Birinci Dünya Savaşı

Birinci Dünya Savaşı, 110 yıl önce, 1914 yılının Ağustos ayında patlak verdi. Seferber edilen yüz binlerce asker, ilk büyük küresel kıyım olacak olan bu savaş için alaylarına katıldı. Savaş dört yıl sürdü ve 20 milyon insanın ölümüne neden oldu.

1914 yılının Temmuz ve Ağustos aylarında, büyük işçi partilerinin yöneticilerinin çoğu, savaşı destek-lemeye, hatta savaşı yürüten hükümetlerde yer almaya karar verdiler. Fransa’da, yıllardır artan askeri hare-ketleri, silahlanmayı kınayan Jean Jaurès 1914 yılının 31 Temmuz’unda öldürüldü. 2. Enternasyonal, Sosya-list Enternasyonal, siyasi olarak iflas etmişti.

Dünyanın paylaşımında rekabet

Resmi olarak savaşın nedeni, 28 Haziran 1914’te Saraybosna’da Avusturya Veliaht Arşidükü Franz Ferdinand ve eşinin Sırbistanlı genç bir Bosnalı milliyetçi tarafından öldürülmesiydi. Ancak büyük kapitalist güçler arasındaki bu savaş aslında en az on yıldır hazırlanıyordu.

Elbette hiçbir güç savaşa girişini pazar fırsatları için mücadelenin şiddetlenmesi ya da toprak ele geçirme, yabancı ulusları köleleştirme ve rakiplerini mahvetme girişimi olarak açıklamadı. Her ülke bağım-

sızlığını, özgürlüğünü kurtarmak, adaleti ve işgalcilere karşı ulusunu, ülkesini savunmak istediğini iddia etti. Büyük güçlü emperyalist devletler için savaş, 1914 yılından çok önce, gerçekten de etkinlik alanlarının paylaşılmasıyla ilgiliydi.

1900 yılından itibaren silahlanma yarışı hız kazandı. Milliyetçi propaganda her ülkede yaygınlaştı. Birinci Dünya Savaşı’na kadar geçen on beş yılın her biri çatışmalara sahne oldu. Batılı kapitalist güçler ara-sındaki rekabetin halkları birbirine düşürmeye yardımcı olduğu Orta Avrupa ve Balkanlar’da, 1912 ve 1913 savaşları ilk uyarıydı.

Almanya’da sosyalist bir militan olan Rosa Luxemburg 1911 yılında sadece barış çağrısı yaparak savaş tehdidiyle mücadele ettiğini iddia edenlere yanıt olarak şunları yazıyordu: « Kapitalist devletlerin

uluslararası çelişkileri sadece sınıf çelişkilerinin diğer yüzüdür; dünya siyasetinin anarşisi, sadece kapita-lizmin anarşik üretim tarzının ters yüzüdür. Bu ikisi ancak birlikte gelişebilir ve birlikte aşılabilir. Bu nedenle « biraz düzen ve barış » imkansızdır, küresel kapitalist pazarın üzerine yapıştırılmış bir küçük burjuva ütopyasıdır. »

Savaşın içine çekilen halklar

28 Temmuz 1914 tarihinde, Avusturya-Macaristan, Sırbistan’a savaş ilan etti ve başkenti Belgrad’ı bombaladı. Avrupa ülkeleri arasındaki ittifaklar sonucunda Avrupa birkaç gün içinde alevler içinde kaldı. Ağustos sonunda Japonya Almanya’ya savaş ilan etti. İtalya, daha önce Almanya ve Avusturya-Macaristan ile Üçlü İttifak’ın bir parçası olmasına rağmen, 1915 yılına kadar Fransa ve İngiltere’nin yanında yer aldı. ABD savaşa 1917’de girdi. Seferberlik emrinden altı gün sonra İngiliz ve Fransız sömürge orduları bir Alman sömürgesi olan Togo’yu ele geçirdiler.

Halkların bir kısmı milliyetçi propaganda ile savaşa çekilmiş olsa da, Enternasyonalist kalan bir azınlık akıntıya karşı mücadeleye devam etti. 1917 yılında Rusya, işçilerin katliama karşı ayaklandığı ilk ülke oldu. Bolşevik Parti’nin önderliğinde harekete geçen işçiler, Ekim 1917’de ilk muzaffer işçi devrimini gerçekleştirdiler. Yeni işçi iktidarı, müttefik güçler arasında imzalanan gizli antlaşmaları yayınlayarak, savaşın aslında birbirleri üzerinde egemenlik kurma çabası olduğunu gösterdi. Ezilen uluslar, emperyalist güçlerin sözünü ettikleri « halkların özgürlüğünün » gerçekte ne anlama geldiğini daha iyi anladılar.

Emperyalist düzen hala savaş üretiyor

Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde, bunun son savaş olduğu ve bundan sonra, BM’nin öncüsü olan Milletler Cemiyeti’nin kurulması sayesinde çatışmaların barışçıl bir şekilde çözülebileceği iddia edildi. Ancak Lenin için Milletler Cemiyeti, rekabetleri dünyayı bir kez daha bölmek için yeni bir savaşa yol aça-cak bir haydutlar yuvasından başka bir şey değildi.

Bugün, genel silahlanma, büyük güçler arasında artan gerilim ve kötüleşen ekonomik kriz, yeni bir küresel çatışmanın yaklaşmakta olduğunun haberini veriyor. Bu nedenle, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda olduğu gibi, işçi sınıfını iktidara getirebilecek ve bu toplumu dönüştürebilecek devrimci komünist partilerin yeniden inşası büyük bir önem kazanıyor.

(LO, 13.08.24)