Emperyalist liderler her zamanki sinizmleriyle Beşar Esad’ın düşüşünü memnuniyetle karşıladılar. Macron’un “barbar bir devlet yıkıldı” diye sevinmesiyle birlikte, onun rejiminin suçlarını öğrenmiş gibi davrandılar.
Ancak Esad ailesi elli yılı aşkın bir süredir Suriye’de vahşi bir diktatörlük uyguladı. Batılı liderler için bu rejim, zaman zaman kendilerine engel olsa da, bir denge unsuru olmuştur.
Bir hava kuvvetleri subayı olan Hafız Esad, Kasım 1970’te sona eren bir dizi darbenin ardından iktidara geldi. Baas Partisi’nin Suriye kolu olan Arap ve Sosyalist Diriliş Partisi’ne mensuptu. Bu parti, Fransa ve İngiltere tarafından Orta Doğu’da çizilen ve Suriye, Lübnan, Irak, Filistin ve Ürdün’ü birbirinden ayıran sınırlara meydan okuyan pan-Arap milliyetçi bir partiydi. Sosyalizmle renklendirilmiş bu pan-Arapçılık, yoksulluk içinde tutulan ve sömürgeci işgal yılları boyunca isyanları birkaç kez bastırılan bölgenin ezilen halkları tarafından yankı buluyordu. Ancak iktidara geldiklerinde, Suriye’de olduğu gibi Irak’ta da Baasçı liderler her şeyden önce kendi iktidarlarını ve kendi devlet aygıtlarını güçlendirmeye odaklandılar, komşuları da dahil olmak üzere, pan-Arabizmlerini söze indirgediler ve emperyalizm tarafından çizilen sınırları fiilen kabul ettiler.
Suriye’de Hafız Esad, boyun eğmeyi reddeden muhalifleri öldürdü ve yurt dışında bile korkulan askeri istihbarat servisleri, meşhur muhaberat’ı kurdu. Emperyalizm karşısında biraz nefes almak isteyen bir milliyetçi olarak, Sovyetler Birliği’nin desteğini aldı ve Filistin davasının savunucusu ve İsrail’in düşmanı, ama her şeyden önce düzenin savunucusu oldu.
Böylece 1976’da Filistinli milislere ve Lübnan solunun Falanjist aşırı sağa karşı galip gelebilecek konumda görünen kesimlerine karşı Lübnan’a müdahale eden Suriye ordusu oldu. Suriye ordusu daha sonra emperyalizme kendisine güvenebileceğini göstermek için statükonun koruyucusu olarak uzun süre Lübnan’da kaldı. Suriye tankları birçok kez Filistinli milisleri yerlerinde tutmak için üzerlerine ateş açtı. 1991 yılında Esad, Kuveyt’i ele geçirmeye çalışan Saddam Hüseyin’i cezalandırmak için gelen Batılı koalisyonun arkasında yer aldı.
Giscard d’Estaing’den Sarkozy’ye kadar her Fransız cumhurbaşkanı Esad’ı müttefik yapma umuduyla kırmızı halı serdi. 1982’de Mitterrand, Suriye ordusunun Suriyeli Müslüman Kardeşler liderliğindeki bir isyanı bastırmak için Hama’da gerçekleştirdiği katliamı (20.000’den fazla ölü) kınamak için tek kelime etmedi. 2000 yılında Chirac, Hafız Esad’ın cenaze törenine katılan tek Batılı liderdi. Hatta 2008 yılında Sarkozy, oğlu Bachar’ı Champs-Élysées’deki 14 Temmuz resmi törenine katılması için davet etti. Bu yıllar boyunca Muhaberat, Suriyeli muhalifleri Fransa’ya kadar terörize etmeyi başarıyordu.
İsyan Tunus, Mısır ve Libya’dan sonra 2011’de Suriye’ye sıçradığında Batılı hükümetler başlangıçta Esad rejimiyle aralarına mesafe koyma konusunda çekinceli davrandılar. Ardından, silahlı isyancı gruplar oluştuğunda, bunlardan birini ya da diğerini desteklemeye çalıştılar ve Türkiye ya da Suudi Arabistan’ı bunu yapmaya teşvik ettiler. Bu manevralar, Suriye’nin büyük bir bölümünü kontrol altına almayı başaran IŞİD’in ortaya çıkışına kadar, Batı için giderek daha az güvenilir olan cihatçı grupların gelişmesine yol açtı. İşte o zaman Rusya ve İran, Batı ile tam bir işbirliği içerisinde IŞİD’i ezmek ve geri püskürtmek için müdahalede bulundu. Bu müdahale, daha iyisi olmadığı için Esad’ın gücünü korumak ve kendi halkını katletmeye devam etmesini sağlamak içindi.
Şimdi Esad devrildiğine göre, Batılı liderler onun yerine geçecek güçlerde, HTŞ’de ve lideri Ahmed El-Şaraa’da, emperyalist çıkarlara uygun ve yeterince sempatik kalarak düzeni sürdürebilecek liderler bulmayı umuyorlar.
Suriye halkı için bu manevralardan umutlanacak hiçbir şey yok.
(LO, 18.12.24)