkinci Dünya Savaşı ile 1970’ler arasında yaşananları çok iyi tarif ediyor. 1950’lerde faiz oranı çok düşüktü, ardından pazar doymaya başlayınca faiz yükseldi, şirketler artan uluslararası rekabeti göğüslemek için yatırımı arttırıp metaların fiyatını düşürmeye çalıştı. 1970’lerin ortasında, 1980’lerin başında ortaya çıkan kriz ile faiz oranında o güne kadar görülmemiş seviyede artış oldu, “ne pahasına olursa olsun, borçlanıp ödeme yapmak gerekir.” (Marks, Kapital). O zamandan bu yana (1975, 1982, 1991, 2001, 2009) her krizde, gidişata göre faiz oranı, bir indi bir çıktı. Krizde faiz dibe vuruyor, bir sonrakine kadar yükseliyor.
19’uncu yüzyılın ortalarındaki durum ile günümüzdeki durum arasında fark; esas olarak finans sektörünün kapitalist ekonomi içerisindeki konumundaki köklü değişikliktir.
Eskiden finans sektöründeki kapitalistler, yatırımın finansmanında ikinci planda rol oynardı. “Refah döneminde ve kârın zirve yaptığı dönemde” sanayiciler, finans kapitalistlerine başvurup borç para ile yatırım yapma ve iş hacimlerini büyütme peşinde olmadı. Öncelikle kendi öz servetlerini veya bir önceki üretim döneminde elde ettiği kârı kullanarak, bir sonraki üretim dönemine geçiyorlardı. Kendi kârı yetiyordu. Aynı şekilde sanayici, kriz haricinde, finans sermayesine başvurmadan, kendi arasında veya sanayici ile tüccardan sağladığı bir oranda ticari krediyle, durumu idare edebiliyordu.
Pazarda borç alan ile borç veren arasındaki güç dengesinde güçlü olan borç alandı. Bu durumda, Marks’ın açıkladığı gibi faiz oranı düşüktü. Ancak 19’uncu yüzyılın sonundan itibaren, tekellerin gelişmesi, uluslararası rekabetin artması, üretim için büyük sermayeye ihtiyaç duyulması; tümü sanayi sektörünü ikinci plana itip finans ve banka sektörünü öne çıkardı. Sanayici, kendi yatırımını yapmada ikinci plana düşüp, yatırım için kredi ile borçlanmak zorunda kaldı. Marks’ın zamanından farklı olarak, büyüme döneminde faiz oranı çok daha hızlı yükseliyor.