Trump’ın Ukraynalılar pahasına Putin’le göz alıcı bir şekilde uzlaşması pek çok yorumcuyu şaşkına çevirdi. Avrupalı liderler önde gelen emperyalist güç tarafından terk edildiklerini hissediyorlar.
Macron, Fransa ikinci sınıf bir güç olmasına rağmen bu oyunda sayılıyormuş gibi davranarak ajitasyon yapıyor. Rusya’nın Avrupa için varoluşsal bir tehdit olduğunu iddia ederek, Ukrayna’ya asker göndermeye ve özellikle de askeri harcamaları iki katına çıkarmaya hazır bir savaş lideri gibi davranıyor.
Thales, Dassault ve diğer silah tüccarlarının kasalarını dolduracak 60 ya da 80 milyar Avro’yu bulabilmek için Macron açıkça şöyle diyor: “Ulusal önceliklerimizi yeniden gözden geçirmemiz gerekecek.” Başka bir deyişle, ordu için harcanacak ek milyarlar konutlardan, okullardan, hastanelerden vs. kesilecek. Savaş ekonomisine geçiş, çalışma saatlerinin uzatılmasını, emeklilik yaşının ertelenmesini ve izin günlerinin iptal edilmesini haklı çıkaracak. Macron, orduyu finanse etmek için emeklilik yaşının 70’e çıkarılacağı Danimarka’yı övdü.
LFI’den Bompard “Cumhurbaşkanı’nın bağımsızlık terimini kullanmasını” memnuniyetle karşılarken, Fransız Komünist Partisi’nden Roussel “Fransa’nın sesini duyurması gerektiğini” tekrarladı. Bu siyasetçiler ulusal egemenliği savunmak adına generallerin ve silah tüccarlarının önünde hazır ola geçmektedirler. Savaş için ulusal birliğe baştan katılıyorlar.
Amerika’nın Trump’ın sinizmi ve acımasızlığıyla ortaya koyduğu egemenlik arzusu karşısında Avrupalı liderler kendilerini demokratik değerlerin koruyucuları olarak göstermeye çalışıyorlar. Ancak bu ikiyüzlü ve aldatıcıdırlar.
Afrika’dan Orta Doğu’ya, etki alanlarını sürekli olarak böldüler, savaşları körüklediler, halklar arasında sınırlar çizdiler ve işlerine yarayan diktatörleri destekledikten sonra bir gecede onları terk ettiler.
Eğer Trump ve Putin’in Ukrayna’nın zenginliğini paylaşmak üzere bir araya gelmesinden rahatsız oluyorlarsa, bunun tek nedeni yağmadan mahrum bırakılacak olmalarıdır. Değerli madenlere, zengin tarım arazilerine ve yıkılmış bir ülkeyi yeniden inşa edecek pazara erişimden mahrum kalacaklar. Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa ülkeleri arasındaki ilişkiler her zaman pazarları ele geçirmek için acımasızca savaşan eşitsiz güçler arasındaki ilişkiler olmuştur.
Amerika’nın Ukrayna’daki değişimi Avrupalıları hazırlıksız yakaladı. Ancak Trump’ın hedefi de Biden’ınki ile aynı: dünya üzerinde Amerikan egemenliğini sağlamak. Güç dengesi değiştikçe bunu başarmanın yolları da değişiyor.
Son üç yılda ABD, Ukraynalıların ve Rusların eliyle yürüttüğü bu savaşı uzatmanın birçok avantajını gördü: büyük silah satışları, ekipmanlarının test edilmesi, ülke kaynakları üzerinde kontrol, Rus oligarkların zayıflatılması. Bu savaş aynı zamanda Rus gazından mahrum bırakılan ve pazarlarını yeniden düzenlemek zorunda kalan Avrupalı kapitalistleri zayıflatmalarını da sağladı.
Eğer bugün Trump Ukraynalı liderleri bırakıyorsa, bunun nedeni deli olması ya da Putin’in kontrolü altında olması ya da ne pahasına olursa olsun dünyaya barış getirmek istemesi değildir. Bunun nedeni, üç yıllık savaşın ardından Amerikan emperyalizmi çıkarlarını görüyor.
Ukrayna’da cephede çok az ilerleme kaydedildiği ve İsrail ordusunun darbeleriyle Ortadoğu’da kartların yeniden karıldığı bir dönemde Trump ve ekibi Putin’le barış yapmanın faydalı olacağını düşünüyor. Onun, Kremlin’in geçmişte Asya, Avrupa ve Ortadoğu’da birçok kez oynadığı bir rolü onaylamasını ve dünya üzerindeki egemenliklerine katılmasını istiyorlar.
Gözlerimizin önünde gerçekleşen ittifakların tersine çevrilmesinde, haydutlar arasındaki bu çekişmede, işçiler siyasi liderlerinin ya da generallerinin arkasında saf tutmamalıdır.
İster ulusal egemenliği, ister Avrupa savunmasını ya da ABD ile ittifakın sürdürülmesini savunsunlar, iktidar için yarışan politikacıların hepsi kapitalistlerin çıkarlarını savunmak konusunda hemfikirdir. Hangi seçeneği kabul ederlerse etsinler, bunun bedelini bugün mali kayıplarla, yarın da kan dökerek bize ödetecekler. Kapitalizmin bizim için hazırladığı kanlı geleceğe karşı çıkmak, liderlerimizin ve bize vaat ettikleri fedakarlıkların arkasında durmayı reddetmekle başlar. (LO, 26.02.25)